25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Şekil 2: Okyanusun üst katmanlarındaki minimum oksijen yoğunlukları (Wright ve diğerleri, 2013).  Bunun yanında, 2009 yılında Peru açıklarında bulunan oksijen minimum bölgesinde, 5500 km2’lik büyük bir alanı kaplayan, yaklaşık 2.2x104 tonluk bir hidrojen sülfür kuşağı gözlemlendi. Çoğu canlı için ölümcül bir bileşik olan H2S içeren bu bölgelerin, küresel iklim değişikliği ve ötrifikasyon nedeniyle geniş alanlara yayılması büyük çevre felaketlerine yol açabilir. İ Jet Sendromuna Bilimsel Çözüm nsanlarda uzun süreli uçuşlara bağlı olarak meydana gelen ve halk arasında jet sendromu, ya da eşzamanlama bozukluğu olarak bilinen geçici değişiklik ve bozukluklardan gına mı geldi? Michigan Üniversitesi araştırmacıları tarafından matematiksel örneklemelerden yola çıkılarak geliştirilen ve kısa sürede farklı zaman dilimlerinin aşılmasından kaynaklanan sersemlik ve daha başka etkilerin önüne geçilmesini sağlayan ücretsiz bir uygulama size yardımcı olabilir. Jet sendromu sirkadyen ritim adıyla bilinen, insanların uyku, uyanıklık, beslenme ve daha başka fiziksel ya da zihinsel etkinliklerin süresini belirleyen dirimsel çevrimin bozulması sonucunda meydana gelir. Bu bozulma insanlarda yalnızca yorgunluğa yol açmakla kalmayıp, aynı zamanda bunalıma, kalp ve şeker hastalıklarına da neden olabilir. Zaman çizelgesindeki bu ayar bozukluğunun en aza indirilmesi söz konusu çekincelerin de giderilmesine yardımcı olabilir. Jet sendromunun önüne geçilmesi yönünde bir yığın öneri olmakla birlikte, bunların çoğu deneylerle doğrulanmış öneriler değil. Ancak kesin olan şu ki, sirkadyen saat büyük ölçüde ışıkla denetleniyor. Işıkla karşı karşıya kalınan zamanların değişmesi de sirkadyen saatin yavaşlamasına, ya da hızlanmasına yol açabiliyor. Öyle ki, kişinin gün ışığında ne zaman dışarıya çıkacağını ve ne zaman kendini karanlığa gömeceğini bilmesi, içsel çizelgesini yeni zaman dilimine uydurmasına yardımcı olabilir. Peki, kişi bu zamanları tam olarak nasıl kestirebilir? Şekil 4: Kuzey Buz Denizi’nin tabanı, çökelen alg kalıntılarıyla yeşile boyandı (Fotoğraf: Antje Boetius). Not: Konuyla ilgili referans makaleler için yazara eposta gönderiniz CBT 1425 9 /11 Temmuz 2014 (O2) yoğunluğu yüksektir. Fakat okyanusun alt katmanlarındaki yoğun besi maddesi içeren deniz suyunun rüzgâr etkisiyle doğal yollardan yüzeye doğru taşınmasıyla oluşan oksijen minimum bölgelerinde, oksijen tüketen mikrobiyal süreçlerin hızının, fotosentez gibi oksijen üreten reaksiyonlardan ve atmosferden transfer edilen oksijenden daha yüksek olmasından dolayı okyanus yüzeyine yakın tabakalarda neredeyse hiç oksijen bulunmaz (Şekil 2). Son yıllarda yapılan çalışmalar, sera gazı artışına bağlı olarak yaşanan okyanus ısınmasının dolayı, oksijen minimum bölgelerinde O2 konsantrasyonun giderek düştüğünü ve oksijensiz su tabakaların giderek yüzeye doğru yaklaşarak genişlediğini işaret ediyor. Denitrifikasyon ve anammoks gibi mikrobiyal süreçlerle deniz suyundan atmosfere azot transferinin yoğun olarak yaşandığı oksijen minimum bölgeleri, okyanusların sahip olduğu azotun yaklaşık %40’lık bir bölümünü kaybetmesine neden oluyor. Oksijen minimum bölgelerinin genişlemesi, okyanuslardaki küresel azot dengesinin bozulmasına neden olacağı gibi, biyojeokimyasal döngülerin eşgüdümlü olarak yürüdüğü göz önüne alınırsa, karbon ve sülfür çevrimlerini de etkileyebilir. Örneğin, okyanuslardaki aşırı azot kaybı birincil üretim gibi iklimi kontrol eden biyolojik süreçlere yansıyabilir. Kuzey Buz Denizi’ndeki birincil üretim (fotosentez), kalın buz Şekil 3: Kuzey Buz tabakasının güneş ışığıDenizi’nde görülen “erinın suya nüfuz etmesini me havuzları” (Fotoğraf: engellemesi ve su koloKathryn Hansen). nundaki tabakalaşmanın besi maddelerinin transferini zorlaştırması nedeniyle sadece yaz aylarında gerçekleşir. İklim değişikliğiyle Kuzey Buz Denizi’ndeki buzullarda yaşanan azalma ve eriyen buz kütlelerinin oluşturduğu “erime havuzları” (Şekil 3) birincil üretimini hızını ve kapsamını arttırıyor. Kuzey Buz Denizi’ndeki buz tabakasının tarihinin en düşük seviyesinde olduğu 2012 yılında Antje Boetius önderliğinde yapılan bir araştırmada, deniz tabanında çok geniş alg tortuları gözlemlendi (Şekil 4). Daha önce oligotrofik bir ortamın hüküm sürdüğü deniz sedimentlerinde görülen yoğun organik madde artışı, oksijenin alt katmanlara taşınmasını engelleyerek Kuzey Buz Denizi’nin tabanında anoksik koşulların oluşmasına neden olabilir. Oksik koşullarda yaşayan mikroorganizmaların bu değişime vereceği tepki ve bunun ekolojik sonuçları ise henüz bilinmiyor. Bunun yanında, kutup bölgelerindeki donmuş toprakların (permafrost), erimesiyle salınacak metan, gibi iklimin geleceği açısından büyük önem taşıyor. Metan üreten ve metan tüketen mikroorganizmalar arasındaki metabolik denge, bu bölgelerden salınacak sera gazlarının miktarını belirleyerek en önemli unsur. Bilim insanlarının elde ettiği somut kanıtlar, 21. yüzyılda yaşanan küresel değişimin okyanuslarda yarattığı tahribatı açıkça gözler önüne seriyor. Mikroorganizmaların aracığıyla işleyen biojeokimyasal döngülerde yaşanacak herhangi bir aksaklık, küresel boyutta ekolojik krizlere neden olabilir. Günümüzde yaşanan değişime mikroorganizmaların verdiği tepkinin yüksek çözünürlükle karakterize edilmesinin yanında, şu anda öne sürülen küresel gelecek senaryolarında mikrobiyal süreçlerin göz ardı edildiği düşünülürse, iklim değişikliğine mikroorganizmaları da hesaba katan, kapsamlı ve bütüncül modellere de ihtiyacımız var. KUTUP BÖLGELERİNDEKİ ERİME SONUÇLAR Michigan Üniversitesi matematiksel dirimbilim uzmanlarından Daniel Forger, “Bu soruyu yalnızca matematik yanıtlayabilir,” diyor ve matematiksel bir örneklemenin, laboratuvarda yapılan bir deneyin tersine, uyumun olabildiğince hızlı sağlanabilmesi için sonsuz olasılıkları deneyebileceğine dikkat çekiyor. Araştırmacılar sıklıkla önerildiği gibi gelişigüzel şekerlemeler yapmak ya da göze ışık tutmak gibi önlemlere gerek olmadığını, yapılması gereken tek şeyin yalnızca, gözlerle beynin şafak ve alacakaranlık olarak algıladığı durumun zamanlamasını değiştirmek olduğunu ortaya koydular. “Yanıtın son derece karmaşık olacağını düşünmüştük,” diyen Forger, tam tersine, dirimsel saatin hızla değişmesi için yalnızca yeni bir uyku vaktine ve uzun süreli parlak ışık ya da karanlığa gerek olduğunu belirtiyor. Araştırmacılar bu zaman çizelgesinin önceki önerilerden çok daha üstün sonuçlar doğurduğuna, bu yöntemden yararlanıldığında 12 saatlik bir zaman diliminin aşılmasının ardından yalnızca dört günde uyumun tümden sağlanabildiğine dikkat çekiyorlar. Daha da iyisi, bu yöntemle kişi topu topu iki günde “kısmen” uyum sağlıyor, bir başka deyişle, rahat bir uyku çekebiliyor. Daha sonra Michigan Üniversitesi’nden Olivia Walch bu örnekten yola çıkarak Entrain adı verilen ve kullanıcıların uyum sağlayıcı ayarlamaları yapmalarına olanak tanıyan bir iPhone uygulaması geliştirdi. Bu uygulamada kullanıcı önce normal uyku saatlerini giriyor ve ardından yolculuk ettiği bölgeyi ve yolculuk sırasında karşılaşacağı ışık türünü seçiyor (Açık havada yürüyüş mü yapıyorsunuz, yoksa kapalı bir alandaki konferansa mı katıldınız?) Uygulama buna göre bir çizelge belirleyip kullanıcıya ne zaman aydınlıkta ya da karanlıkta olması gerektiğini ve tam uyum sağlamasının kaç gün alacağı konusunda bilgi veriyor. Doğal olarak, kişi uygulamanın belirttiği saatte yatağa giremeyebilir. Bu durum pek bir sorun yaratmıyor, çünkü uygulama zaman çizelgenize kendiliğinden uyum sağlayabiliyor. Tam olarak ne zaman uyuduğunuzu ve o gün ne tür bir ışıkla karşı karşıya kaldığınızı belirttiğinizde, uygulama geleceğe yönelik optimal şafak ve akşam saatlerini güncelliyor. Rita Urgan, Scientific American Online/ 10 Nisan 2014 ZAMANLAMAYI KESTİRMEK SAĞLIK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle