24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

BELLEK TAZELEME; AMA GÜNCEL (4)*: “Kırık camlar kuramı”na bir başka açıdan bakış Gezi Parkı’nda sökülen Başbakan’ın tanımıyla dört beş ağaca sahip çıkılmaması, Gezi Parkı’nın tamamının yağmalanmasına olanak tanıyacaktır. Ya da Marmaray yapımı sırasında çıkan “birkaç çanak çömlek” sahiplenilmeyecek olursa, sıra çok daha başka zenginliklerin yok edilmesine gelecektir. Örnekleri neredeyse sonsuza kadar artırmak mümkün. Tunç Tayanç, esdaekosos@superonline.com Y aklaşık otuz yıl önce, The Atlantic Monthly’nin Mart 1982 sayısında bir makale yayımlanmıştır: “Broken Windows: The police and neighborhood safety” (Kırık Camlar: Polis ve Mahalle Güvenliği). Yazarlardan biri, o sıralarda Harvard’da olan siyasetbilimci James Q. Wilson, öbürü de bir kriminolog olan George L. Kelling’dir (meraklısı için makalenin tamamı: http:// www.manhattaninstitute.org/pdf/atlanticmonthlybrokenwindows.pdf: erişim tarihi: 31 Temmuz 2013). Söz konusu makalenin çizdiği “kuramsal çerçeve” o gün bu gündür tartışılmaktadır. Özetle, düzensiz bir ortam/ çevre, orasıyla kimsenin ilgilenmediğini gösteren bir ileti verir ve kriminal davranışları davet eder. Kurama adını veren örnek, mahalledeki evlerden birinin camı kırıksa ve değiştirilmiyorsa, kısa süre içinde evin –ve başka evlerin decamlarının kırılmaya başladığıdır. Bu doğrultuda birçok deneysel çalışma yapılmıştır. Aslında, kurama dönüştürülmemiş ve adı konmamış olsa da, kuramın temelleri, esin kaynağı daha da eskiye dayanmaktadır. Stanford Üniversitesi’nden psikolog Philip Zimbardo, 1969’da, plakası olmayan iki otomobilden birini New York’ta, Bronx’a, öbürünü de Kaliforniya’da, Palo Alto’ya bırakmıştır. Bronx’a bıraktığı otomobil, bırakıldıktan kısa süre sonra saldırıya uğramıştır. İlk saldıranlar da baba, anne ve küçük bir oğuldan oluşan bir aile olmuş, otomobilin radyatörünü söküp götürmüşlerdir. Sonuçta, 24 saat içinde arabada para edecek ne varsa alınmış, alınacak bir şey kalmayınca camları kırılmış, çocukların oyun alanına dönüşmüştür. Oysa Palo Alto’ya bırakılan otomobile bir hafta boyunca kimse dokunmamıştır. Bunun üzerine Zimbardo otomobilin camlarından birini kırmış ve ardından o otomobilin de aynı şekilde yağmalandığını gözlemiştir. Daha yakın yıllardan bir başka örnek, New York’un eski Belediye Başkanı Rudolph Giuliani’nin “kırık camlar kuramı”nı kent yönetimine uyarlaması olmuştur. Giuliani, duvar yazılarını her gece sildirmiş, sağa sola atılan çöpleri, döküntüleri sürekli toplatmış, böylece duvar yazılarının dört bir yanı sarmasına, çöp yığınlarının birikmesine olanak vermemiş, kirlenmeyi daha baştan önleyebilmiştir. “Kırık camlar kuramı”nın beyin kıvrımlarımda dönüp durmasının nedeni, çıkış nedeni olan “suç”, “mahalle” vb kavramlar değildir. Kuramın ülke ve siyaset bilimine uygulanabilirliği üzerine, daha önce kafa yormuş olanlara –varsa pek erişemediğimden epey kafa yordum. KURAMIN NEDENLERİ ÜZERİNE Ülkeden, örneğin Türkiye’den başlayalım. Kuşkusuz, “mahalle” boyutuyla uzak yakın hiçbir ilgisi olmasa da, ülke kaynaklarının yağmalanması ile Zimbardo’nun Bronx’a bıraktığı otomobilin yağmalanması arasında bir ilişki kurmak hiç de yanıltıcı olmayacaktır. Ülkenin doğal, tarihsel, kültürel kaynaklarının yağmalanması, söz konusu kaynaklarla doğrudan –hatta dolaylı ilgili olanlar sahip çıkmadığı sürece sürüp gidecektir. Somut ve yakın bir örnek, Gezi Parkı’nda sökülen Başbakan’ın tanımıyla dört beş ağaca sahip çıkılmaması, Gezi Parkı’nın tamamının yağmalanmasına olanak tanıyacaktır. Ya da, Marmaray yapımı sırasında çıkan “birkaç çanak çömlek” sahiplenilmeyecek olursa, sırada çok daha başka zenginliklerin yok edilmesi olacaktır. Örnekleri neredeyse sonsuza kadar artırmak mümkündür. Aynı şekilde, siyaset alanındaki gelişmelere daha en baştan ses çıkarılmaması, ardı sıra çok daha farklı nitelikteki gelişmelerin yolunu açacaktır. Örnek için bknz. geçen haftaki CBT’de değindiğim Martin Niemöller’in sözleri. O nedenle siyaset, hele demokrasi, yurttaşların yaşamında, sadece “sandık”la sınırlanamayacak ve sadece siyaset adamlarına bırakılamayacak kadar önem taşımaktadır ve “kırık camlar kuramı”nın burada da geçerli olduğunu düşündürecek yığınla örnek sıralamak mümkündür: Yolsuzluk, şiddet uygulaması, anayasanın “bir defacık” ihlal edilmesi, ifade özgürlüğü, hukukun çiğnenmesi, yasaların yorumlanması, kitle iletişim araçlarına doğrudan ve/ya dolaylı müdahale vb. Aslında “kırık camlar kuramı”ndan çok daha eskilere dayanan ve çok çelişkili olanlar olsa da durumu bütün çıplaklığıyla özetleyen iki atasözünü ve bir fıkrayı anımsatmakta yarar var: “Yılanın başı küçükken ezilmeli” ve “Zararın neresinden dönülürse kârdır”. Fıkra da şu: Çiftçinin tarlasında birkaç karınca yuva yapmışlar, sağa sola gidip yiyecek arayıp duruyorlarmış; ancak karıncaların farkına varan çiftçi hemen gidip yuvayı bozmuş. Gören biri “Sana bir zararları yoktu, sağa sola koşuşup duruyorlardı” diyecek olmuş. Çiftçinin yanıtı, “Bırakacak olsaydım, iz olurdu” olmuş... Öte yandan, son zamanlarda daha sık düşünür oldum: “Acaba Polis Akademisi’nde “Sarı öküz”ün de unu‘kırık camlar kuramı’ üzerinde ayrıntılı olarak tulmaması gerekir... duruluyor da, ondan mı iki kişi bile bir araya geldiğinde biber gazı kullanılıyor, basınçlı su sıkılıyor?” Bu sorunun yanıtının “evet” olduğunu varsaysak da, tersinin de yurttaşlar için geçerli olduğu, olması gerektiği açık değil midir? “Kırık camlar kuramı” ve bunca lafın yazıya dökülmesinin nedenine gelince... Hani, mahallelere “ihbar kutusu” konulacağına ilişkin haberler baş göstermeye başladı da... Hani, futbol maçlarında elektronik bilet uygulamasına geçileceği söyleniyor da... Hani önümüzde “yaşamsal” birkaç seçim var da... * Bu yazı dizisinin “Sıradan Faşizm”i konu alan birinci yazısı için bknz. CBT, 19 Temmuz 2013; “Cadı Kazanı”nı konu alan ikinci yazısı için bknz. CBT, 26 Temmuz 2013; “Martin Niemöller” üzerine olan üçüncü yazısı için de bknz. CBT, 9 Ağustos 2013, sayı 1377 Egzersiz neden kafayı daha iyi çalıştırıyor? Gün boyunca kapalı bir yerde tıkılı kaldıktan sonra, akşama doğru bir yürüyüşe çıkmak insanın aklını başına getirebilir. Üstelik, bu dinginlik salt akılla da sınırlı kalmaz. Yürüyüş ya da başka türde bir beden alıştırması sonucunda insanın daha iyi düşünüp öğrenebildiğini gözler önüne seren kanıtlar her geçen gün daha da artıyor. Gelgelelim, bu durumun ardında yatan neden henüz tam olarak bilinmiyor. Beden alıştırmalarının bilişsel yetileri geliştirmesi kısmen kan akışından kaynaklanıyor. Araştırmalar beden alıştırmaları yaptığımızda kan akışının, beyin dahil, bedenin her yerinde arttığını ortaya koyuyor. Daha çok kan daha çok enerji ve oksijen anlamına geliyor. Bu iki unsur da beynin daha iyi çalışmasına olanak tanıyor. Bedeni çalıştırmanın zekâya ilişkin yetilerimizi geliştirmesinin bir başka nedeni de, beynin öğrenme ve bellek açısından can alıcı önem taşıyan bir bölgesi olan, hipokampus bölgesinin egzersiz sırasında son derece etkin duruma gelmesi. Araştırmalar bu yapının içindeki sinir hücreleri daha hızlı çalışır duruma geldiklerinde kişinin bilişsel işlevlerinde de bir gelişme meydana geldiğine işaret ediyor. Örneğin, fareler üzerinde yapılan araştırmalar koşmanın uzamsal öğrenme yeteneğini geliştirdiğini ortaya koydu. Yakın geçmişte yapılan başka araştırmalar da aerobik egzersizinin yaşlılığın doğal bir etkisi olarak meydana gelebilen hipokampustaki küçülme sürecini gerçekten de tersine döndürebileceğini ve buna bağlı olarak daha yaşlı erişkinlerde belleği güçlendirebileceğini gösteriyor. Bir başka araştırma da düzenli olarak beden alıştırmaları yapan öğrencilerin, yeterince atletik olmayan yaşıtlarına kıyasla, sınavlarda daha başarılı olduklarını ortaya koyuyor. Ne var ki, insanların bedenlerini çalıştırmak suretiyle neden daha dingin bir kafa yapısına sahip olacak biçimde evrildikleri sorusuna henüz kesin bir yanıt getirilemiyor. Atalarımız bedenlerini çalıştırıp ter döktüklerinde düşmanlarından kaçıyor, ya da avlanıyor olabilirler. Bu gibi acil durumlarda beyne fazladan kan gitmesi onların herhangi bir tehlike karşısında ya da avlanma sırasında daha hızlı tepki vermelerini ve daha akılcı davranmalarını sağlamış olabilir. Öyle ki, kafanız durduğunda koşmak ya da yürüyüşe çıkmak insanı kendine getirebilir. Kaynak: Scientific American online/ 23 Haziran 2013 CBT 1378 3 / 16 Ağustos 2013 DEMOKRASİ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle