22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

TARTIŞMAEDİTÖRE MEKTUP Yeni bir yükseköğretim raporu “Yükseköğretimin Yeniden Yapılandırılması Kapsamında Dikkate Alınması Gereken Temel İlkeler ve Yaklaşımlar” adında bir rapor yazılmış. Raporun yükseköğretimle ilişkili olması, rektörlük ya da YÖK üyeliği yapmış 9 akademisyen tarafından yazılması ve yazarlar arasında toplumda adı bilinen kişilerin bulunması, raporu önemli kılmaktadır. Rıfat Okçabol Rapor, 38 öneriyi/yaklaşımı içermekte ve ekleriyle birlikte 14 sayfadan oluşmaktadır. Ancak raporun içeriği, beklenen ilginçliğe ulaşamamakta, YÖK Başkanı Çetinsaya tarafından gündeme getirilen yükseköğretim yasa taslaklarına destek vermek amacıyla yazılmış izlenimini vermektedir. Çünkü bu raporda da, Çetinsaya’nın taslaklarında olduğu gibi, piyasacı küresel güçlerle Bologna Süreci’ne (BS) özgü, uluslararasılaşma; kaliteye odaklı yaklaşımlar; çeşitlilik; özerk ama şeffaf ve hesap verebilir sistemler, verimlilik, yenilikçilik, yönetişim ve rekabet gibi söylemlerden geçilmemektedir. Oysa Çetinsaya’nın taslakları yükseköğretimin üniversiteleşmesini önleyecek taslaklardır; bu taslakların, ne yazık ki, akademisyen, dernek ve vakıf olarak yeterince de destekçileri bulunmaktadır. Daha da önemlisi, Çetinsaya’nın taslaklarında olduğu gibi yeniden yapılandırma, bu raporda da BS ile ilişkili olarak önerilmektedir. Bilindiği gibi BS anlayışında, Avrupa Birliği (AB) kültürü, dünyanın en gelişmiş kültürü olarak ileri sürülmektedir. BS’nin özü, AB’yi dünyanın en güçlü ekonomik gücü haline getirmektir ve bu amaçla Avrupa Yükseköğretim Alanı (AYA) oluşturulmasına çalışılmaktadır (bkz. Bologna Süreci Sorgulanıyor, Kayhan Matbaacılık, 2011, derleyen N. E. Önal). AYA’nın oluşturulmasının bir başka amacı, yükseköğretimin, (toplumun değil) sanayinin beklentilerini karşılamasıdır. BS bu hedef doğrultusunda, BS’ye katılmış ülkeler, bu sürecin gereği olarak yükseköğretim yeterlilikler çerçevesini hazırlamaktadırlar. Bu bağlamda, “Türkiye Yükseköğretim Yeterlilikler Çerçevesi” de YÖK tarafından hazırlanmıştır. Ancak bu çerçeve, akademisyenin ve yükseköğretim öğrencisinin yaratıcılığını yok edecek ve akademisyeni öğretmenlikten ve bilim adamı olmaktan uzaklaştırıp verilen çerçeveyi uygulayacak bir teknisyene dönüştürecektir... Bu çerçeve yaklaşımı, eğitimöğretim açısından kabul edilebilir bir anlayış değildir. Oysa bu rapor, anlaşılmaz bir şekilde, hem yeterlilikler çerçevesini olumlamakta hem de üniversitenin yeniden yapılandırılmasının ve yükseköğretimin kalitesinin yükseltilmesinin AYA içinde önceliklendirilmesini önermektedir. Raporda, tabii ki, YÖK yerine “Koordinasyon ve Planlama” görevi yapacak ve tamamen özerk olacak bir kurumun kurulmasının önerilmesi gibi olumlu birkaç öneri de vardır. Ancak öneriler ağırlıklı olarak piyasacı bir anlayışla kaleme alınmıştır. Raporda her fırsatta rekabet ve kurumlar arası yarışmadan söz edilmektedir. Rektörlerin, kuruma önderlik edebilecek ve kaynak yaratabilecek kişiler arasından seçilmesi istenmektedir. Üniversitelerde, iş güvencesinin olmaması anlamına gelen, sözleşmeli kadroların açılması önerilmektedir. Koordinasyon ve Planlama görevi yapacak bir kuruluş önerilirken, sanki bu kurulun görevlerinden biri yükseköğretimde kalite güvencesini sağlamak değilmiş gibi, ayrıca Kalite ve Akreditasyon Kurulu’nun oluşturulması da önerilmektedir. Bu da yetmemekte, program akreditasyonunun yapılması da istenmektedir. Raporda, eğitimde fırsat eşitliğini yok eden vakıf üniversiteleriyle ilgili bir yorum bulunmamakta, tam tersine eğitimde fırsat eşitliğini yok edecek önerilere yer verilmektedir. Yurtdışında yükseköğretim kurumu açılması, yurtdışındaki üniversitelerle ortak programlar oluşturulması, Türkiye’deki üniversitelerin yurtdışındaki üniversitelerle ortak üniversite kurmaları önerilmektedir. YÖK 2000’lerin başında, aralarında Boğaziçi Üniversitesi’nin (BÜ) de bulunduğu beş üniversite ile New York Eyalet Üniversitesi (State University of New YorkSUNY) arasında ortak programlar başlatmıştı. Bu uygulamaya göre, üniversiteye giriş sınavlarında beş üniversiteden birini kazanamayan öğrencilere, büyük bir bedel ödeyerek bu programlardan birine girme, iki yılı girdikleri üniversitede onlar için açılacak ayrı sınıflarda ve iki yılı da SUNY’de okuyup iki diploma alarak mezun olma fırsatı verilmişti. BÜ akademisyenlerinin büyük bir çoğunluğu, bu program uygulamaya başlandığında haberdar olmuş, hemen bu uygulamaya karşı çıkmıştı ve yönetim de bu uygulamaya son vermek zorunda kalmıştı (anlaşılmaz bir şekilde bu ayrımcı bu uygulama diğer üniversitelerde devam etmektedir). Parası olan öğrenciye bu denli ayrıcalık verilmesini akademisyenlerin büyük çoğunluğunun benimsemediğini bile bile, BÜ’de rektörlük yapmış iki akademisyenin bu öneriye katılması ise şaşırtıcı olmaktadır. Raporda, gelirden hakça vergi alınmasını, kayıt dışı ekonominin vergilendirilmesini ve vergi kaçağının önlenmesini, bu yolla üretilecek kaynaktan kamu üniversitelerine yeterince pay verilerek üniversitelerin mali özerkliğe kavuş Dipnot: 1 Bu dernekler şunlardır: Mühendislik Eğitim Programları Değerlendirme ve Akreditasyon Derneği; Fen Edebiyat, Dil ve Tarih Coğrafya Fakülteleri Öğretim Programları Değerlendirme ve Akreditasyon Derneği; Tıp Eğitimi Programları Değerlendirme ve Akreditasyon Derneği; Veteriner Hekimliği Eğitim Kurumları ve Programları Değerlendirme ve Akreditasyon Derneği; Türk Psikologlar Derneği. ması yönünde bir öneri yoktur. Bu tür yaklaşım yerine, rektöre kaynak üretme görevi verilmesi ve gücü olan öğrencinin de üniversite bedelini ödemesi önerilmektedir. Bu öneri, üniversitenin paralı hale gelmesi anlamına gelir. Ekonomik koşulları uygun olmayanlara burs verilmesi önerisi ve beklentisi, Türkiye gerçeğiyle bağdaşmamaktadır. Çünkü 40 yıldır, beş yıllık kalkınma planlarının her birinde, gereksinimi olan öğrenciye burs verileceği belirtilmektedir. Ancak hâlâ hem gereksinimi olan herkese burs verilememekte hem de verilen burs miktarı pek bir işe yaramamakta. Oysa insan hakları açısından ve Türkiye gibi gelir dağılımının çok adaletsiz olduğu ülkelerde, eğitim hakkının gerçekleşebilmesinin yolu parasız eğitimden geçmektedir. Raporda, “yükseköğretimde idari ve mali konularda ortaya çıkabilecek sorunlarla ilgili olarak özerk yapıda ‘Yükseköğretim Hakem Kurulu’ oluşturulması da önerilmektedir. Raporda bu kurulun ÜAK tarafından belirlenmesinin önerilmesi de, raporu hazırlayanların, YÖK’ün ve ÜAK’nin AKP’lileşmiş olmasıyla ilgili Türkiye gerçeğinden de kopuk olduklarını göstermekte ve insanı şaşırtmaktadır. Raporda, yükseköğretim üst örgütlenmesi EK1’de verilen bir şemayla açıklanmaktadır. Bu şemada, Akademik Değerlendirme ve Akreditasyon Kurulu’yla ilişkili olarak beş derneğin1 adı yer almaktadır. Bu şemadan benzeri başka derneklerin de kurulabileceği anlamı çıksa da, altısı YÖK üyeliği yapmış dokuz akademisyenin, şemaya adını yazdıkları beş derneğin arasına öğretmen yetiştirmeyle ilgili bir dernek koymamaları da insanı şaşırtmaktadır. Raporu hazırlayanların, öğretmen yetiştirmenin toplum ve gelecek için ne denli önemli bir iş olduğunun ayrımında değiller mi? Raporu hazırlayanların, üniversiteye giriş sınavlarında 3040 soruda ortalama başarının 10’u geçmemesinin ya da eğitim fakültelerinden mezun olanların önemli bir bölümünün karma eğitime karşı ve dini eğitimi savunan eğitim sendikalarına üye olmasının öğretmen yetiştirme sorunundan kaynaklandığının da ayrımında olmadıklarını da gösteriyor. Rapor, yükseköğretimdeki gericileşme gerçeğine hiç değinmiyor; önerilen yeni yapıyla bir ticarethaneye dönüşecek üniversitede gericileşme sürecinin daha da hızlanacağını görmezden gelmektedir. Özetle, kaleme alanların nitelikleri, birikimleri ve raporun içeriği göz önüne alındığında, rapora, “Dağ fare doğurmuş” demek mümkündür. B CBT 1430 18 /15 Ağustos 2014 Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Bilim Eğitimi Uygulama ve Araştırma Merkezi (MUBEM) ve deneyler öğrenciler tarafından ilgiyle karşılandı. Sonrasında ekibe farklı disiplinlerden araştırmacılar da katıldı. Bodrum katında atıl durumdaki bir oda araştırmalarımızın merkezi haline dönüştü. Bu dönüşüm ekibimiz tarafından Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Bilim Eğitimi Araştırma ve Uygulama Merkezi (MUBEM) kurularak kurumsal bir kimliğe kavuşturuldu. (Merkezimizin kuruluşu 3 Haziran 2013 ve 28666 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır). MUBEM, bilime bütünsel ve sorgulayıcı bir anlayış ile bakılan özgün etkinlik ve deneylerin üretildiği ve bunların gerek ulusal gerekse uluslar arası panel, çalıştay, konferans ve sempozyumlarda sunulduğu bir bilim merkezidir. Tüm dünyada kabul gören dokunma, hissetme, keşfetme, sorgulama ve eğlenceli etkinlikler temelleri üzerinden yeniden yapılanan bilim eğitimini daha geniş kitlelere ulaştırmayı hedeflemektedir. Bilim ilgi ekonomisinin öne çıktığı günümüzde, kaliteli, çağdaş ve saygın yaşama ulaşmanın en önemli kaynağı bilimsel bilgi üretiminin geliştirilmesine bağlıdır. Daha çok dış kaynaklı araştırmalara dayalı olarak geliştirilen fen bilimleri programı öğretim sırasında birtakım sıkıntılara neden olmaktadır. Bilimsel bilginin üretim aşamasında yer almayan öğrenenler, bilim tarihinde gerçekleştirilen deney ve gözlemleri yeni kavramların dilimize uyarlanması ve içeriğin doldurulmasında yaşanan zorluklar nedeniyle anlamakta güçlük çekmektedirler. Bu bağlamda, sorgulamatemelli bilim eğitimi yaklaşımı ile işlenmeye çalışılan fen bilimleri dersi sonucunda kendi düşünsel ve eğitim kültürümüze uygun olarak; nasıl bir içerik nasıl bir öğretmen, nasıl bir öğretim ve nasıl bir değerlendirme sorularına cevap arayışı içerisine girildi. Buna bağlı, Dr. Ayşe Oğuz Ünver ve Dr. Kemal Yürümezoğlu tarafından geliştirilen etkinlikler eğitiminin okul dışında da canlanmasına destek veren MUBEM çocuklara ve yetişkinlere bilimi sevdirmekte ve bilimin gelişmesine hız kazandırmaktadır. Ayrıca kuşaklar arasında bilimsel bilginin üretim ve yaygınlaşmasına esin kaynağı olmayı hedeflemektedir. Bu bağlamda, bu yıl ilki gerçekleştirilen “MUBEM Doğa Okulu: Yaz Bilim Kampı” 913 Haziran 2014 tarihleri arasında Muğla’nın Akyaka beldesinde gerçekleştirildi. Yaşları 11 ile 14 arasında değişen 28 meraklı bilim gönüllüleri “Sorgulayan Çocuk” temasında sabah saat 9:30’da başlayan ve gece gökyüzü gözlemi ile saat 22:30’a kadar devam eden keşifler gerçekleştirdiler. Bilimsel yaratıcılığı geliştiren etkinlikler eşliğinde, bilime bütünsel bir anlayış ile bakarak, bilimsel bilgiyi edinmenin yanında ona karşı büyük bir ilgi de duymaya başladılar. 2007 yılında doğan ve her geçen yıl bilimden sanata her kesim insanın katılımları ile çoğalan Türkiye’de bir ilk olmayı hedefleyen MUBEM’in, tarih boyunca bilime ışık tutan bu topraklarda, bilimin tekrar canlanması ve toplum tarafından kabul edilmesine öncü olması arzusu ile… MUBEM Ekibi Adına Doç. Dr. Ayşe Oğuz Ünver MUBEM Merkez Müdürü www.mubem.mu.edu.tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle