Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
TARİHKİTAP Batı’da İslam ve Türk algısı İslam Korkusu ve Türk Korkusu’yla Batı’da ortaya çıkmış algılamaları şiir tadında sunmuş Özlem. Tarihçiliğin “öteki” tarafını duyurmuş bizlere; bilinmeyen, zor anlaşılan, çoğu zaman ortaya çıkması arzulanmayan vasıfları, tarafları. Türkiye Cumhuriyeti’ni özellikle de ilk birkaç on yılını bilinçsizce ve insafsızca eleştirenlerin biraz daha fazla tarih okumalarını, Osmanlıları değişik açılardan görmeleri gerektiğini tekrar anımsatmıştır bizlere. Salih Özbaran, salihozbaran@hotmail.com olabilme mecburiyetini dile getirdiler. ÖZLEM KUMRULAR’IN BAŞARISI T ürk, Türk tarihi ve Osmanlılar üstüne son zamanlarda özellikle medya üzerinden ve politik gerekçelerle yapılan yorumlar inanılamayacak seviyesizliğe ulaştı. Osmanlı özlemi ile tarihçilik sanatı ve zanaatı iç içe geçti. Cumhuriyet’i karalama kampanyası pek çok “medya tarihçiliği”nin başta gelen bir işlevi oldu. Bu arada “Batı” dünyasından da yansımalar oldu. Bu yazımda “ortaçağ”dan “yeniçağ”a uzanan süreç içinde Avrupa’dan seslendirilen imgeleri dile getirmeye çalışacağım; o zamanlar “Türk” için ve “İslam içindeki Türkler” için uygun bulunan imgeleri dikkate sunmak isterken Özlem Kumrular’ın hazırladığı çok önemli iki kitap üzerinde duracağım. Bu kitaplar Müslüman toplumların dışarıdan nasıl göründüklerini, onlar hakkında ne tür etkiler altında imgeler oluşturulduğunu belirlemeye çalışıyor. İber Yarımadası’nın Müslüman kuşatmasıyla başlayan ralamasının bir bilgin tarafından reddidir ve yaşadığımız günler, yıllar için bir ibret dersidir. Kumrular’ın İslam Korkusu (İstanbul: Doğan Kitap, 2012) kitabı şu temel ayrıntılarla donatılmış: “Taşları oynatan üç tarih; üç anlatı; üç büyülü anlatı, Doğu gezginleri; seyahatin üç yüzü; kaynayan kazan; keskin algı; tanık; farklılık; anlatılarda ölümsüzleşen üç toprak; gerginlik noktası. Bu tanımlamaların içi doldurulmaya çalışılmış; her bir tanımlama için izlenimler yansıtılmış. Yapılan iktibaslar ve nakledilen algılamalar çoğu zaman ele alınan süreç için sınırlı kalsa da, nokta atışları gibi görünse de ve kronolojik bir sürekliliği içermese de çok farklı görüntü ve izlenimleri yansıtması bakımından önemli sayılmalıdır. Kumrular’ın kitapları tarihçilik dünyasının, özellikle Türk tarihçiliğinin kitaplığında değişmez yerini alacağa benziyor. Yazar, Türk Korkusu’nda dile getirdiklerini İslam Korkusu’nda tamamlıyor, zenginleştiriyor, kaynaklarını çoğaltıyor. İki kitap, böylece, güzel bir set oluşturuyor. Ne yazmıştı Kumrular Türk Korkusu’nda: “XVI. yüzyıl Osmanlı’nın Akdeniz’in diğer ucuna dek uzanan coğrafyada en çok meKumrular’ın kitapları tarihçilik dünyasının, rak uyandırdığı yüzyıldır. Dolayısıyla özellikle Türk tarihçiliğinin kitaplığında değişmez Türklere dair anlatılanların büyük bir ilgiyle dinlendiği, dilden dile kitaptan yerini alacağa benziyor. Yazar, Türk Korkusu’nda kitaba aktarıldığı bir dönemdir bu. dile getirdiklerini İslam Korkusu’nda tamamlıyor, Çeşitli nedenlerle Osmanlı İmparazenginleştiriyor, kaynaklarını çoğaltıyor. İki kitap, torluğu topraklarında, özellikle de başkentinde bulunan kişilerin tutböylece, güzel bir set oluşturuyor. tuğu günlükler, yazdıkları mektuplar ve gönderdikleri aviso’lar [haberler, bilgilendirmeler] Türk profilinin çizilme göre” yazılan cümlelerin kış gecelerinde yansıyan imgelerini anımsatmıştır. sinde önemli bir yer tutar” (s. 182). Bu bağlamda Özlem Kumrular’ın İspanyol evreninde gelişen, daha sonra da yelpazesini başka ülke ve toplumlara açan çabaları, Osmanlı/Türk ya da İslam imgelerindeki örneklerle açığa çıkarması Türk tarihçiliğinde yepyeni bir atılımın ifadesi olmuştur, olmaktadır. Yalnızca İmgebilim açısından yaklaşımın ötesinde, tarihi okunabilir literatür içine sokabilmesi, anlatım cazibesi yaratabilmesi ve sanatçı yetenekleriyle yoğrulması bakımından da kayda değer bir nitelik kazandırmıştır tarihçiliğe. Seyahat edebiyatının sayılı kişilerinden biri sayılan Stefanos Yerasimos’un vaktiyle saptadığı gibi, “Batı için saplantı oluşturan” bazı konuların dışına çıkarak aynı şeyleri yinelemeden “gerçekliğin dağınık adacıklarına el atabilme” olanaklarını yaratma peşinde koşabilmiştir Özlem’in çalışmaları. Kimi zaman nefret ve hakaret bazen yücelik ve merhamet hatta zaman zaman hayal gücüne, yanlış bilgilendirmeye ve dinsel fanatizme dayandırılan Batı kaynaklarından ve naklettikleri bilgilerden örneklemeleri içeren bir el kitabı konulmuş ortaya. Özlem Kumrular, tarihin “şovalye romansları okurken/dinlerken kendilerini bu dünyanın içinde buluveren, aklı dinledikleri hikâyelerin dünyasıyla özdeşleşenlerden sıkça söz” ettiğini not ederken bana 15. ve 16. yüzyıllarda Osmanlı dünyasındaki tarihçileri yazmaya özendiren motifler arasında “Müslüman ve adil” oluşun, “kâfir ile savaş”ın “askeri sınıfların ve sınır halkının psikolojisine ve Osmanlılar ile 15, 16, 17. hatta 18. yüzyıllarda yaşanantravmayı, korkuyu, antipropagandayı, kıyıda köşede tanık olunan olayları kimi zaman da takdirkârlığı yansıtmaya çalışıyor; Türk tarihçiliğinde bazı öncü çalışmalara rağmen pek geri kalmış olan bir sorunlu alana giriyor; olağanüstü bir iş yapıyor. Yazarın 2008 yılında yayımlanan Türk Korkusu (İstanbul: Doğan Kitap) için önsöz yazmış olan Halil İnalcık’tan bir alıntıyla konuyu günümüze taşıyayım: “Bugün Batı müttefiki olan Türkiye aleyhinde diyasporaların faaliyetleri ‘dostumuz’ Avrupa ülkelerince desteklenmekte veya hiç olmazsa engellenmemektedir. Bir bakıma bunun bir nedenini bu kitap açıklamaktadır. Avrupa’da Hıristiyan halk, Turkey, Turkish Empire aleyhinde yüzyıllarca yoğun bir olumsuz propagandanın etkisi altında kalmıştır. Batı halkı, hâlâ Ottoman Empire ile modern demokratik Türkiye arasındaki kökten farkı göremiyor, çoğu kez görmek de istemiyor”. Bu saptama yukarıda değindiğim ve belirli kesimlerin dillerine pelesenk ettikleri Türkiye Cumhuriyeti ka SINIRLI TANIMANIN TUTSAKLIĞINI AŞMAK MUHTEŞEM YÜZYIL’IN ETTİKLERİ Toplumsal Tarih dergisinde (sayı 111, Mart 2002) “Oryantalizmin Panzehirini Yaratmadan ‘Başka’ları Tanımak: Sınırlı Bilginin Tutsaklığını Aşmak” başlığı altında yazdığım bir yazıya Akdeniz dünyasından, hem de bir Türk tarihçi tarafından, verilmiş bir yanıt gibi algıladım Türk Korkusu’nu ve İslam Korkusu’nu. Tarihçilik adına sevindim. Türkiye’de, ufkunu genişletemeyen aslında övgü dolu sayısız gazete yazılarının, televizyon sohbetlerinin ve ipini koparmış tarihçi tellallığı yapan kitapların tutsaklığını aşamayan bu tarihçi furyasında çok sınırlı kaldı. Bu tutsaklık ne yazık ki günümüzde de giderilmiş değil. Yıllar önce Türk ve Türkiye tanımlarının Selçuklu döneminden başlatarak, özellikle de İtalya’daki ilk imgelerini yansıtan Şerafettin Turan’ın ve özellikle Fransa’daki Osmanlı imajını doktora konusu yapan Orhan Koloğlu’nun ardından gelen ve benim de içinde bulunduğum kimi tarihçiler mukayeseli tarihçiliğin gerektirdiği “karşı tarafı” da bilme zorunluluğunu ya da “başka/öteki” dünyalarda gezinebilme, onları ve oralarda yansıyan imajları tanıma gereğini, hatta o dünyaların tarihçisi de CBT 1378 14 / 16 Ağustos 2013 Özlem Kumrular’ın televizyondaki Kanuni Sultan Süleyman dönemine ilişkin bir televizyon dizisi vesilesiyle ortaya konan beğeni, öfke ve eleştiriler, onun tarihçileri (tabii tarih meraklılarını) aydınlatan “keşfedilmiş” bilgilerini, uzaklardan gelen imgelerini, dolayısıyla Osmanlılarla ilgili yaratılan imajları, gölgede bırakmamalıdır. Tarihçiliği hükümdara yamanmak için kullanan “şehnâmeciler”in ya da “vakanüvis”lerin mesleğine indirgeyen tarihçi güruhunun ve medya tellallarının pek duymak istemedikleri haberler, raporlar, aviso’lar, yazışmalar kenara itilemeyecek olay ve olguları içermektedir. Özlem’in eserleri imparatorluğun yapısını kalıplaşmış tarihçiliğin ve merkezden yayılan hükümlerin dışına çıkarmaktadır; merkezi bilgileri denetlemektedir; tarihçiliğin temel taşları sayılan minik olayları devreye sokmaktadır. Tüm bu açıklamalardan sonra onaylanabilir ki, “Türk” hiçbir zaman tek yüzlü olmamış, farklı çehrelerde yansıtılmış; tüm bunlar zaman içinde değişikliklere uğramıştır. Kumrular’ın ikinci kitabıyla eş zamanda çıkan Bozidar Jezernik’in Hayallerdeki “Türk” derlemesindeki yargıları da böyle bir saptamanın kanıtı olarak görülebilir.