Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
POLİTİKBİLİM Aykut Göker http://www.inovasyon.org; harunaykutgoker@gmail.com İKLİM ARAŞTIRMALARI SUYUMUZ ISINIYOR: Bulunduğumuz coğrafyada şu sırada ‘barışı sağlamak’tan daha önemli bir mesele olabilir mi? Elbette daha önemlisi var: Biraz akıllı olabilmek; biraz akıl... “Yurtta Sulh Cihanda Sulh”... Mustafa Kemal Atatürk’ün ortaya koyduğu ilkeyi O’nun ifade biçimiyle başlığa aldım. Bize aklın yolunu göstermiş. Ama aklın yolunu izleyebilmek, O’nun bir başka ilkesinin daha, “Hayatta en hakikî mürşid ilimdir.” ilkesinin de benimsenmesine bağlıdır. Bilimi, en doğru yol gösterici olarak görmeyen, diğer bir deyişle, düşünce sisteminin merkezine aklı koymayan bir toplumun kendi ülkesinde barışı sağlaması ve buradan hareketle dünya barışına katkıda bulunması düşünülemez. Tabiî eğer ‘barış’ denilince, ‘adil ve kalıcı barış’ı anlıyorsak... Eğer savaş ve barış, tarih boyunca, birbirini izleyerek var olagelmişlerse, bunun açık anlamı, barışın sürekliliğinin bugüne dek hiçbir biçimde sağlanamamış olmasıdır. Oysa insanca olan, düşünebilen bir varlığa uygun düşen barışın kalıcılığıdır. Kalıcılık da ancak adil bir barışla sağlanabilir. ‘Adil olmak’, savaş nedeni olabilecek her türlü adaletsizliği ortadan kaldırmayı içerir. Bölüşümün adaletsiz olduğu, gelir bölüşümünden hak ve özgürlüklerin bölüşümüne kadar, adaleti sağlayamamış bir toplum yurtta sulhu iç barışı sağlayamaz. Uluslararası bölüşümde benzer adaletsizlikler sürüp gidecekse cihanda sulh de dünyada barış da sağlanamaz İçte ya da uluslararası ölçekte bölüşüm adaletinin sağlanabilmesi içinse önce aklı esas almak gerekir. Türkiye coğrafyasının insanları tam da şu sıralarda tarihlerinin çok sancılı dönemlerinden birini daha yaşamaya başlamışlardır. Çünkü Cumhuriyet’in kuruluşuyla aklın egemen kılınmak istendiği bu coğrafyada yönetim 2002’den bu yana, dinsel dogmayı esas alanların elindedir. Ben de hep kullanıyorum ama aslında ‘dinsel dogma’, bugünkü Türkiye gerçeğini çok daha somut olarak görmemizi engelleyen amorf bir kavramdır. Onun içindir ki, durumumuzu bu kavramı kullanarak anlatmak yerine, Türkiye’de yönetimin, Sünnî esaslara dayanan bir devlet, toplum ve dünya düzeni kurmak üzere yola çıkanların elinde olduğunu açıkça belirtmek gerekir. Ve durum buysa eğer, artık hepimiz biliyoruz ki, bir ülkede yönetim bu amacı güdenlerin elindeyse o ülkede de mezhep çatışması çıkacak ve ülke, sınır ötesi mezhep çatışmalarına dâhil olacaktır. Çünkü yine hepimiz biliyoruz, her mezhebin kendi hakikati, kendi mutlak doğrusu vardır ve o doğruya, aklı hiç kullanmadan iman edenler ve tek iman yolu olarak kendi yollarını görenler için yapmaları gereken tek şey, başka inanç sistemlerine bağlı olanları kendi yollarına davet etmek; kabul etmiyorlarsa, onları, sonuçta yok etmektir. Bu şartlanmayla beyinleri yıkanmış olanların başka türlü düşünenlerle adaletli bir bölüşüm temelinde, barış içinde bir arada yaşamaları ne mümkün! Bu düşünce sisteminde çakılı kaldıkları içindir ki, kendi ortaçağlarını hâlâ aşamamış olan günümüz İslâm toplumları, Ortadoğu coğrafyasının mezhepsel ayrışma bataklığında birbirlerini boğazlamakla meşguller... O bataklıktan bizi ayıran laiklik setti bugünkü iktidar tarafından yıkılmıştır. O set yıkıldığı içindir ki, şimdi o bataklık Türkiye coğrafyasına doğru yürümektedir. Üstelik bu coğrafyanın insanları bir de etnik ayrışma temelinde, yaygınlaşma olasılığı giderek artan bambaşka bir bölüşüm kavgasına doğru savrulmuşken bu olmaktadır. Hepimiz ayırdında mıyız, bilmiyorum; üstümüze yürüyen bataklık etnik ayrım gözetmiyor. Size alkışlar Recep Bey, sonunda başardınız. Akıl tutulmasına uğrayan insanlarımızınsa vay hâline... Küresel Değişim Çağı’nda Okyanuslar ve Mikroorganizmalar Burak Avcı Max Planck Deniz Mikrobiyolojisi Enstitüsü, Bremen/Almanya bavci@mpibremen.de 21 CBT 1425 8 /11 Temmuz 2014 okyanuslarda bikarbonat ve karbonat gibi farklı inorganik karbon türleri oluşturur. “Karbonat sistemi” olarak adlandırılan bu denge, kimyasal ve biyolojik bileşenleriyle birlikte, deniz suyunun pH değerini etkileyen en önemli unsur. Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli’nin çevresel etki değerlendirilmesinde kullanılan standart senaryosu IS92a’ya göre atmosferdeki CO2 yoğunluğu 2100 yılına kadar 700 ppm’in üzerine çıkabilir. Bu artışın, deniz suyundaki inorganik karbon türlerinin dağılımını etkileyerek pH değerinde 0,4’e varan bir düşüşe neden olacağı tahmin ediliyor (Şekil 1). Deniz suyundaki pH düşüşünün mikrobiyal topluluklar üzerindeki etkisi son yıllarda hararetle tartışılan konuların başında geliyor. Farklı ekosistemlerde yaşayan bakteriyel topluluklar üzerinde yapılan çalışmalar, azalan pH ile birlikte mikrobiyal komünite kompozisyonunda önemli değişiklikler olacağını öngörüyor. Bu noktada asıl sorulması gereken soru, mikrobiyal topluluklarda yaşanan bu değişimlerin ekolojik izdüşümünün olup olmadığı, yani küresel ölçekteki biyojeokimyasal döngülere olası etkileri. Bu konuda farklı görüşler var. PNAS’ta yayımlanan bir çalışmada, okyanus asitleşmesinin küresel nitrifikasyon (mikroorganizmaların aracılığında amonyağın nitrata oksitlenmesi) hızında %44’e varan bir düşüşe neden olabileceğine işaret ediliyor. Böylesine keskin bir düşüş, okyanuslardaki birincil üretimi ve atmosferdeki N2O yoğunluğunu etkileyerek dünya çapında ekolojik problemlere neden olabilir. Diğer yandan, bir grup bilim adamı da okyanus asitleşmesinin felaket boyutunda bir değişime neden olmayacağını savunuyor. Joint ve oşiŞekil 1: Okyanuslardaki karbonat sistemi ve artan CO2 yoğunluğuna nograf meslektaşları, tatlı ve tuzlu su bağlı pH düşüşüne dair bir senaryo (Grafik: Dieter WolfGladrow). sistemlerinde mevsime ve derinliğe bağlı olarak doğal pH değişimlerinin önemli üç problem: Okyanusların asitleşmesi, ok gözlemlendiğine işaret ederek mikrobiyal toplusijen minimum bölgelerinin genişlemesi ve kutup lukların hali hazırda çok değişken pH koşullarınbölgelerindeki erime ekseninde yapılan bilimsel da yaşayabildiklerini vurguluyor ve kalsifikasyon araştırmaların sonuçlarına ve farklı gelecek senar dışındaki biojeokimyasal süreçlerin okyanus asityolarına yer verilmiştir. leşmesinin etkilenmeyeceği öne sürüyor. Su buharının ardından en önemli sera gazı olan karbondioksit (CO2), diğer gazlar gibi suda çözünmesinin yanında suyla tepkimeye de girerek . yüzyıl, bilim çevrelerinde “küresel değişim çağı” olarak adlandırılıyor. Atmosferdeki sera gazı yoğunluğu, dünya tarihinde ölçülen en üst seviyeye ulaşmış durumda. Artan sera gazı yoğunluğuyla oluşan iklim değişikliği, bir dizi ekolojik soruna neden olacak. Dünya yüzeyinin üçte ikisini kaplayan okyanuslar, bu değişimden etkilenecek sistemlerin başında geliyor. Okyanusların “görülmeyen çoğunluğu” mikroorganizmalar, inanılmaz boyutlara ulaşan sayıları ve biyolojik element döngülerinde üstlendikleri ekolojik roller ile dünyanın “sağlığını” kontrol eden en önemli unsurlardan biri. Bu açıdan bakıldığında, dünyamızı ayakta tutan bu küçük “emekçilerin” okyanuslarda meydana gelecek değişimlere verecekleri tepki, insanlığın kaderini belirleyecek. Bu çalışmada, küresel değişim çağında okyanuslarda gözlemlenen ve mikroorganizmaların etkilenebileceği en OKYANUS ASİTLEŞMESİ Okyanusun üst katmanlarında genelde fotosentez ve taşınım süreçlerinin etkisiyle oksijen OKSİJEN MİNİMUM BÖLGELERİNİN GENİŞLEMESİ