02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

www.iku.edu.tr B L M KÜLTÜR VE E Yrd. Doç. Dr. Zeynep Oktuğ İstanbul Kültür Üniversitesi FenEdebiyat Fakültesi, Psikoloji Bölümü TM lerin belirgin özelliklerini ortaya koyan boyutları, sonraki yıllarda altıya çıkarmış olsa da, en çok kabul gören dört kültür boyutunda güç mesafesi, bireycilik, belirsizlikten kaçınma, erillik Türkiye için belirlediği özellikler dikkat çekicidir (http://geerthofstede.com/turkey.html). zer karşılaştırmalar yapılabilir. Belirsiz bir durumu, bir grup tehdit olarak algılarken, farklı bir grup, kural koymak için fırsat olarak algılayabilir. İşyerindeki rekabeti, bir grup performansın artması için gerekli bir araç olarak algılarken, başka bir grup işyerindeki dengeleri bozan bir unsur olarak algılayabilir. Bireyin kendi iyi oluşunu, ait olduğu grubun iyiliğinden daha çok gözetmesi, akıllıca bir davranış olarak kabul edilebileceği gibi, vefasızlık olarak da yorumlanabilir. Toplulukçu kültürlerde, ait olduğu grubun çıkarlarını kendi çıkarlarının önünde tutma eğilimi, en değerli vasıflardan biri olarak kabul edilir. “Biz” olmanın getirdiği yararlar ve grup uyumunun önemi vurgulanır. Olaylara benzer bakış açılarıyla yaklaşılır. Ancak, birbirinin duygu ve düşüncelerini tam ve doğru olarak anlama ve bunu birbirine aktarabilme boyutunda, başka bir deyişle, empatik yaklaşım sergileyebilme çerçevesinde, toplulukçu kültürlerin bireyci kültürlerden daha avantajlı olduğunu söylemek zordur. Gruba sadakatle bağlı olmanın getirdiği “grup içi hoşgörü” anlayışı, empatik eğilim için yeterli değildir. Hatta başkalarının duygularını çözebilmek için, bireyin öncelikle kendi duygularının yeterince farkında olması gerektiği düşünülürse, grup içi uyumu bozmamak adına, kendi duygularını anlama çabasından vaz geçiliyorsa, empatik eğilimlerin beslenmesi de pek mümkün olmayabilir. Empatik yaklaşım genel bir tutumu ifade eder. Dolayısıyla, grubun dışında kalanları da kapsar. Bu tür bir yaklaşım, grup içinde farklı bir ses olduğunda bunu, uyumunu bozucu bir tutum olarak değil; anlamayı, kavramayı, çözümlemeyi gerektiren bir süreç olarak yorumlamayı gerektirir. Bu noktada, grubun çıkarlarını gözetme eğiliminin, empatik yaklaşımın benimsenmesini garantilemediğini vurgulamakta yarar vardır. Dikkate alınması gereken başka bir nokta ise, aynı kültür içinde farklı görüşlere sahip grupların var olmasının, kültürün ortak özelliklerinin geçerliliğine engel teşkil etmeyeceğidir. Çeşitliliğin toplumsal gelişim yararına kullanılabilmesi için, farklı grupların birbirlerinin duygu ve düşüncelerini anlamaya istekli olmaları, empati kurma becerileri gelişmiş ise, bunları kullanmada seçici davranmamaları gerekir. Yaşanmış ve yaşanmakta olan olayları anlamlandırmak, davranışların nedenlerini kavramak, çevresel ipuçlarını değerlendirmek, mevcut durumlarla ilgili çıkarsama ve yorum yapmak sosyal yaşam için hayati önem taşır. Duygudüşünce sarmalları halinde günlük yaşamımızda var olan ve çoğu zaman otomatik olarak gerçekleşen bu faaliyetlerin, yaşam kalitesi üzerindeki etkileri düşünüldüğünde, yüksek bir farkındalık düzeyiyle konuya yaklaşılması gerektiği anlaşılır. Böyle bir farkındalık için, bireyin yalnızca kendi içsel süreçlerini irdelemesi yeterli