Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ZÜMRÜTTEN AKiSLER riski arasındaki bağlantı kuruldu. Çalışmalar sırasında, Albinolu fareler ve açık tenli insanlardaki zayıf pigmentli melanositlerin daha fazla fibromodilin salgıladıkları görülmüş. Fibromodulin üretimi engellendiğinde ise büyüme azalmış. tomografi aygıtına yerleştirmişler. Bu şekilde süngerimsi dokuya sahip kemiklerde benzer yapılar ortaya çıkmış. Araştırmacılar daha sonra kemikteki hareketleri ve kas demetlerini bilgisayarda “canlandırmışlar”. Tüm bu sonuçlar dört dilkemiğinin de benzer işlevleri yerine getirdiğini ve hemen hemen aynı şekilde kullanıldığını göstermekte. Fakat bu yine de Neandertallerin konuşabildiklerini kesin olarak kanıtlamamakta diyor bilim insanları. A. M. Celal Şengör İTÜ mezunu Burak Avcı’dan gelen bir mektubu aşağıya alıyorum. Biyolojik evrimle ilgilenenleri ilgilendirebileceği kanısındayım: Amerikalı astronomlar, çok uzaktaki gezegegenlerin kütlelerini belirlemeye yarayan bir sistem geliştirdi. Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nden Juilen de Wit ve Sara Saeger tarafından geliştirilen yöntem, ötegezegenlerin kütlelerini atmosferlerindeki belli başlı özelliklere göre belirliyor. Yeni yöntem bugüne kadarki en önemli ama her zaman kullanılamayan standart yöntemle aynı sonuçları veriyor (Science). Bugüne kadar 1000’in üzerinde ötegezegen bulundu. Kütle en önemli özelliklerinden biridir, nitekim karakter ve her şeyden önce de gökcisminin yaşanabilirliği hakkında bilgi verir. Kütle örneğin, bir gezegenin merkezi yıldızının etrafında dönerken kütle çekimiyle onu ne şiddetle “sarsıp”, “salladığına” bakılarak öğrenilebilir. Ötegezegenlerin birçoğu gerçekten de bu şekilde bulundu. Dikey hız (radyal hız) yöntemi olarak isimlendirilen bu yöntem gezegen kütlesinin yıldız kütlesine göre oranını veriyor. Hatta bu veriler o kadar iyi ki, ötegezegenin atmosferi hakkında bile bilgi veriyor. Wit ve Saeger, kütle çekiminin etkisini, sıcaklık yoğunluk ve atmosfer basıncının yüksek profilini açıklayan matematiksel bir bağıntıdan yararlanarak buldu. Sıcaklık, yoğunluk ve basınç profili prensipte bir yıldız tutulmasıyla (transit) belirlenebiliyor. Ve bilim insanları böylece gezegenin kütle çekimini ve dolayısıyla da kütlesini hesaplayabiliyor. Ötegezegenlerin ağırlıklarını saptamak için yeni yöntem Burak’ın Mektubu: Rodopsin ve Gözün Evrimi “Bendeniz Burak Avcı, 2012 yılında İTÜ’den mezun oldum ve Max Planck Deniz Mikrobiyolojisi Enstitüsü’nde yüksek lisans öğrenimime devam ediyorum. Bu gece tesadüfen Youtube’da “Darwin, Din, Bilim” konulu Siyaset Meydanı programının bir bölümünü seyrettim. Programda, gözün evrimini açıklarken terliksi hayvanın ışığa duyarlı hareketini örnek vermişsiniz. Terliksi hayvanların ışığa duyarlığını sağlayan foto reseptörler mevcut. Fakat daha ilkel ‘göz’ yapıları da var. İzninizle bu konuda bir güncelleme yaparak, en ilkel göz formu olan bakteriyel rodopsin ailesinden bahsetmek istiyorum. A vitamininin bir türevi olan ve yüksek yapılı canlıların görme duyusunda, ışığın hissedilmesi için anahtar bir rol üstenen retinol’ü, bakteri ve arkelerde de gözlemliyoruz. Hücre zarına entegre bir şekilde çalışan bacteriorodopsin ve proteorodopsin bünyesinde bulunan retinol, ışığa bağlı olarak cis formundan trans formuna geçiyor (izomerizasyon) ve böylelikle hücre zarı üzerinde bir proton gradienti [eğimi] oluşturuluyor. ‘Proton motif kuvveti’ olarak da adlandırılan bu gradient ile hücre ATP yani enerji üretiyor. Bunun yanında, ışığı hissetmek için rodopsin kullanan mikroorganizmalar da mevcut. MIT’den Edward Delong’un araştırma grubunun keşfettiği bakteriyel rodopsin ailesinin, su ortamında yaşayan mikroorganizmalar için çok önemli bir ekolojik görevi var [1]. Okyanusun üst katmanlarındaki oligotrofik ortamlarda yaşayan belli mikroorganizmalar, besi maddesinin az olduğu durumlarda, organik moleküllerden elde ettikleri kimyasal enerjiden yeterince yararlanmadıkları için ışık enerjisi de kullanarak hayatta kalmak için büyük bir avantaj elde ediyorlar (kötü bir benzetme olacak belki ama şöyle basitleştirebiliriz: etçil bir hayvanın av bulamadığı durumlarda otla da beslenebilmesi). Fotoheterotropi denilen bu beslenme şekli okyanuslarda sıklıkla gözlemleniyor ve enerji akışı açısından çok büyük önem taşıyor [2]. Diğer yandan, en ilkel ışık sensörü olarak bacteriorodopsin ve proteorodopsin’in şu anki veriler ışığında göz evriminin başlangıcını oluşturuyor [3]. Umarım verdiğim bilgiler faydalı olmuştur.” Burak’ın gönderdiği şekli ve verdiği referansı aşağıya alıyorum: [1] Béjà, O. ve diğerleri, 2000, Bacterial Rhodopsin: Evidence for a new type of phototrophy in the sea: Science, c. 289, ss. 19021906 [2] DeLong, E.F. ve Béjà, O. , 2012, The lightdriven proton pump proteorhodopsin enhances bacterial survival during tough times: PLOS Biology, 8 (4), e1000359 [3] Schwab, I. R. , 2012, Evolution’s witness: how eyes evolved: Oxford University Press, ss 69 Bir öğretmenin hayatta en çok zevk aldığı anlar, hiç kuşkusuz, bir öğrencisinden yeni bir şey öğrendiği anlardır. Burak gerçi benim derslerimi almadı, ama benim üniversitemden mezun. Bana böyle büyük bir zevki tattırdığı için kendisine teşekkür borçluyum. Yazdığım popüler bilimsel yazıların ve televizyonlarda yaptığım popüler bilimsel konuşmaların bir faydası olmuyor sanıyordum. Burak gibi genç bilim insanlarımızın bu gibi yazı ve konuşmalarımdan haberdar olup bilgimi genişletip tazelemeleri en azından bana faydalı oluyor. Orhan Bursalı da aslında bu gibi popüler bilimsel faaliyetin halk içinde benim sandığımdan çok daha yararlı olduğu kanaatinde. Tek ümidim, Orhan’ın haklı olmasıdır. Not: Şekildeki ‘in’ içeri, ‘out’ dışarı anlamındadır. İnsanlar bir yılda ortalama olarak iki ila üç kez soğuk algınlığı geçirir. Nezle virüsüne bağlı olarak gelişen enfeksiyonun tam olarak nasıl meydana geldiği yalnızca kısmen biliniyor. İspanyol, Avusturyalı ve Amerikalı biliminsanları şimdi bu bilmecinin diğer bir kısmını çözdü. Nezle virüsü (rinovirüs) çok minik küremsi partiküllerdir. Kalıtım bilgileri (RNA) sıkı sıkıya katlanmış bir şekilde bir protein kılıfında (virüs kapsidi) yer alır. Bilim insanları şimdi RNA’nın bu kılıftan çıkabilmek ve enfeksiyonun temelini oluşturabilmek için ne şekilde hazırlandığını buldu (PNAS). Araştırmacılar bu nezle virüslerinden birinin yapısal değişimlerini, enfeksiyonun konakçı hücreye girmesi, RNA’nın serbest bırakılması ve virüs kalıtımın çoğaltılması sırasında izlemişler. Bu yeni bilgilerin örneğin çocuk felci veya Hepatit A gibi virüse bağlı hastalıkların tedavilerinde de yardımcı olması bekleniyor. Nezle virüsündeki yapısal değişimlerin nedeni çözüldü Nilgün Özbaşaran Dede nilodede@hotmail.com CBT 13997 / 10 Ocak 2014 Neandertal adamının da modern insan kadar iyi konuşabildiği ortaya çıktı. Chieti Üniversite Müzesi’nden Ruggero 1983 yılında İsrail’deki Kebara mağarasında bulunan bir dilkemiğini inceledi. O zamanlar kemiğin, günümüzdeki insanın dilkemiğine benzetilen biçimi nedeniyle Neandertallerin de konuşabildikleri tahmin edilmişti. Şempanzeler ve diğer insansı maymunlar farklı bir dilkemiği anatomisine sahiptirler. PlosOne dergisinde yayımlanan son araştırmada bilim insanları daha ayrıntılı bir inceleme yaparak iki insan türüne ait kemiklerin iç yapılarını da gözden geçirmişler. Bunun için de Neandertal ve modern insana ait dilkemiği fosillerini bilgisayarlı Neandertal’ler konuşabiliyor muydu? Japon Shimizu firması, Ay’ın etrafını bir kuşak gibi saran güneş kolektörleriyle güneş enerjisi toplamak istiyor. 11.000 km uzunluğundaki güneş panelli ekvator kuşağı sayesinde yılda 13.000 teravat enerji elde edilmesi hedefleniyor ki bu Amerika’da güneş panelleriyle elde edilen yıllık enerji miktarının 12.000 katı. Ay’ın tümüyle çevrelenmesi halinde Ay’ın bir yüzü hep güneşe dönük kalır. Ay’ın atmosferinde su, dolayısıyla da bulut bulunmadığı için güneş ışınları aralıksız olarak Ay’ın üzerine yansır. Ay ve Dünya arasındaki vakum da elektrik enerjisinin dünyaya aktarılması sırasındaki direnci düşürür. İyi havada kayıp sadece %2 olur diyor uzmanlar. 11.000km uzunluğundaki “Luna Ring” in inşasının 2035 yılında başlanacak. Japonların çılgın projesi