Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
kitap masını öneriyor. Aspirinin etkisi, ilacın bırakılmasın dan sonra bile kalıcı oluyor. Ama ilacın tam olarak ne kadar süre ve ne miktarda alınması gerektiği henüz kesin olarak biliniyor. İlerleyen yaşla birlikte iç kanama riski de arttığı için on yıldan sonra aspirinin alınmaması öneriliyor. Ayrıca farklı bir dozun daha iyi etki yapıp yapmayacağı da bilinmiyor henüz Aspirinin bilinen yan etkileri arasında mide ve beyinde kanamalar yer alıyor (Annals of Oncology). Avusturyalı bilim insanları şimdi bu proteinin etkinliğini bozan yeni bir madde buldu. Farelerle gerçekleştirilen deneylerde yeni maddenin kanserinin büyümesini önlediği görülmüş. Myc, sağlıklı hücrelerdeki büyümeyi tetikleyen veya önleyen genlerin etkinliğini ayarlar. İnsanda görülen tüm kanser türlerinin hemen hemen hepsinde etkinliği artar ki bu da tümör hücrelerinin büyümesini ve yayılmasını tetiklemektedir. Bu yüzden kanser hücrelerindeki Myc proteinini önlemek için büyük çabalar harcanıyor diyor Innsbruck Üniversitesi Biyokimya Enstitüsü’nden Klaus Bister. Kaliforniya Scripps Araştırma Enstitüsü’nde Peter Vogt ve Kim Janda yönetiminde çalışan araştırmacılar, Myc proteininin eşi “Max” ile bir araya gelmesini engelleyen maddeler aramışlar. Myc ve Max’ın bir araya gelerek, kalıtımdaki belli başlı yerlere kenetlenerek hedeflerdeki genleri etkinleştirir. Bir tür “Molekül Kütüphane”sinde hazır bulunan yüzlerce madde arasında en umut vericisi “KJPyr9” olmuş. Molekül gerçekten de “MycMax ilişkisini” engelleyerek, hedefteki genlerin daha fazla etkinleştirilmelerini önlüyor. KJPyr9 ayrıca havyan hücrelerindeki Myc etkinliğinin artışı yüzünden kanser hücrelerine dönüşmelerini de engellemiş. Ve bilim insanları en sonunda insandaki tümör hücrelerinin büyümesini de durdurmaya başarmışlar. Toplumsal ve siyasal kültürün ortak bir ürünü: Akademik özgürlük Fatma Nevra Seggie; nevra.seggie@boun.edu.tr ve Veysel Gökbel Üniversitelerin bir toplumda sosyal, kültürel, siyasi ve ahlaki açıdan nasıl konumlandırıldığını anlamadan akademik özgürlüğü tam olarak kavramak mümkün değildir. Bu noktadan hareketle, akademik özgürlük, toplumsal ve siyasal kültürün boyutları, özgürlüğün genel tanımlanması ile üniversitenin ve akademik çevrenin kurumsal ve bireysel tavırlarının kesiştiği bir noktada yer almaktadır. Diğer bir ifadeyle, akademik özgürlük, ne doğrudan üniversite özerkliğinden, ne bilimsel özerklikten ne de yalnızca bireysel özgürlükten ibarettir. Akademik özgürlük, aslında tüm bu faktörlerin bileşkesinden oluşan bireysel, toplumsal ve siyasi hafızanın ortak ürünüdür. Buna ilaveten, akademik özgürlük, bir ülkenin toplumsal, siyasi, ekonomik ve kültürel özgürlüğünden ve demokrasi anlayışından da doğrudan etkilenmektedir. Eğer bir toplumda değişik görüşlere, farklı düşünce ve yaşam tarzlarına karşı anlayış eksikliği varsa, toplumun bir parçası olan üniversiteler de bu durumdan tabii ki hem doğrudan hem dolaylı etkilenecektir. Bu açıdan bakıldığında, genel özgürlüğün sınırlarının toplumsal ve siyasal kültürün günlük yaşamın merkezinde konumlandırıldığı ve toplum ve siyaset tarafından kısıtlandığı ülkelerden biri olan Türkiye’de, zamanı, etkileyen ve etkilenenleri veya muhatapları ve mağdurları değişse de, yükseköğretim alanında akademik özgürlük farklı gerekçeler altında kısıtlanmaya devam etmektedir. Özgürlük güçlü olanın tanımladığı şekliyle uygulanmış, her dönemin değişen aktörleri kendi tanımladıkları özgürlükleri önce topluma sonra akademiye tepeden inme yöntem ile dikte etmişlerdir. Kısaca, Türkiye’de akademik özgürlüğün de bir ideolojisi vardır demek mümkündür ki bu da “benim tanımladığım akademik özgürlük” düşüncesinin çeşitli dönemlerde üniversite merkezinde yer almasına yol açan bir bakış açısı olmuştur. Sonuç olarak, Seggie ve Gökbel’in “Geçmişten Günümüze Türkiye’de Akademik Özgürlük” (2014) başlıklı analizinde de vurgulandığı üzere, günümüzde akademik özgürlüğün Türkiye yükseköğretiminde teorik ve pratik anlamdaki muğlaklığı hem devam etmekte hem de yeni sorunlara sebebiyet vermektedir. Bu durum, bize akademik özgürlüğün yasalardan ziyade bireyin, toplumun ve siyasetin etkileşiminin bir sonucu olduğunu bir kez daha hatırlatmaktadır. Akademik özgürlük, gerçek hüviyetine, sadece yasalar yoluyla değil, akademik çevrenin üyelerinin, üniversitenin, toplumun ve siyasetin akademik özgürlüğü tam olarak içselletirilmesi ve yaşamlarının, kültürlerinin bir parçası haline getirmesi ile kavuşacaktır. Bu bağlamda, Seggie ve Gökbel (2014)’in de belirttiği gibi, geçmişten bugüne kadar akademik özgürlüğün doğrudan veya dolaylı sınırlandığını gösteren Birçok örnek bulmak mümkündür. Ancak akademik özgürlüğün yukarıda belirttiğimiz bileşkelerin bir ürünü olarak yeterince ele alındığını söylemek güçtür. Dahası akademik özgürlük tartışmaları, genellikle geçmiş referanslara gidilerek yapılmakta, geçmişteki mağduriyetleri merkeze alan tartışmalar, bugüne tam da yoğunlaşmamaktadır. Halbuki bu tartışmaların günümüzü de içine alarak devam etmesi son derece önemlidir. Çünkü günümüzde yaşanan akademik özgürlük bağlamındaki sorunlar, akademik özgürlüğün şekil ve odak değiştirmesine karşın halen ifade, araştırma, öğretme ve öğrenme özgürlüklerinde mücadelelerle karşı karşıya kaldığını göstermektedir. Örneğin, 2013 yılında Molu vd. tarafından yapılan bir çalışmaya göre, 20002001 öğretim yılında soruşturma açılan öğrenci sayısı 2600 civarı iken 20092010 öğretim yılında 6000 civarı olmuştur. Her ne kadar bu soruşturmaların kaçta kaçının özgürlükler kapsamında olduğuna dair somut veriler bulunmasa da, öğrenci sayısının soruşturma sayısına oranı dikkate alındığında, soruşturmalar da herhangi bir azalma olmadığı görülmektedir. 2005 senesinde Boğaziçi Üniversitesi’nde yapılması düşünülen “İmparatorluğun Çöküş Döneminde Osmanlı Ermenileri” başlıklı konferans şikâyet üzerine iptal edilmiş, 2010 yılında Bilgi Üniversitesi’nde bir öğrencinin tez konusu toplumsal ve ahlaki eşiği açtığı için soruşturmaya maruz kalarak, öğrencinin çalışmasına onay veren öğretim üyeleri görevlerinden uzaklaştırılmış, 2012 yılında Akdeniz Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ndeki bir sınavda sorulardan birisinin eşcinsellik üzerine olması nedeniyle öğretim üyesi soruşturmaya tabi tutulmuş, 2013 yılında Kocaeli Üniversitesi’ndeki bir öğretim üyesi Komünist Manifesto’yu ders kitabı olarak okuttuğu için şikâyet edilmiş, yine 2013 yılında Mardin Üniversitesi tarafından organize edilen bir konferans, konusu (eşcinsellik) nedeniyle baskılar üzerine iptal edilmiştir. 2013 yılında ayrıca Gezi Olayları’na desteklerinden dolayı birçok öğretim üyesi, asistan ve öğrenciye soruşturmaların açıldığı görülmüştür. Benzer şekilde, 2014’te Istanbul Üniversitesi’nde Kuantum Fiziği Laboratuvarı bireysel çekişmeler nedeniyle kapatılmış, soruşturmalar açılmış ve çalışanları işten uzaklaştırılmış, yine 2014’te Haliç Üniversitesi’nde bir yazar ve akademisyen mevcut siyasi doktrine eleştiriler getirdiği için işine son verilmiştir. Geçmişten günümüze bu ve buna benzer örnekleri çoğaltmak mümkündür. Amerikalı bilim insanları ilk kez laboratuvarda ürettikleri üçboyutlu beyin dokusunu aylarca hayatta tutmayı başardılar. Araştırmacılar beyin dokusuyla deneyler yaparak, beynin işleyiş biçimi hakkında bilgiler edinmeye çalışacaklar. Besleyici maddeler içerisinde beyin dokusu üretmek aslında yeni bir şey değil ama bugüne kadarki alternatifler kısıtlı idi. Gerçi nöronlar deney tüpünde göreceli olarak uzun yaşıyorlar ama sadece iki boyutlu olarak büyüyorlar. Yapay üçboyutlu sinir hücresi dokuları ise üzerlerinde deney yapamayacak kadar kısa ömürlü oluyorlardı. Boston Tufts Üniversitesi’nde David Kaplan ile çalışan araştırmacılar şimdi iki yöntemin olumlu yanlarını fare nöronlarının yardımıyla bir araya getirdi. Yapay beyin, ipeğin bir bileşeni olan fibroinden oluşan halka biçiminde bir protein matrisinde büyüyor. Burada biriken hücreler, beyindeki gri maddeyle benzerlik gösteren, sık bir hücre dokusu oluşturuyor. Büyük aralıklarla yer alan bağlantılar nöronlar arasındaki iletişimi aksonlar olarak bilinen uzantılarla sağlıyorlar. Aynı durum Kaplan’ın yapay beyninde de söz konusu. Protein halkasındaki boş alanı araştırmacı Üçboyutlu beyin dokusu üretildi! Kanser hücrelerinin önlenemez şekilde büyümeleri her şeyden önce “Myc” proteinine bağlıdır. Kanserin büyümesini önleyen yeni bir madde CBT 14317 / 22 Ağustos 2014 lar bir kolajen jeli ile doldurmuşlar ve burada aksonlar çaprazlama olarak büyümeye başlayarak, sinir liflerinden oluşan bir “kablo karmaşası” oluşturmuşlar. Dış uyarılara tepki gösterip göstermediklerini ve ne şekilde reaksiyon gösterdiklerini görmek için deneyler gerçekleştirmişler. Sinir ağının elektriksel reaksiyonunu görebilmek için besleyici maddenin içine uyarımı engelleyen bir madde eklemişler. Sonuç olarak besleyici içindeki sinir hücrelerinin göreceli olarak gerçekçi davrandıkları yani daha önceleri hayvanlarla gerçekleştirilen deneylerde beklenildiği gibi davrandıkları görülmüş. Exeter Tıp Okulu Üniversitesi’nde ww yönetiminde çalışan araştırma ekibi, D vitamini eksikliği çeken yaşlı insanlarda demans riskinin daha yüksek olduğunu saptadı. Altmış beş yaş üzerindeki 1650 kişinin verilerini değerlendirdi. Şu sıralar sadece İngiltere’de yaklaşık 800.000 demans hastası var. Ve bu sayının 2021 yılında bir milyona çıkması bekleniyor (Neurology). Son Dünya Alzheimer raporuna göreyse dünya genelindeki demans hastalarının sayısı 35 milyon civarında ve tahminlere göre bu sayı 2050 yılında dek üçe katlanarak 115 milyon kişiye ulaşacak. Özellikle de besinle alınan D vitamini her şeyden önce yağlı balıklarda bol miktarda bulunur. Gıda takviyesi dışında özellikle güneş ışığından yararlanmak büyük bir önem taşıyor. Fakat yaşlı insanların ciltleri güneş ışığını D vitamine iyi dönüştüremiyor bu yüzden de D vitamini eksikliği görülme olasılığı ve vitamini diğer kaynaklardan alma zorunluluğu artıyor. Araştırmaya katılanlar altı yıl boyu incelenmiş. Araştırmanın başında hiç kimsede demans veya kalpdolaşım hastalığı bulunmuyordu. O tarihe kadar hiçbir katılımcı inme geçirmemişti. Araştırmanın sonunda iyi D vitamini değerlerine sahip 1.169 kişide demans hastalığı riskinin onda bir olduğu ortaya çıkarken, çok fazla D vitamini eksikliği görülen dokuz kişideki demans riskinin beşte bir olduğu görülmüş. Bilim insanları düşük vitamini değerleri ve demans ve Alzheimer hastalığı arasında bir bağlantının olduğunu düşünüyor. Nilgün Özbaşaran Dede nilodede@hotmail.com D vitamini eksikliği demans riskini artırıyor