değildir. İçinde yaşadığı topluma ait birtakım yerleşik özelliklerin, kendisinin olayları yorumlama ve başkalarının davranışlarını anlamlandırma biçimini nasıl etkilediğini kavrayabilmesi önemli bir koşuldur. Bu koşulun dikkate alınması, herkesin gruba dahil olan ya da olmayanbirbirine empatik yaklaşımlar sergileyebilmesine katkı sağlayacaktır. * Konularla ilgili ayrıntılı bilgilere İstanbul Kültür Üniversitesi Yayınları aracılığıyla ulaşabilirsiniz. Algı Sürecinde Kültürün Etkisi İ nsanlar çok küçük yaşlardan itibaren, neyin kabul edilebilir, neyin kabul edilemez olduğunu; neyin iyi, neyin kötü sonuçlar getireceğini, içinde bulundukları toplumun özelliklerine bağlı olarak öğrenirler. Etrafta olup bitenlere dair alınan mesajların yorumlanması, edinilen bu izlenimler ışığında gerçekleşir. Belli bir konuda izlenimler hangi yönde güçlenirse, bununla ilgili mesajlar da, muhtemelen o yönde yorumlanır. Gece yarısı pencerede bir tıkırtı duyduğumuzda, ilk aklımıza gelenin rüzgâr mı, yoksa hırsız mı olacağını belirleyen pek çok etken vardır: Geçmiş yaşantılarımız, deneyimlerimiz, genel kaygı düzeyimiz, o anki ruh halimiz, kişiliğimiz… Belli durumlar karşısında yönelimimizi belirleyen bireysel özellikler kadar, bunların içinde harmanlandığı toplumun özellikleri de önem taşır. Kültür, insanların eğilimlerini şekillendirir. Bu eğilimler düşünceleri yönlendirir, böylece, bazı tutumlar öne çıkarken bazıları geri plana itilir. Kişiler zaman içinde, kendilerini bu akışa göre ayarlayabilir, bilişsel ve duygusal süreçlerini de farkında olarak ya da olmayarak buna uydurabilirler. SOSYAL ALGI VE KÜLTÜR Algı sürecinin önemli bir kısmında birey, çevresindeki olayları anlamlandırmaya, diğerlerinin davranışlarının altındaki nedenleri kavramaya çalışır. Sosyal algı olarak adlandırdığımız bu süreçteki gözlemler sırasında, diğer kişi ya da kişilerin yarattığı ilk izlenimler, söz konusu olayla ilgili çıkarımlarda bulunmak için kullanılır. Bunun yanı sıra, mevcut durumun ortaya koyduğu ipuçları değerlendirilir ve olan bitenin altında yatan nedenler hakkında çıkarsamalar yapılır. İşte bu ipuçlarının değerlendirilmesi sırasında, hem kişisel özellikler, hem de kültürel bir takım unsurlar etkin rol oynar. Aynı olayı gözlemleyen iki kişinin, bambaşka ipuçları algılaması mümkün olduğu gibi, aynı ipuçlarını algılayan iki kişinin, bu ipuçlarından bambaşka sonuçlar çıkarması da mümkündür. Örneğin, sokaktaki dilenciyi azarlayan birini gören iki kişiden biri bu davranışın nedenini, azarlayan kişinin acımasızlığına, diğeri ise, dilenmenin olumsuz bir eylem olarak görülmesine bağlayabilir. Kültürün, kişilerin yaptığı çıkarımlar üzerindeki etkilerini irdeleyebilmek için, onun temel özelliklerini iyi bilmek gerekir. Kültür, çok geniş bir kavramdır. Maddi, manevi, tüm değerler ve inançlar, tarihsel süreçte, toplumun ürettiği anlamlarla yoğrularak kültürü oluşturur. Kültürü oluşturan öğeleri belirlemek de oldukça güçtür. Alandaki araştırmalar, kültürün farklı açılardan sınıflandırılmasının yarar sağladığını göstermiştir. Kültürün ülkeden ülkeye gösterdiği farklılıkları ve ülkelerin kendi ulusal kültürleri içindeki benzerliklerini ortaya koyan en kapsamlı araştırmayı, Geert Hofstede, 50’yi aşkın ülkede faaliyet gösteren 116.000 IBM çalışanı ile gerçekleştirmiştir. Yalnızca ulusal kültürleri birbiriyle karşılaştırmakla kalmayıp, aynı zamanda işletmelerde var olan örgüt kültürü ile ulusal kültür arasındaki bağlantıları da inceleyen bu çalışma, işletme ve psikoloji literatüründe en çok sözü edilen araştırmalardan biridir. Hofstede, ulusal kültür CBT 143013 /15 Ağustos 2014 Güç mesafesi boyutunda Türkiye’nin puanının yüksek olduğu, başka bir deyişle, güç dağılımdaki olası eşitsizlikleri kabullenme derecesinin yüksek olduğu görülür. Hiyerarşik düzene yatkınlık vardır, güç merkezileşmiş bir konumdadır. “Baba figürü” özellikleri taşıyan yöneticiler daha çok tercih edilir. Dolaylı iletişim daha sık kullanılır ve bilgiyi aktarmada seçici davranılır. Bireycilik boyutunda Türkiye’nin puanı –beklendiği gibi düşüktür, başka bir deyişle, toplulukçu kültür özellikleri öne çıkar. “Biz” kavramı daha vurguludur. Bir gruba ait olma, ait olduğu gruba sadakatle bağlanma ve grubun çıkarlarını kendi çıkarlarının önünde tutma eğilimi vardır. Grubun ahengi önem taşır, dolayısıyla grup içi çatışmalardan kaçınılır. Ancak söz edilen bu kaçınma davranışı, farklı gruplar arasındaki çatışmaları kapsamaz. Belirsizlikten kaçınma boyutunda, Türkiye oldukça yüksek bir puana sahiptir. Başka bir deyişle, toplum belirsizliğe tahammül edemez. Bu da, yoğun bir şekilde yasalara, kurallara ihtiyaç duyulmasını beraberinde getirir. Belirsiz durumların yarattığı gerginliği azaltmak içinse belli başlı ritüellere bağlı kalınır. Erillik boyutunda, düşük bir puan gözlemlenir. Bunun anlamı, rekabet, galip gelme, diğerlerinden farklılaşma, başarma gibi özelliklere daha çok değer atfedilen eril toplum özelliklerinden ziyade, dengeyi sağlama, mutabakata varma, başkalarına özen gösterme, ezilenin yanında olma gibi kavramların daha değerli bulunduğu dişil toplum özelliklerinin ön planda olduğudur. Hofstede’nin bu geniş kapsamlı çalışmasından elde edilen sonuçlar, Türkiye açısından beklenenin çok dışında olmamakla birlikte, toplumun olayları algılayış biçimleri açısından dikkate değerdir. Örneğin, güç mesafesindeki farklılıklar, kişilerin benzer durumlar karşısında farklı çıkarımlarda bulunmalarına yol açabilir. Çalışanlarını tamamen serbest bırakan, çalışma koşullarını kendilerinin belirlemesine olanak sağlayan bir yönetici, güç mesafesi düşük bir toplumda, “çalışanlarının kişisel gelişimine önem veren biri” olarak algılanabilecek iken, güç mesafesinin yüksek olduğu toplumlarda “gerekli otoriteyi sağlayamayan biri” olarak algılanabilir. Yöneticinin “gerçekte” hangi sebeple bu şekilde bir tutum sergilediğinin anlaşılabilmesi için, bu tür toplumsal bir etkinin varlığının öncelikle “farkında” olunması gerekir. Ancak en önemli engel, alışılagelen bir bakış açısının dışına çıkmanın zorluğudur. Bakış açımız bize iyi gelmese de, ona o kadar alışmışız, öyle çok onunla var olmuşuzdur ki, artık o bize, durup bakılacak “en güvenli” nokta gibi gelebilir. Tıpkı, güvenilir olduğu düşünülen bir otorite figürünün söylediklerini harfiyen yerine getirmenin, yeni yöntemlerle farklı bir yol açmayı denemekten daha güvenli olarak algılanması gibi… Diğer kültürel boyutlar çerçevesinde de ben TÜRKİYE’DE ÖNE ÇIKAN KÜLTÜREL ÖZELLİKLER TOPLULUKÇULUK VE EMPATİ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle