22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

TARTIŞMAEDİTÖRE MEKTUP “Üçlü Hale” ve Üniversiteler Piyasa, devlet ve üniversite odaklılık: Dostça işbirliğine, dayanışmaya, paylaşmaya, karşılıklı güvene dayalı işbirliklerinin zorunluluğu ve paylaşılan amaç; ortak bilinç demokratik yönetim biçimi olarak “demokratik yönetişimi” üç kesim için de gerekli kılıyor. Prof.Dr. Yavuz Odabaşı, yodabasi@anadolu.edu.tr Ü lkemiz Yüksek Öğretim sisteminin bugünkü yapısı ve işleyişi birbirini etkileyen ve içiçe geçmiş birçok değişkenin etkisi altındadır. Cumhuriyet öncesi dönemin öncesinde Fransız, daha sonra Alman etkisi kendini göstermiş ve yeni dönemde AngloSakson etki ile birlikte bu üçlünün etkisi, Osmanlı kültürü ile birlikte kendi geleneğini yaratmıştır. Cumhuriyet dönemi modernleştirme atılımı ile bu gelenek ve yapı değiştirilmek istenmiş ve bu geleneklere birbirini tamamlayan, etkileyen ve endüstri döneminin yönetsel ve eğitsel uygulamalarını içeren FordizmWeberizmTaylorizm etkileri eklenmiştir. Endüstri döneminin mantığı ve uygulamasını en iyi biçimde yansıtan bu anlayış birlikteliği; merkezi, bürokratik yapı, kontrol gibi unsurların bir arada ve bir bütün sistem olarak devlet tarafından yönlendirilmesini zorunlu kılmıştır. Sadece, mikro boyuttaki değişimler ve akademik uygulamalar “meslektaş” yönetim ilkelerine bırakılmıştır. Değişen küresel dünyanın yeni PostFordizm rüzgârının, bir araya gelerek oluşan bu bileşimle, ülkemiz yükseköğretim sisteminin yenilenerek dönüşmeye cevap aramayı hızlandırmasından söz edilebilir. Bunun için bitmez tükenmez biçimde öneri ve girişim içeren yasa teklifleri birbiri ardına geliyor. Ancak, istenen ve arzulanan değişim ve dönüşüm tüm bu faktörlerin etkisi ile yaratılan “Bürokratik Oligarşi” ile “Akademik Aristokrasi” anlayışını ve uygulamasını değiştiremiyor. Halbuki gelişmiş ülkelerin çoğunun geçmeyi başardığı yeni boyuta ülkemizin de geçebilmesi zorunlu. sürdürülmesi ile gerçekleşemez. Değişimin yönü; demokratik ve girişimci bir yapıya sahip olmaktan geçer. Bu konudaki en büyük zorluk, değişim ve dönüşümün yasa ve yönetmeliklerle, merkezi bir denetim ile olabileceği anlayışıdır. Bu nedenle, hep bu konulardaki düzenlemeleri tartışır hale geldik ve özü kaçırıyoruz gibi. Düzenlemeler, demokrasi ve küresel kültürü içerecek zihniyet değişiminden başlamalıdır. Diğer bir zorluk ise, bu üçlü haledeki rol, sorumluk ve katkıların uygun biçimde belirlenmesidir. İş dünyası; devlet katkı ve desteğinin üst düzeyde olmasını, üniversitelerin de yenilik ve yaratıcılıkları ile iş dünyasına yeni fırsatlar yaratmasının benimsenmesini ve böylelikle kendi ekonomik katkılarını en düşük düzeyde tutulmasını istemektedir. Devletin “lokomotif” olma görevi bulunmaktadır” anlayışı, iş dünyasının “şirket ideolojisi” çerçevesinde istedikleri biçimde ve söyledikleri doğrultuda çalışması arzusunu içeriyor. Kısaca, “külfeti sana, nimeti bana” anlayışı birlikteliğin dengesini zorlamaktadır. Diğer taraftan devlet, “kim fonluyorsa, o kontrol eder” anlayışı ile geleneksel merkezi denetimi elden bırakmak istemez. Üniversitelerde devletçi bürokrasi, devletçi yapılanma düşünce süreçlerine sıçrar ve onu sarar ve gittikçe bürokratikleşir. Üniversiteler ise, daha çok “meslektaş” yönetim biçiminde ısrar eder ve bunu akademik ve bilimsel özgürlük, özerlik anlayışı ve söylemi ile sürdürmeye çalışır. Kısaca, eşgüdüm ve yönetişim pazar odaklı iş yönetimi (managerial), devlet odaklı (merkezi bürokratik) ya da profesyonel, akademik (meslektaş) odaklı olarak önümüze çıkar. Sorunun can alıcı noktası da buradaki dengenin nasıl kurulabileceğidir. Devlet odaklı olunursa, merkezibürokratik yapıdan ve sorgusuz kabul eden, boyun eğen yapıdaki tepeden aşağıya yönelik, dayatmacı “otokratik karar alma süreci” den kurtulmak olanaksızlaşır. Piyasa odaklı olunursa, sadece onların işine gelen, katkıyı en az ve kişiler bazında veren, piyasanın kuyruğuna takılınmış kısa dönemli çıkarlara hizmet eden bir yapıya bürünülmüş olur. Yenilikçi ve yaratıcı çalışmaların boyutu, kısa dönemli çıkarlarla sınırlandırılmış olabilir. Üniversitelerin yönlendirdiği ve kontrol ettiği yapı ise çoğu zaman yararlı olmayan, boşa giden ve üçlü halenin amaçlarına dönük olmayan bir boyutta kalabilmektedir. Daha çok akademik ünvanların alınmasına dönük puan avsıradan ve rastgele “tesadüfi” olması düşünülebilir mi? Bunları yapan o büyük akıl ile karşılaşıp ta alnından öpüp kutlamak ister miyiz? Tam o anda: “senin gibi büyüğü kim yarattı?..” diye aranır mıyız? Aslında kutlamayı hep dileyelim. Ancak “ Onu da kim yarattı?” kargaşasına da kapılmayalım. Elimizdeki ile yetinsek de “Neden, niçin” sorgulamasını da sürdürelim. Bilinir ki noktanın eni boyu yoktur. Hem var hem yok gibidir. Hem her yerde, hem hiçbir yerdedir. Ancak yan yana gelerek boyu olan çizgileri ve onlarda yüzeyler ile hacimleri, mekân boyutlarını belirler. Oysa mekânın örgütlenmesi için canlılar gelmelidir. Böylece “zaman” oluşacaktır. Canlı yaşamın birileri de “insan”dır. Ne olduysa ondan sonra oldu. Bu insan yaratığı her şeyi merak etti. Çevre ile uğraştı. Bozdu, yaptı, düzeltti. Astı, kesti her şeye karışır oldu. Mekânı süngere benzetti. Dolular, boş ve boşlar dolu olsa gibi de meraklar türedi. Aslında elindekini koruyarak ZORLUKLAR NELER? cılığı biçimindeki çalışmalar birbirlerine benzediğinden; bu benzerleri tekrarlayarak yükselen ve o nedenle hiçbir biçimde değişime uğramayan, katı bürokratik, hiyerarşik yapılar öne plana çıkabilmektedir. İnternet ve teknoloji devrimi, bütün iş dünyasını değiştirmekte olduğu gibi, “yıkıcı yenilikçilik” kaçınılmaz olarak üniversitelerin küresel piyasada oldukları bir dönemde “sosyal sermaye” yaratmak zorunda bırakmaktadır. Değişim aktörü olarak üniversiteler; birçok mesleğin gelecek yirmi yılda otomosyona geçeceğini, yeni ve hızlı mesleklerin yavaş ve uyum sağlayamayanları yutacağı, sileceği bu oluşum çerçevesinde düşünülmektedir. Hatta Avrupa’da olduğu gibi üst beceri konularında yeterli “akıllı uzmanlık” dönemine girildiğinin ve iş dünyasının, yeni mezunların yanında çalışan orta yaştaki çalışanların ve devletin, her yaştaki yurttaşın bu perspektifte eğitim ve öğretim görmesini istendiğinin bilincinde olmalıdır. Dostça işbirliğine, dayanışmaya, paylaşmaya, karşılıklı güvene dayalı işbirliklerinin zorunluluğu ve paylaşılan amaç; ortak bilinç demokratik yönetim biçimi olarak “demokratik yönetişimi” üç kesim için de gerekli kılıyor. Her biri kendi çıkarının önceliğinden yana doğru çekiyorsa bu sistem uygulanamaz. Her üçü de uyumlu birliktelikle aynı yöne gidebilmeli. Bu konuda; paylaşım, katılım, çoğulculuk, çeşitlilik, özgürlük, şeffaflık, iç ve toplumsal denetim ve hesap verebilirlik gibi hem soyut hem de somut özellikler öncül koşullardır ve hepsi demokrasi içinde işlev ve anlam kazanır. Böyle bir paradigma değişimi için kendi başına ve yasal düzenlemelerle oluşan yenilikçi ve yaratıcı olan bir örnek yok. Bunlar; belli bir stratejik ortaklık, işbirliği içinden oluşuyor. Çoklu paydaşlardan oluşan mütevelli heyet, paylaşılan yönetim anlayışına yakın görünüyor. Ancak, iş dünyasına daha yakın durmaya çalışan mütevelli heyet gibi devlete daha yakın duran bürokratik zihniyette mütevelli heyet de mevcut olabilir. Bu durumda “Kim karar alıyor; hangi koşullarda nasıl alıyor; kimin adına ve kimin yararına alıyor?” soruları yanıt bulabilmelidir. İç içe geçmiş bu kavramlar, uygulamalar ve oluşturdukları geleneklerin sarmal içinde nelerin yapılması gerektiğinin belirlenmesi için ortada bunlara yatkın bir demokratik iklim ve uygulama gerekir. Bu olmayınca, “hangi gücün ve iktidarının parçası, aktörü” olunacağının yasalar ve yönetmeliklerle belirlenmesinin ötesine gidilemiyor. Demokratik olmayan yapı ve sistemin, demokratik görünümlü reformlar yapma ile kat edecekleri yollar bir hayli sınırlıdır. Bunlar, üzerinde çok konuşulup tartışılan ve her yazılı metinde bulunan kavramlar olmasına karşın üçlü hale ile ilgisi ve uyum konusunda fazla konuşulmaz ve hızla geçiştirilen özelliklere sahiptirler. Bunun nedeni, “Uzun dönemde kendini gösterebilecek bir zihniyet ve kültür değişimini zorunlu kılmasındandır” denilebilir. Albert Einstein’in, “Sorunlar daha en başta onlara yol açan düşünce modeliyle çözülemez.” sözü bu konuda yeterli açıklamayı getiriyor. örgütleyince sanki “Neden, niçin..” sırrını anlar gibi de olur mu idi? (*) işte meşhur bir sanatçımızdan sorgulama; “Çiçeğe sormuşlar; Neden açıyorsun?.” Çiçek demiş; “sap itiyor..” Sen Sap neden itersin? Sap demiş; “Gövdedir iten.” Gövde neden sapı itiyorsun? “Kök de beni itiyor.” Ey! Kök; “Neden itiyorsun?” “Topraktır iten..” Koca Toprak; “Neden bunları itersin?” Toprak der; “Sen de toprak olunca kulağına fısıldarım.” İşte; bu müthiş sorgulamayı bilsek de hep soralım. “Neden, niçin?” İnsanlık pirimatlıktan böyle sıyrıldı. Sora sora insan oldu. Sonuçlara ulaşma merakı böyle idi. Belki bir zaman yanıtların kulağına fısıldanmasını bekleyemedi. Fısıltıları değil, bilim, sezgi, alın terini yeğledi. Aceleye gerek yok derken hep aceleci oldu. (*) Bedri Rahmi Eyüboğlu SONUÇ Eğitim, araştırma gibi işlevlerinin yanına üniversitelerin yeni ve üçüncü işlevi olarak ‘topluma hizmet’ eklendi. Hiç şüphesiz bunun belirli bir mantığı ve gereği var. Endüstri toplumundan, bilgi toplumuna geçiş büyük bir paradigma değişimidir ve kendi ilkelerini uygulamak için öncelikle zihniyet ve kültür değişimini şart koşar. Üçlü Hale (Triple Helix) kavramsallaştırılması bu ihtiyaçtan doğmuş ve son 25 yılın rehberi ve değişim ile dönüşümün başlangıç noktası olmuştur. Üçlü Hale, yaratıcı ekonomilerin büyümeleri için ve değişen çevre faktörlerinde rekabet edebilmek ve bu konuda üstünlüğü sağlayabilmek için oluşması gereken birlikteliği açıklar. DevletÜniversiteİş Dünyası birlikteliğinin adını Üçlü Hale oluşturmaktır. Bu yapı, çoklu değişkenlerin tarih içinde oluşturduğu geleneğin YENİ BOYUT NEDİR? NedenNiçin İnsan, hayvan, bitkiler, tüm canlı yaşam, hep aynı bilgi, kurgunun yinelenmesi ile bir süreklilik içindeyiz. En ince ayrıntıya dek hücrelerin bilinçli birlikteliği nasıl sağlanmış? Başlangıçlarda her şey; lavlar, ateşler içinde imiş, Canlı yaşam bu kaynayan kazandan mı çıkmış? Her tür’ün ufacık tohumuna bu kadar kendi benzerinin bilgisi nasıl yüklenmiş? Bu inanılmaz dizilimi hangi büyük akıl başardı? Evren sırrına mikro’dan makro’ya beş duyuları eşliğinde akıl ve sonucundaki bilgi ile ulaşıp anlamaya uğraşmak bile mucizelerin en ufak belirtisi midir? Nasıl olur? Kaynayan kazanlardan nasıl rastgele, yaşamlar çıkar? Belki de sır lavlardadır. Ama bu müthiş kurgunun akıl, beyin ve biliminin ortaya koyduğu sonuç ve ürünleri; R. Ruşen Dora Prof. Y. MimarİDGSA CBT 1431 18 /22 Ağustos 2014
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle