02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

POLİTİKBİLİM Aykut Göker http://www.inovasyon.org; [email protected] TARIM VE HAYVANCILIK Seçim öncesinde adaylar hakkındaki kanaatimi açıklayıp belli önerilerde bulununca, ortaya çıkan sonuç konusunda da yazmak farz oldu. Asıl Sorun Nerede? Bir kısmı yakın dostum da olan okuyucularımdan, ‘oylarını CHP’li bir aday için kullanabilecekler yüksek bir katılım oranıyla sandığa gitseler ve bağırlarına taş basıp oylarını Ekmeleddin Bey’e verselerdi bile sonuç değişmezdi’ anlamına gelen çokça mektup aldım. Geldiğimiz noktadaki verili koşullarda, ‘her şeyden önce nüfusumuzun kültür profilinin farklı bir sonuca izin vermeyeceğini; bu profilin sayısal olarak çoğunlukta olan kesimlerinin kendilerinden olan aday dururken tutmadıkları partinin gösterdiği adaya salt muhafazakârdır, dindardır diye asla oy vermeyeceklerini’ anlatan okuyucularım haklı. Kültür profilimiz önemli bir sorun. Biz yalnızca gelir eşitsizliği değil bilgi eşitsizliği de olan bir toplumuz. Paylarına az bilgi düşenler nüfusumuzun çoğunluğunu oluşturuyor. Üstelik o kesimlerde ortaya çıkan bilgi boşluğu dinsel dogma ile dolduruluyor. Recep Bey, kültürü kendi kültürleriyle örtüşen o çoğunluğun adayıydı. Kaldı ki o aday, sosyal yardım paketleri sunarak çoğunluğu oluşturanların bugünlerini kurtarmayı ve onlarda, daha çok tüketebilmek, konut sahibi olabilmek gibi geleceğe yönelik beklentiler yaratmayı da becerebiliyordu. Oylarını ona vermeleri doğaldı. Bunu bir kez daha görmüş olduk. Ama bu noktada durup, bu profilin oluşmasındaki birincil sorumluluğun AKP’ye ait olmadığını hatırlayalım. Bu profil, 1940’lı yıllarda başlayıp 90’lı yıllara gelinceye dek iktidar erkini kullanan bütün güçlerin eseridir. Bilgi dağılımında eşitsizliğin ortaya çıkışı 40’lı yılların ikinci yarısında köy enstitülerinin karartılmaya, ilk ve ortaöğretimde din motifine yeniden ağırlık kazandırmaya başlanmasıyladır. Daha sonra bu politika merkezsağ iktidarlarca tırmandırılarak sürdürülmüştür. Onlar bunu dayandıkları muhafazakâr oy tabanını denetimleri altında tutabilmenin, dolayısıyla da taraftarı oldukları iktisadisiyasi sistemi sürdürebilmenin güvencesi olarak görmüşlerdir. Ne var ki bu amaçla yeniden üretilmesini sağladıkları din tabanlı kültür doğrudan siyasi İslam’ı besler hale gelmiş; dayandıkları kitleler, sonuçta kendi siyasi önderlerini yaratmıştır. Denetim altında tutulabilecekleri sanılanlar bunu sananları parti tabelalarıyla baş başa bırakıp kendi siyasi önderleri marifetiyle denetimi ele almayı başardılar. Şimdi o önderlerden biri tırmanışını sürdürüyor. Bugünlere gelinmesinde dahli olan merkezsağ partiler tarihten silinip gittiler ama 1940’lardaki misyonu her ne olursa olsun, çok daha sonraları, şartların zorlamasıyla merkezin solunda bir yer edinmeye çalışan ya da belli kesimlerce kendisine siyasi yelpazede öyle yer biçilen bir CHP varlığını sürdürüyor. Görünüşe göre de bu gidişe ancak o dur diyebilecek! Çünkü onun solunda bir güç birikimi ortaya çıktığında, devraldıkları geleneği sürdüren sol entelektüeller o gücü bölüp dağıtmayı beceriyorlar. Ama gelin görün ki, nitelik ve niceliği hiç de azımsanmayacak kesimlerce umut bağlanan CHP de hâkim rüzgâra kapılmış gidiyor... Yoluna böyle davam ederse olacakları pek çok yazar (örneğin Ali Sirmen defalarca) yazdı. Bunu en açık biçimde ortaya koyan da, 24 Haziran tarihli Açık Pencere’sinde, Orhan Veli’nin, “...çıkardığı YAPRAK dergisinde Demokrat Parti’nin seçimleri kazandığı günün ertesinde yani 15 Mayıs 1950’de” yazdıklarını aktaran Melih Aşık oldu. Orhan Veli şunları yazmış: “Seçimler bitti. Demokrat Parti, Halk Partisi’ni korkunç bir bozguna uğrattı. Oysaki Halk Partisi, halkı kazanacağını umarak fikirleriyle prensiplerinden son zamanlarda ne fedakârlıklar etmişti. Bütün yayınlarına göz yumulan din dergileri, okullara konan din dersleri, yeniden açılan ilahiyat fakülteleri, imam hatip kursları, türbeler, şahsi sermayeye sağlanan imtiyazlar, her türlü irticaa tanınan haklar... Hiçbiri kâr etmedi.” Asıl mesele uygulanan politikalar sonucu paylarına az bilgi düşmesi sağlanan kitlelerde değil, ötekilerde, CHP ve onun solundaki bilgili unsurların akıl tutulmasındadır. Tarım sektörü çözülürken Türkiye tarımda 1980’li yıllara kadar “kendi kendine yeterli yedi ülke” arasında yer alırken, 1980’li yıllarda uygulamaya konan neoliberal yeniden yapılanma politikaları sonucunda net ithalatçı konuma gelmiş durumda. İthalatın liberalizasyonu sonucunda çokuluslu gıda tekelleri yerli üretimi son derece olumsuz etkiliyor ve Türkiye tarımsal üretimde giderek ithalata bağımlı hale geliyor. Bayram. A. Eşiyok T arımın yaşadığı sorunlar sonucunda kırsal nüfus çözülürken, sorunlar kentlere taşınıyor ve birçok sosyoekonomik soruna kaynaklık ediyor. Diğer taraftan ülke ölçeğinde çokuluslu gıda tekellerine bağımlı sözleşmeli üreticilik (küresel sömürgecilik) hayata geçirilmiş durumda. Son yıllarda gıda sektöründe gözlenen el değiştirmeler sonucunda sektörün giderek yerli ve yabancı tekellerin denetimine girdiği gözleniyor. T ü r k i ye tarımında Grafik: Türlerine Göre Hayvan Varlığındaki Çöküş Endeksi (1980:100) meydana gelen aşınma sürecini Tablo 1’de özetlenen bulgularda izlemek mümkün. Buna göre, 20002013 yılları arasında ulusal gelir (GSYH) yıllık ortalama %4.4 oranında büyürken, tarımdaki büyüme oranı ulusal gelirin oldukça ithalat değeri 2013 yılında 7.5 milyar dolara altında kalıyor ve tarım sektörü yıllık ortalama yükseliyor. İhracat ise aynı dönemde 1.6 milyar %2.4 oranında ancak büyüyor. Tarımın büyü dolardan 5.6 milyar dolara çıkıyor. Başka bir me hızında meydana gelen aşınma, tarım sektö ifadeyle, ithalat artışı ihracatın üzerinde gerrünün ulusal katma değer payını da aşındırıyor. çekleşiyor ve ihracatın ithalatı karşılama oranı Buna göre 2000 yılında tarımın ulusal katma % 83.7’den %74.4’e geriliyor. değer içindeki payı %12.2 iken, 2013 yılında Kısaca, 1980’li yıllarla birlikte uygulamaya %9.2 oranına gerilemiş durumda. konan neoliberal politikalar sonucunda Türkiye sanayide olduğu gibi tarım ve hayvancılıkta “Kendine Kendine Yeterli 7 Ülke” ithalata bağımlı hale geliyor ve bu kez “gıda güGerçeği Gerilerde Kaldı: Tarım ve hay venliği” sorunu gündeme taşınıyor. vancılık sektörü artık net ithalatçı tarımda uygulanan liberal politikalar ve ucuz kur rejimi, Hayvancılık Sektöründe Dramatik sanayi başta olmak üzere tarım sektöründe de Tablo ithalatı özendiriyor ve Türkiye birçok tarımsal Büyük ve küçükbaş hayvan varlığı hızla Tablo 2: Tarım ve Hayvancılıkta Dış Ticaret Dengesi (ISIC REV.3) İhracat (Bin $) İthalat (Bin $) Dış Ticaret Dengesi (Bin $) İhracatın İthalatı Karşılama Oranı (%) 2000 1,651,912 1,973,810 321,898 83.7 2005 3,314,031 2,541,823 772,207 130.4 2010 4,919,250 6,261,329 1,342,079 78.6 2011 5,148,007 8,669,250 3,521,244 59.4 2012 5,167,145 7,246,083 2,078,938 71.3 2013 5,626,402 7,557,377 1,930,976 74.4 Tarımın Katma Değer Payı ve Büyüme Oranı Düşüyor üründe (pamuk, buğday, meyve vs) ithalata yöneliyor ve dış ticaret açıkları gündeme geliyor. Tarım ve hayvancılık sektöründe gerçekleşen ithalatın boyutunu Tablo 2’de gösterilen dış ticaret değerlerinde görmek mümkün. Buna göre, Türkiye tarım ve hayvancılık sektöründe 2000 yılında yaklaşık 322 milyon dolar dış ticaret açığı verirken, dış ticaret açığının izleyen yıllarda hızla arttığı ve 2013 yılında 2 milyar dolara yükseldiği görülüyor. Kuşkusuz dış ticaret açığının esas nedeni tarım ve hayvancılık sektöründe artan ithalattan kaynaklanıyor. 2000 yılında yaklaşık 2 milyar dolar olan CBT 1431 8 /22 Ağustos 2014 Kaynak: TÜİK veri tabanından hareketle oluşturuldu.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle