Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
pratik yapma alışkanlığı ile ilgilidir. Belirli genler ve genotipler, koşullar ne olursa olsun güçlü bir çalışma isteği yaratır. Ayrıca diğer genetik etkiler, kulak yatkınlığı, beyin ile parmak uçları arasında doğru, hızlı ve eşzamanlı bir bağlantı kurabilme becerisi olarak da sıralanabilir. KAFA BULMAK KONUSUNDA BİLMEDİKLERİMİZ Hambrick’in çalışması ayrıca müzisyenlerin başarısının ne yalnızca genlere, ne de çok çalışmaya bağlı olduğunu gösteriyor; önemli olan çevre ve genlerin etkileşimi.. Önceden insanların genlerinin tetiklemesiyle yeteneklerine yöneldiğine, ancak alıştırma ve egzersizlerle genetik etkinin geri plana itildiğine inanılıyordu. Hambrick ise elde ettikleri sonuçların bunun tersini gösterdiğini söylüyor: “Çok çalışan iki insanın başarı düzeylerinde görülen farklılığın genlerden kaynaklandığı anlaşılıyor. Genetik potansiyel, pratik ile ancak güçlendirilir, hiç yoktan var edilemez. Başka bir deyişle insanlar genetik olarak sahip oldukları yeteneği çevresel etkilerle olgunlaştırıp, geliştirebilir.” Stockholm Karolinska Enstitüsü’nden psikoloji bilim dalından Miriam A. Mosing, son araştırmasında genlere daha büyük bir pay biçiyor. Mosing ve meslektaşları müzik alanında pratik yapma eğilimi ile ritim, melodi ve perde gibi spesifik müzikal yetenekler arasındaki bağlantıyı 10.000 tek yumurta ikizi üzerinde araştırdı. Sonuçta pratik yapma eğiliminin % 40% 70 arasında kalıtsal olduğunu; ne kadar pratik yaparsa yapsınlar ikizlerin müzikal yetenekleri arasında bir farklılık oluşmadığını saptadılar. Mosing bu sonucu şöyle açıklıyor: “Müzikal pratik müzikal yeteneği etkilemez ve değiştirmez. Ve bireyler arasındaki genetik farklılık hem yeteneği hem de pratik yapma yatkınlığını etkiler.” Bu iki çalışma da müzikal yeteneği baz almış olsa bile, sonuçlar kuramsal olarak yetenek ve yaratıcılık isteyen diğer faaliyetlere de uygulanabilir. Hambrick şu anda bilimsel başarının genetik altyapısını araştırıyor. Tüm bilimsel çalışmalarda olduğu gibi Hambrick’in çalışması bazı kısıtlar içeriyor. Müzikal alıştırma ve başarı değerlendirmesi “oldukça kaba” bir temele oturtulmuştur ve çalışmaya konu olan denekler, müzikal yeteneklerine göre değil, başarılı ve hırslı öğrenciler arasından seçilmiştir. Ayrıca hem Hamrick’in hem de Mosing’in çalışmalarında bir konuda “iyi” olmanın tanımı açık olarak yapılmıyor. Başka bir deyişle “teknik açıdan mükemmellik” ile “artistik değerlilik” arasındaki sınırları tam belli olmayan tartışmalı ayırım tam olarak yapılmıyor. Örneğin bazı konserlerde tanık olunduğu gibi virtüözlük hak ettiği övgüyü almazken, göz boyayıcı bir solo seyirciyi ayağa kaldırabiliyor. Hambrick bu konuda şöyle konuşuyor: “Kimse The Beatles ve Rolling Stones gibi müzisyenlerin teknik açıdan ne kadar usta olduğunu tartışmaz. Fakat öyle bir şey yarattılar ki, nedeni bilinmese de insanlarda yankı buldu. Aslında hem ustalığı, hem de yaratıcılığı aynı örnekte ölçmek çok ilginç olabilirdi. Kanımca bu ikisi de genlerle ilişkili, ama farklı genlerle” Yeteneklerimizin genetik altyapımızın etkisi altında olduğunu kabullenmek potansiyel olarak rahatsız edicidir. Bazı müzisyenler mükemmel bir gitar solo ile insanların aklını başından alabilir Fakat Hambrick bulgularını yapıcı olarak görüyor. Daha da önemlisi çocuklarımız için gerçekçi olmayan hedefler koymaktan kaçınmalıyız. Hambrick bu konuda şöyle konuşuyor: “Bence çocukların farklı şeyler denemesine izin vermemiz gerekir. Böylece hangi konuda iyi olduklarını ve aynı zamanda zevk aldıklarını anlayabilirler. Ama herkesin hemen hemen her konuda uzmanlaşabileceği fikri bilimsel olarak savunulamaz ve bunun tersini yapar görünmek de hem toplum hem de bireyler için zararlıdır.” Reyhan Oksay http://bit.ly/1qT8nsO GEN VE ÇEVRE ARASINDAKİ ETKİLEŞİM Makarna ağacından yüksek hasat gezisi notları tek boynuzlu atlar ve som altından saraylar gibi betimlemelerle dolu bir aldatmacalar ansiklopedisi niteliğindedir. Erişteyi Avrupa’ya tanıştıran kişinin Marco Polo olduğu savı da ilk kez televizyonda yayıMlanan 1 Nisan şakasına kıyasla çok daha akla yatkın olmakla birlikte büyük bir aldatmacadır. 1957 yılında İngiliz yayın kuruluşu BBC’nin “Panorama” adlı programı kapsamında aşırı ılık geçen kış ve spagettilere saldıran böceklerin ortadan kalkması sayesinde İsviçreli köylülerin ağaçlarından görülmemiş bir spagetti rekoltesi elde ettikleri halka duyuruldu. Bunun üzerine binlerce İngiliz telefona sarılarak evlerinde nasıl spagetti yetiştirebileceklerini sordu. Bir başka aldatmaca da 1 Nisan şakası geleneğinin Rönesans döneminde yapılan takvim reformuyla, yeni yılın Nisan ayından Ocak ayına taşınmasıyla birlikte yaşamımıza girdiği ve o tarihten itibaren yılbaşını Ocak ayı yerine Nisan ayında kutlayanların alaya alındığı yönündeydi. Ancak ufak bir sorun vardı: Eski Jülyen takvimi de Ocak ayında başlıyordu. Geleneği asıl başlatan kişi, 1 Nisan gününü siyasal düşmanlarıyla dalga geçme günü ilan eden Jül Sezar idi. Sezar, her yıl yaşanan bu kepazeliği önlemek isteyenler tarafından İ.Ö 44 yılında 15 Mart günü (Idus Martii=Mart Ortası) öldürüldü. Et tu*, okurlar? 1995 yılında Discover dergisi 1 Nisan şakası olarak buzu delebilen kurgusal bir hayvan haberi yayımladı. Bu haber üzerine dergi nefret dolu mektup yağmuruna tutuldu. Aradan on dokuz yıl geçmiş olmasına karşın, arada sırada dergiye bu tür gülünçlüklere yeniden kalkışmaması yönünde uyarılar içeren öfke dolu mektuplar geliyor. Dergide en azından Aristo’nun başyapıtı adıyla bilinen ve yanlış bir biçimde ünlü düşünüre ait olduğu öne sürülen klasik tıp metinleri ve halk öykülerini içeren karman çorman yapıttan bir alıntıya yer verilmedi. Elkitabı niteliğindeki bu metinler kadınların zina yapmayı uslarından geçirmeleri durumunda bile sakat çocuklar dünyaya getirebilecekleri yönünde aldatmacalar içermekteydi. İlk aldatmaca eyleminizi henüz annenizin karnındayken gerçekleştirdiniz; kendi bedeninden kaynaklandığını sandığı yoğun miktarda hormonlar salgılamak suretiyle annenizi sizi daha çok beslemesi gerektiğine inandırdınız. Gerçekte çocuklar eğer zeki iseler dünyaya geldikten sonra daha da yoldan çıkıyorlar. Laboratuvar deneyleri yeni yürümeye başlayan çocukların yalan söyleme sıklığıyla zekâları arasında çok yakın bir bağlantı olduğunu ortaya koyuyor. ABD’li seçmenlerin yaklaşık yüzde 37 kadarı küresel ısınmanın bir aldatmaca olduğuna inanıyor. 2012 yılında Batı Avustralya Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmaya göre, insanların iklim bilimine inanıp inanmadıklarını o kişilerin komplo teorilerine inanıp inanmadıklarından yola çıkarak önceden kestirebiliriz. Komplo teorilerine inananlar, söz gelimi HIV ile AIDS arasındaki bağlantı gibi, çok sayıda bilimsel bulguya da karşı çıkıyorlar. • Marco Polo’nun 13. yüzyılda kaleme aldığı ünlü Asya •Bir komplo teorisini akla yatkın bulanlar, birbirleriyle • • • ÇALIŞMANIN LİMİTLERİ • • • • • • çelişseler bile, başka komplo teorilerini de inandırıcı bulma eğiliminde oluyorlar. Kent Üniversitesi’nde yapılan bir araştırma Prenses Diana’nın ölümünün bir düzmece olduğuna yürekten inananların onun cinayete kurban gittiğine de en çok inanan kişiler olduğunu ortaya koyuyor. İnsanlar tek tek komploların oyununa gelmekten çok, komplo kavramının kendisini çok daha inandırıcı buluyorlar. Çinli taşılbilimci Li Chun’a göre, Çin’deki deniz müzelerinde sergilenen fosillerin yüzde 80’inden çoğu sahte. National Geographic dergisi 1999 yılında “dinozorlarla kuşlar arasındaki eksik halkanın” bulunduğu yönündeki haberiyle faka bastı. Daha sonraki araştırmalar “Archaeoraptor” adı verilen fosilin tümden bir aldatmaca olduğunu, bunun soyu tükenmiş bir kuşun bedenine dinozor kuyruğunun yapıştırılması suretiyle elde edildiğini ortaya koydu. Çok daha küstahça bir davranış da, 1912 yılında Piltdown Adamı’nın maymunlarla Homo sapiens’ler arasındaki eksik halkanın müjdecisi olarak kamuya duyurulmasıydı. Sonradan kafatasının çağdaş bir insana, çene kemiğinin de bir orangutana ait olduğu anlaşıldı. Britanyalı hayvanbilim uzmanları ilk başta gagalı memelinin bir aldatmaca olduğunu öne sürdüler. Gaga ile kürkün garip birlikteliği karşısında düzenbaz deniz kızlarının varlığını anımsayan uzmanlar böylece oyuna geldiklerini anladılar. Ne var ki, ‘Koca Ayak’ adıyla da bilinen Yeti en az gagalı memeli denli gerçek olabilir. Geçen yıl Oxford Üniversitesi genbilim uzmanlarından Bryan Sykes sözde bir yetiden alınmış kıl örneklerinden DNA dizgesini belirledi ve bunun eski çağlarda İskandinavya’da yaşayan bir kutupayısıyla yüzde yüz eşleştiğine tanık oldu. Bu canlı türü günümüzde Himalayalar’ın tepelerinde yaşamını sürdürüyor olabilir. DNA eksikliği 2002 yılında ilk insan bebeği klonladığını öne sürüp bununla ilgili genetik kanıtlar sunmayı reddeden Clonaid şirketine zarar vermemiş olsa gerek. İnsanları uzaylıların yarattığına ve klonlamanın ölümsüzlüğün yolunu açacağına inanan Raelian akımıyla yakından bağlantılı bir kuruluş olan Clonaid şirketi etkinliğini günümüzde de sürdürüyor. 2010 yılında Lazer İnterferometre Dalga Gözlemevi araştırmacıları ilk kez göreliliğin can alıcı önemde bir kanıtı olan kitleçekimsel dalgaların varlığıyla ilgili somut kanıtlar elde ettiler. Binlerce saatlik doğrulama sürecinin ardından, araştırmacılar meslektaşlarının dolduruşuna geldiklerini fark ettiler. Bir başka muziplik daha: Science dergisi 2013 yılında erişime açık 304 dergiye kanserin sağaltımıyla ilgili düzmece bir araştırma tezi sundu. Kasıtlı olarak yapılmış sayısız yanlışlar içermesine karşın, 157 dergi raporu yayımlamayı kabul etti. Sözün kısası, okuduğunuz her şeye inanmayın. Yukarıda okuduğunuz maddelerden bir tanesinin de aslı faslı yok, baştan sona uydurma. Ne yapalım, karşı koymak elde değildi. *sen de mi? Rita Urgan, Kaynak: Discover • • • • • • • • • CBT 1430 9 /15 Ağustos 2014 BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ?