25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

OOOF OFF LINE Tanol Türkoğlu (tanolturkoglu@Gmail.com) BİLİM TARİHİ Takiyüddin ve Osmanlılarda bilim Osmanlıların bilim ile olan ilişkisini anlayabilmek için öncelikle Osmanlılardaki sekülerleşme sürecini incelemek gerekiyor. Osman Bahadır bahadirosman@hotmail.com Sayın Aykut Göker, 29 Ağustos 2014 tarihli CBT 1432’de yayınlanan “Takiyüddin’in İstanbul Rasathanesi” ve “Osmanlılarda bilimin gelişmesi” başlıklı yazısında, benim bir hafta önce yayınlanan yazıma bazı eleştirilerde bulundu. “Takiyüddin ve İstanbul Rasathanesi” başlıklı yazımda, bu rasathanenin 1580 yılında, şimdiye kadar söylenildiği gibi dinsel tutumun bilimsel tutuma bir tepkisinin sonucu olarak değil, fakat iki farklı dinsel tutum arasındaki bir çekişmenin sonucunda yıkılmış olduğunu ileri sürüyordum. Bu görüşümü açıklarken başlıca olarak ülkemizin seçkin bilim tarihçisi Aydın Sayılı (19131993)’nın, Harvard Üniversitesi’nde 1942 yılında kabul edilmiş olan ‘İslam dünyasında astronomi’ konulu doktora tezine ve onun daha sonra geliştirilen yeni bilgilerine dayandım. Yararlandığım diğer kaynakların bazılarını da yazımda belirtmiştim. Ayrıca sözkonusu yazımdan bir hafta önce CBT’de yayınlanmış olan “İslam dünyasında astroloji” başlıklı yazım da bu yazının bir parçasıdır. Orada da Katip Çelebi’nin Keşf’üz Zunun adlı eserinde, Osmanlılarda astroloji konusunda iki farklı yaklaşımdan söz etmiş olduğunu özellikle belirttim. Belirttiğim kaynak bilgilerine dayanarak yaptığım yorumlar ise elbette bana aittir. Sayın Aykut Göker, “Bu çıkarsama konusunda birincil kaynaklara dayanarak yorumda bulunabilecek bir bilim disiplininden olmadığım için herhangi bir görüş ileri sürmeyeceğim” dedikten sonra, benim eleştirdiğim görüşlerin (yani rasathanenin yıkılmasının din bağnazlığının bilime veya akli ilimlere tepkisinden kaynaklandığını savunan görüşlerin), gerçeğin ifadesi olduğunu ileri sürüyor. Sayın Göker, böylece kaynak bilgilerimi eleştirmeden veya kendisi yeni bir kaynak bilgisi sunmadan benim zaten eleştirdiğim görüşleri tekrar ileri sürerek benim tezimi reddediyor. Sayın Aykut Göker’in “anlayamadım” dediği, “Bu iki saptama arasındaki farklılık önemlidir. Aksi takdirde Osmanlılarda bilimin gelişmesi sürecinin esaslarını çözümlemekte zorluklarla karşılaşırız” sözlerimle de, yazımdan açıkça anlaşılabileceği gibi, “dinbilim çatışması olmayan çatışmaları, dinbilim çatışması gibi ele alırsak Osmanlılarda bilimin gelişmesi sürecini çözümleyemeyiz” demek istiyordum. Ama benim bu sözlerim, gerçekte Sayın Göker açısından bir anlam taşımıyor. Çünkü o zaten Osmanlılarda hiçbir zaman bilim üretilmediğini söylüyor. Bu durumda yazımın konusu olmamakla birlikte, eleştirinin konusu olduğu için Osmanlılarda bilimin gelişmesine de kısaca değinmek istiyorum. medi. Fakat 1606’dan başlayarak tedrici bir sekülerleşme sürecini yaşadı ve bu sürece doğal olarak bilimin ve bilimsel düşüncenin gelişmesi süreci eşlik etti. Osmanlıların Avrupa’da gelişen bilimsel devrimden uzun bir süre etkilenmemelerinin nedeni kültür ve dille ilgilidir. Avrupalıları (ve Hıristiyanları) asırlar boyunca küçümsediler ve onların dillerini de öğrenmeye yanaşmadılar. Osmanlılar Batı dillerini,“kâfir hattı” diyerek aşağılıyorlardı. Dilini bilmediğiniz insanların eserlerinden nasıl yararlanabilirsiniz? Fakat sekülerleşmenin başlamasıyla bazı değişiklikler görülmeye başladı. İslam astronomlarının düzenlediği astronomik tablolar yerine, daha doğru olduğunu anladıkları Batılı astronomların tablolarını kullanmaya başladılar. Yabancı ülkelere elçi gönderme, onların bu ülkelerdeki gözlemlerinden yararlanma, daha sonra yabancı uzmanlardan kendi ülkelerinde yararlanma ve nihayet yabancı ülkelere öğrenci gönderme aşamalarına kadar geldiler. 17. yüzyılda başlayan Osmanlı sekülerleşmesi, 17. ve 18. yüzyıllarda hızlandı ve 19. yüzyılda önemli boyutlara ulaştı. Sekülerleşmenin önemli dönüm noktalarından biri de, Osmanlıların yabancı uzman ve mühendislerden, Müslüman olmalarını zorunlu kılmadan yararlanmaya başlamalarıdır. 1770 Çeşme baskınından sonra donanmanın yenilenmeleri çabaları sırasında İstanbul’a getirtilen Fransız, İsveçli ve İngiliz mühendisler tersanede dinlerini değiştirmeden çalıştılar. 1773’te Hendesehane’nin kuruluşunda da yabancıların önemli rolü oldu.Yabancı uzmanların Müslüman olmaları şartı aranmaksızın çeşitli kurumlarda istihdam edilmeye başlanması önemli bir gelişmedir ve onların bilgilerinden yararlanma imkânını arttırmıştır. Bir zamanlar Fransızca bir kitap görüldüğünde “kâfir hattıyla yazılmış” denilerek tepki gösterilen ülkede, 1827’de Tıbbiye açıldığında dersler “kâfir hattıyla” veriliyordu. Sayın Aykut Göker, “Velhasıl Osmanlılar öğrenip özümsediklerini bir üst düzeyde yeniden üretebilme yani bilimi geliştirme aşamasına hiçbir zaman gelmediler; toplum olarak böyle bir anlayış ve hedefleri de olmadı. Onlar farklı bir kültür dünyasına aittiler.” demektedir. Bu, doğru değildir. Öncelikle, Osmanlılarda tek bir kültür dünyası yoktu. İkincisi, Osmanlılarda bilim ve bilimsel düşünce de üretildi. Modern okulların sayılarının artması ve bu okullardan mezun olan Osmanlıların çoğalmasıyla ülkedeki bilimsel, düşünsel ve kültürel yaşam da değişmeye başladı. Osmanlılarda 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren özellikle klinik tıpta, klinik veterinerlikte ve matematikte bilimsel bilgiler ve yöntemler üretilmiştir. 1894’te, Osmanlı ülkesinde bir bilimsel araştırma merkezi olan Bakteriyolojihane kuruldu. Bu kurumda Fransız bakteriyolog Maurice Nicolle ve veteriner bakteriyolog Mustafa Adil Bey, özellikle sığır vebası üzerine önemli araştırmalar yaptılar ve araştırma sonuçlarını Fransız bilim dergilerinde yayınladılar. Osmanlılarda sekülerleşme süreci ile bilimin ve bilimsel eğitimin ve düşüncenin gelişmesi süreci elbette karşılıklıdır. Bu iki süreç daha sonraki dönemlerde de birbirlerini beslemiştir. Günümüzde yıkılmaya çalışılan Cumhuriyetin tarihsel kökleri de, Osmanlılardaki işte bu üç asırlık sekülerleşme ve bilimsel düşüncenin gelişmesi süreçlerinde yatmaktadır. Şöyle bir mantık silsilesi: Az okumak, az kelime hazinesi, şeyleri etraflıca tarif edememek, şeyleri bilememek, onlara hakim olamamak, onları iyi tanıyamamak, iyi tanıtamamak. “Eğitim şart” sloganına ne kadar aşinaysak, “Kendimizi iyi tanıtamıyoruz” yakınmasını da o kadar iyi biliriz. Hikâye şöyle gelişir: Aslında dünyanın pek çok ülkesinden ileriyizdir ancak ne hikmetse bunu ne kendi memleketimiz farkındadır ne de başkaları. Bunun sağlaması da şöyle yapılır: Bir başka ülkeye gidilir ve orada bizim yaptığımızdan çok daha düşük seviyede bir muadil ile karşılaşılır. Yine de o ülkenin insanının o şeyi tanıtma azmine, o şeyin yaygınlığına bakılır. Şaşırılır; üzülünür; sinirlenilir! Bu tür sorunları çözerken başvurulan ilk model niceliğe yöneliktir. Örneğin tanıtım amaçlı faaliyetlerde bulunacak kaynaklarımızın oluşturulması, sorunu çözecekmiş gibi görünür. Sonra borç harç o kaynaklar yaratılır. Tanıtım yapılır. Bakılır ki yine pek bir gelişme sağlanmıyor. Bu kez nicelden nitele iltica eder zihnimiz. Bu kez de eleştirmeye başlarız: “Tanıtım için yapılan şu işlere bakın; kaynaklar çarçur ediliyor”. Öte yandan nitelikli bir imkan ortaya çıktığında da çok pahalı olduğunu tespit edip ona itibar etmemekten de geri kalmayız! Bam teli biraz da burası. Zihinlerde kaliteyi pahalı ile eşleştiren formülün gerisinde yatan kültürel ögeler nelerdir? Bu unsurların içinde detaya, enformasyona önem vermemek de yer almaktadır. Yaşam refleksimiz sadece şimdiki zaman içinde yaşıyor olmaktır. O nedenle aile geçmişinize bakın; o yılları özetleyen çok az yazılı ve görsel belge bulacaksınız tavanarasında. Ne günceler, ne de sararmış dahi olsa eski fotoğraflar. Yaşarken hayatın izlerini “saklamamak” sadece ekonomik sebeplerle açıklanabilecek bir olgu değil. Temel referansımız ise sigara endeksidir. Tıpkı “Big Mac Endeksi” gibi bir şey bu “sigara endeksi”. “Hayat çok pahalıydı ve fotoğraf çektirmeye paramız yoktu” diyenlere soru şu: (O dönemde) Sigara içmeye para bulabiliyor muydunuz? Enformasyon ya da teferruata değer vermediğimiz sürece sahip olduğumuz ya da hayatı birlikte yaşadığımız kişi ya da şeylerin gerçek değerini yeterince tarif edemeyiz. Tarif edemediğimiz sürece de o yaşanmışlığa hakkını vermemiş oluruz. Peki bu tarifleri yapacak kelime hazinemiz var mı? Bu problem her zaman dilin kendisine havale edilir; Türkçe’nin ne kadar elastik bir dil olduğundan dem vurulur. Acaba ihtiyaç duyduğumuz kelimeler mi yok sözlükte, yoksa biz mi onları bilmiyoruz? Kendi tembelliğimizin faturasını dile kesmeye çalışmayalım. Bunun sağlaması da şöyle: Kelime hazinesi çok (ve çeşitli) okuyarak gelişir. Yılda kaç kitap okuyoruz? Üçüncü sayfa cinayetlerini biraz da bu açıdan değerlendirmek gerekir. Adam kendisini ifade edecek bir kelime, bir eylem bulamıyor; ailesine karşı şiddet uygulamaktan başka. Örneğin “Yeter üstüme gelme” diyebilmeyi idrak etmiş olsa belki de bir cana kıymayacak! Tarif edebilmek, detaya o halde enformasyona değer vermekten geçer. Yaptığımız şeye değer vermek sadece ona harcadığımız emekle irtibatlı olamaz. Onunla kültürel anlamda da irtibat kurabilmemiz lazım. Bu detaylara değer vermeye başlarsak, bu detaylarla uğraşanlara da değer vermeye başlarız. O zaman belki ülke ekonomisi inşaat sektöründen başka alanlarda da gelişme gösterir; “bir sonraki Facebook” Türkiye’den çıkar ! “Bir sonraki Facebook” sizce de sakat bir ifade değil mi? Doğrusu “dünyayı yerinden oynatacak bir sonraki dijital buluş” türünden bir şey olması gerekirdi! Bu ifadenin içinde bilmediğiniz bir kelime mi var? “Bir Sonraki Facebook” SEKÜLERLEŞME Osmanlılarda bilimin ve bilimsel düşüncenin yolunu açan, sekülerleşme olmuştur. Osmanlılarda sekülerleşme 1606 yılında başladı. Bu tarihin önemi şuradadır: Osmanlılar 14 yıl süren savaştan sonra Avusturyalılarla 1606’da Zitvatorok Antlaşması’nı yaptıklarında, bu antlaşmanın ikinci maddesinde, Osmanlı Devleti, Avusturya İmparatoru’nu Osmanlı Padişahı ile eş düzeyde tutmayı kabul ediyordu. O tarihe kadar kendisine kral denilerek hitap edilen imparatora, artık çesar (veya imparator) denilecekti. Bu tutum Osmanlıların, cihan İslam imparatorluğu misyonlarının güçten düşmesi anlamına geliyordu. Osmanlı devleti, dini bir devlet olarak doğdu. Dini özelliğini de yıkılışına kadar kaybet CBT 1433 12/ 5 Eylül 2014
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle