25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

TARTIŞMAEDİTÖRE MEKTUP Alışmış, kudurmuştan beterdir! Bilimsel kongre Eğitimde ve sosyal hayattaki yozlaşmalar, ülkelerin geleceğinin ne kadar karanlık olacağının göstergesidir. Turgut A. Karabekir, Y. Mimar, AIA, turgutk@gmail.com, etiği ve akademik yükseltmeler ilimsel çalışmaların olmazsa olmazı, tempolu bir araştırmadan sonra çalışmanın kongrelerde bilim insanlarına sunularak tartışılmasıdır. Bilim insanının çalışmasını cesaretle ortaya koyabilmesi ve benzer konularda araştırmalar yapan araştırıcılar tarafından çalışmanın eleştirisinin yapılmasına açık olması gerekmektedir. En güzel eleştiriler de, övgüler de kongrelerde duyulur. Bilim insanı kurumuna heyecan ve motivasyonla döner, yeni deneyler düşünür. Bilimsel toplantıların temel hedefi budur. Türkiye’de son yıllarda bir kongre enflasyonu yaşanıyor. Üniversiteler kongre düzenlemeyi ve sunulan bildirileri bir üst akademik aşamaya yükseltme için bir ölçüt olarak belirlediğinden beri çok sayıda kongre düzenleniyor. Ancak düzenlenen kongrelerin pek çoğunun kalitesinde, uygulanmasında ve etiğinde girişte tanımladığım amaçlarla ilgisi olmayan durumlarla karşılaşılıyor. Düzenlenen kongrelerde çok çeşitli düzeylerde etik sorunlar var. Sorunların başında kongrelere özet gönderdikleri halde katılmayan delegeler geliyor. Kongre düzenleme kurulları bu sorunu katılım ücretini yatıranları bildiri kitabına koyacaklarını belirterek çözmeye çalışıyorlar. Ancak bu yaklaşım sadece ücret ödemeden katılmaya çalışanların önünü kesmeye yarıyor ama bilim etiği sorununu ortadan kaldırmadığı gibi daha da önemli bir problem getiriyor. Esas ahlaki sorun; kongrelere paralarını yatıran, sözlü sunum yapması gerektiği halde hiçbir mazeret göstermeden gelmeyen, bildirisini sunmayan veya posterini asmayan delegeler. Sözlü sunum yapacak olan beş kişiden dördünün gelmediği bilimsel toplantıları düşünün. Kongrede sunum yapan/yapmış görünen delegelerin akademik yükseltme için aldığı puanları, düzenleyenlerin üst akademik derecelere tayinlerini düşünün. Bunlar memleketimizin bilimsel kongre ortamından acı manzaralardır. Burada bilim ahlakından söz edebilir miyiz? Akademik kurullar kabul sürecinde ne kadar aktiftir? Uzun listeler halinde yazılan kongre akademik kurulları bir seferde aynı kongrede yedi bildiri sunan araştırıcının ne yapmaya çalıştığını görmezler mi? Yurtdışında aynı laboratuardan yedi çalışmayı aynı kongrede görmeniz mümkün değildir. İşini iyi yapanlara sözüm yok ama bence şu soru artık kaçınılmaz: Türk biliminde kol kırılıp yen içinde kalmaya devam mı etmeli, yoksa sorunları konuşmaya başlamamız mı gerekli? Üniversitelerimizle övünmeyi çok istiyoruz, onların dünyada daha iyi sıralamalarda görmek istiyoruz ama işte o zaman oyunu kuralına göre oynamamız gerekiyor. O kural çok nettir. Bilim evrenseldir ve dünyanın her yerinde aynı şekilde yapılır. Sunulmayan bildiriler, çalışmalara katılmadığı halde ismi yazılan ve buna itiraz etmeyen akademisyenlerle alınan yol bir arpa boyu bile değildir. Bu tür bilimsel etikten ve bilimsellikten uzak davranışlar sergileyerek ilerlediğimizi sanarak sadece kendimizi kandırırız. G eçen yıl Türkiye’de yaklaşık 130 bin motorlu araç kazasında 2,500 kişi ölmüş ve 221 bin kişi yaralanmış. Kazaların çoğu Cumartesi günleri ve Ağustos ayında olmuş. İnsanların çalışma günlerinde genellikle zamanın daha kısıtlı, tatil günlerinde ise daha bol olduğu bilinir. Bizde ise, halkımız tatilde iken, daha rahat ve sâkin hareket edeceğine, daha fazla kaza yapmış, daha fazla can kaybı olmuş. Bu kazaların herkese yansıyan faturasını bir kenera bırakalım, mânevi ve sosyal boyutuna bakalım: Uygarlaşmamış insanların kontrollerinde, kolayca can alacak bir ölüm makinası olabilecek araçları, kendi hayatlarına da, başkalarının hayatlarına da, değer vermeden ve haklarına saygı duymadan, kullandığını izliyoruz. Şayet bu kişi zaten aracını; yol ortasına park ediyorsa, sizin aracınızı hapsediyorsa, dur işaretinde ve kırmızı ışıkda durmuyorsa, yollarda postalanmış azami sürati nerdeyse iki misli geçiyorsa, virajlarda bile solluyorsa, olanlara hayret ne gerek. Bu tür olaylar için suç çok zaman, köylüye ve câhile atılır, gerçek ise tam tersidir. Bodrum’da yaşayanlar bilir; dışarıdan gelen ve çoğunlukla Ankara ve İstanbul plâkalı araçlar, okullar kapanınca Bodrum’a akın ettiğinde, yollar can pazarına döner. Saygısızlık, başkasının hakkına tecavüz ve kazalar, zirveye çıkar. Beyaz yakalılarımız, en çok saygısızlığı yapan ve en çok zararı verenlerdir. 20 Haziran’da çıkan yazımda, yanlış uygulanan trafik işaretlerinin, nasıl öğrenilmiş alışkanlıklara neden olacağını anlatmış, bu alışkanlıkların kuralları dinlememeye bir tür öğretim olduğunu belirmiştim. Bu gözlemlere birkaç örnek daha ilave etmek faydalı olacak. Bodrum’da Torba kavşağı son 14 yıl içinde 4 defa tasarlandı. Bir keresinde kavşak tasarımı 28 ışık içeriyordu. Bir gün bile doğru çalışma şansı olmayan bu tasarımda, yavaş yavaş ışıklar söndü, trafik eskisinden beter bir kaosa döndü, yaklaşık iki yıl içinde ışıklar kaldırılarak yeniden tasarlandı, ama o da çalışmadı. Şimdi kullanılan dördüncü ve son (!) şekli de nihayet alt geçit yapımıyla tamamlandı. Bu tasarımların hiçbirinde, Karayollarına yapmış olduğumuz bütün önerilere rağmen, yeterli boyutta yavaşlama ve hızlanma şeritleri ilave edilmedi. Bütün bu trajikomik sürede, sürücüler, işaretleri geçmekte, kurallara uymamakta devam ettiler. Bodrum’da Gümbet kavşağı çok tehlikeli olmamakla beraber, DoğuBatı yönünde çok hatalı bir kavşak. Batı yönünde ilerleyen bir yabancı için, farkında olmadan kaza yapmak nerdeyse doğal. Yolun sağındaki işaret her şeridin ileri gidebileceğini gösterdiğ halde, hiçbir uyarı olmadan, dört şerit iki şeride daralıyor ve araçlar aniden şerit değiştirmek zorunda bırakılıyor. Kurallar çiğneniyor,ters eğitim devam ediyor. Kabul edilebilecek bir emniyet payıyla çalışmakta olan Bodrum’daki Bitez kavşağı, bilinmeyen bir nedenle yeniden tasarlandı. Dünyada eşi emsali olmayan bir kaza fabrikası yaratıldı. Trafik dairesinin içinde olan aracın, yol hakkına sahip olduğunu bilmeyen bir topluma, trafik ışıksız bir daire yapılmasını anlamak çok zor. Üstelik hızlı bir ana yol üstünde olan, dört girişli, bu kadar küçük daireli, ışıksız kavşağın, dünyada eşi olamaz. Teknik yanlışlıkları sıralamak bu satırlara sığmaz, ancak yapılan yanlışlıkların, kuralları bilenlerin onları uygulayamamasına, bilmeyenlerin ise kuralları çiğnemesine neden olunması, gene bilgisiz yetkililerin suçu. Araç kullanmak artık bütün toplumun en çok yaptığı işlerden birisi. Trafik kurallarına uymayarak yaratılan alışkanlıkların basit bir ayrıntı olarak düşünülmesi, çok büyük hata olur. Halk eğitilmedikçe, kurallara, kanunlara uymamak cezalandırılmadıkça, günlük ve geçici bir olay olmaktan çıkar ve kabul edilmiş alışkanlıklar haline dönüşür. Yani Devlet, yanlış uygulamaları ile halkını, yürürlüğe koyduğu kuralları dinlememeye, alıştırmış ve eğitmiş olur. Bu alışkanlıklar da yalnız trafik konusuna sınırlı kalmaz, hayatın birçok sıralarında kuralların çiğnenebileceği inancına varılır. Halkımız umursamamaya alıştırılmış!. Padişah “Halkım koyun ben de çobanlarıyım” dediği zaman, haklıymış. En çok başarılı olduğumuz, sesimizi çıkarmadan oturmak. Vatan bizim vatanımız, bozukluklarını da düzeltecek olan gene biziz. Başkasından medet ummanın arkasına saklanıp, sadece iktidarlardan şikâyetle yetinip, kendimiz aldatmayalım! Herkes Belediyeye, Bakanlığa gidebilir veya yazabilir, sorunları yetkililerin dikkatine getirebilir, bu bizim hakkımız ve görevimiz. Medya ise, para getirmese de, birazcık olsun temel yozlaşmalara yol açan sosyal konular üzerinde durmalı. Onların katkısı olmazsa, halkın işi çok zor olur. Soma’yı unutturmayalım. Prof. Dr. H. Benan Dinçtürk, Sakarya Üniversitesi Biyoloji Bölümü Öğretim Üyesi, bdincturk@me.com B ÇALINTILAR CBT 1433 18 /5 Eylül 2014 R. Ruşen DORA Prof. Y. Mimar İ DGSA M. Ö 3000’ler sonu kuzey Hint yörelerinden Anadolu’ya gelen Hititler Çorum çevresine yerleştiler. Bunlara İndoGermen, ari (saf) ırk denirdi. (Luvvi’ler gibi). Anadolu’ya yerleşen bu kavimlerin askersel dilleri Hititçe ve günlük konuşmaları Anadolu halkının Türkçe takı ve sodekler ile olanı idi. Günümüzde pek çok yapı kalıntıları, heykelleri, kabartmalı (taş üstüne) motifleri kalmışlardır. Hititlere; Hit’ler, Hatti’ler de denir. Derken yüzyılımızda Avusturyalı badem bıyıklı bir onbaşı Almanya’da seçim ile devleti ele geçirir. Eğitimi, diploması belirsiz bu kişi artık büyük olma dileğindedir. Asıl adı yerine ‘HİT’ler dedirtir. Gene Hitit’lerin namı “indo Germen”in Germen’ini alır. Bayrağına ve kol pazubentine Hititlerin güneş kursu sembolü olan “gamalı haç” svastikayı takar. Milyonlarca insanın ölümünü sağlar. Gelmiş geçmiş en acı genositi (soykırım) gerçekleştirir ve sığınakta intihar eder. Her konuda çok bilgiç olan cahil bu kişi bugünler ve tarihsel sürelerdeki benzerleri gibidir. Anadolu kültür sembolleri olan bu üç çalıntının aklanarak bize iadesini istemeyelim mi? Not: Hititlere; Almancada Hethitler, İngilizceFransızca; Hitties denir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle