23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

TARİH TEKNOLOJİPOLİTİK Baha Kuban baha.kuban@gmail.com “Hamlet de Güzel İsimmiş” Zeki Arıkan zeki.arikan78@gmail.com Muhsin Ertuğrul, çocuk yaşta tiyatro uğruna evi ocağı terk eder, soluğu kulislerde alır. Othello’nun sahneye konulmasına karar verilince Kâmil Rıza (Othello Kâmil) oyun hakkında bildiklerini oyunculara anlatıyor, Muhsin, merdiven basamağına oturmuş konuşulanları dinliyordu. Konu Othello olduğu halde sürekli “Hamlet” adı geçiyordu. Oturduğu basamakta kendi kendine “Hamlet de güzel isimmiş” diye mırıldandı. Hamlet, 1911 yılında ilk kez bütün olarak İstanbul’da temsil edildi (Orhan Burian,”Shakespeare in Turkey”, Shakespeare Quarterly,II/2 (1951), 127 128). Muhsin Eruğrul, Laertes rolündeydi. Sahnede bir kaza atlattı. O günden sonra içinde bir de Hamlet oynamak düştü. Öyle bir tutku ki yakasını bir daha bırakmadı. Aynı yıl, Muhsin Ertuğrul tiyatro eğitimi için Paris’in yolunu tuttu. Marsilya’dan Paris’e geçti. Quartier Latin’de bir otele yerleşti. Comédie Française’de Hamlet oynadığını gördü. Hemen bilet alarak tiyatroya girdi. Hamlet’i 70’lik bir delikanı, MounetSully oynuyordu. Bu sanatçı yıllardan beri Hamlet oyununda gücünü kabul ettirmişti. Yaşına karşın üç saat boyunca Hamlet’i büyük bir ustalıkla temsil etti. Muhsin Ertuğrul o gece heyecan içinde yine Hamlet’i oynamayı düşündü. İyi ki Dr. Abdullah Cevdet Hamlet’i çevirmişti. Muhsin Ertuğrul, parası tükendiği için Paris’te daha fazla kalamadı. İstanbul’a döndü. Artık Hamlet’i sahneye koymak ve başrolü oynamak sırası gelmişti. Elde Dr. Abdullah Cevdet’in çevirdiği metin vardı. Doktor, Hamlet’i Viyana’da iken çevirmiş, 1908 yılında da Kahire’de bastırmıştı. Eser sahneye konurken kimi teknik sorunların aşılmasında Muhsin Ertuğrul’a yardım etti. Süleyman Nazif, Dr. Abdullah Cevdet’le arası açıldıktan sonra bir yandan onun hakkında garip fıkralar uyduruyor öbür yandan da Hamlet çevirisinde bilmem ne kadar yanlış bulunduğunu yazıp duruyordu. Olabilir! Ama hiçbir şey doktorun tek başına giriştiği büyük çeviri hareketinin değerini küçültemez (Sevda Ayluçtarhan, Dr. Abdullah Cevdet’s Translations…(1908 1910), İstanbul, 2007, PDF). Dr.Abdullah Cevdet hem Doğu’nun hem de Batı’nın klasiklerini dilimize çevirerek iki dünya arasında bir bağ kurmak, her iki dünyayı bir potada eritmek istiyordu. rolündeki başarısını övüyor ve onda büyük bir sanatçı ruhu olduğunu ekliyordu. Bu tartışmalara Tanin sütunlarında Müfit Ratip ve Halide Edip de katıldı. Muhsin Ertuğrul, Cumhuriyet döneminde de Hamlet’i defalarca sahneledi. 1950/51 tiyatro mevsiminde Orhan Burian’ın çevirisini esas aldı. Artık bu böyle devam etti. Çünkü Burian’ın çevirisine büyük bir güven duyuyordu. Engin Cezzar 1959/60 yılında Şehir Tiyatrosu’nda Hamlet’i oynadığı zaman yönetmen Muhsin Ertuğrul, çeviren de yine Orhan Burian’dı. Muhsin Ertuğrul, Orhan Burian’la epey mektuplaştı. Ben onun Burian’a gönderdiği mektupları yeni harflere çevirerek yayınladım. Muhsin Ertuğrul’un evrakı Atatürk Kütüphane’sinde bulunuyor. Bu mektupların karşılığını bulmak için her yaz İstanbul’a gidip geldim. Her gittiğimde evrakın tasnifte olduğu söylendi. Ulaşamadım. Şimdi artık İstanbul’a gidemiyorum. Tasnifin de ne olduğunu yazık ki bilmiyorum. Küresel kapitalizmin, dünyanın doğal sınırlarını zorluyor olması itibarıyla, fiziksel olarak sonunun geldiği tartışması sürüyor. Bilindiği gibi, antroposen kavramı, iklim değişikliği bağlamıyla insan faaliyetlerinin, artık yerkürenin ekolojik süreçlerini belirlemeye başladığı yeni jeolojik çağ anlamında kullanılıyor. “Antroposen” ve Gezegenin İstiap Haddi 2009’da farklı ülkelerden kendi dallarında söz sahibi 28 bilim insanı, Ecology and Society’ (Ekoloji ve Toplum) dergisinde ve daha sonra ‘Nature’da yayımladıkları makaleler ile yerkürenin, “Dünya Sistemi” ‘nin, insanlığın ihlal etmemesi gereken 9 sınırı ya da moda deyimle ‘kırmızı çizgisi’ olduğunu ortaya koydular. Bu sınırların ihlal edilmesi ya da geçilmesi, yerkürenin doğal süreçlerini kesintiye uğratarak ani ya da geri dönülmesi olanaksız olumsuz sonuçlara yol açma tehlikesi yaratmaktaydı. İnsanlığın dünyadaki varlığını tehdit eden bu gelişmeler arasında iklim değişikliği, kuşkusuz bu dokuz sınırın en önemlilerinden biriydi. ‘Dünya Sistemi’ araştırmalarının yanıtlamak istediği bilimsel sorular şunlardı: Dünya sisteminin dengede kalmasını sağlayan ekolojik süreçler nelerdi? Bu süreçlerin küresel ve bölgesel anlamda açıkça tanımlanmış eşikleri saptanabilir mi? Bu eşikler dünya sisteminin dengesine ne kadar katkıda bulunuyor? Bu süreçler için aşılmaması gereken kırmızı çizgiler bilimsel olarak ortaya konulabilir mi? Bu sorular dünya sisteminin büyük ölçüde kendi kendini denetleyen mekanizmalara sahip, fiziksel sınırları olan bir sistem olduğu kabulüne dayanıyor. Buna göre; insan toplulukları esas olarak Holosen çağının başlaması ile ortaya çıkabilmişlerdi Dördüncü Kuaternerin (jeolojik dönemleme) göreceli olarak uzun ve kararlı buzul çağlar arası dönemi olan Holosen çağı, insan topluluklarına biyosferde nispeten kararlı ve düşük riskli bir jeofiziksel çevre sağlamıştı. İnsanlığın 7 milyar nüfusa ulaşması ve küresel ekonomik genişlemesi bu jeolojik döneme denk gelmekteydi... Peki bu dokuz sınır neydi? Stratosferik ozon tabakası: Mor ötesi radyasyonu filtreleyen bu atmosfer tabakasının endüstriyel kimyasallar nedeniyle inceldiği ve yer yer delindiği saptanmıştı. Montreal Protokolü ile bu kimyasalların kullanımının önce sınırlandığını sonra da yasaklandığını gördük. Genel kanı, sanayide teknoloji değişiminin zorlanmasıyla bu sınırın içinde kalınabileceği. Biyoçeşitlilik: İnsanlık tarihinde biyoçeşitlilik kaybı son 50 yılda görülmemiş boyutlara ulaştı. Büyük ölçüde endüstriyel faaliyetlerin tetiklediği bu olgunun muazzam ve karmaşık olumsuz etkileri yeni yeni anlaşılabiliyor. Ekosistem yıkımı ve türlerin yok oluşu kesinlikle ‘kırmızı çizginin’ aşıldığını gösteriyor. Kimyasalların yaygın kullanımı: Ağır metallerin, sentetik organik kirleticilerin, her türden toksik malzemelerin ve radyoaktif maddelerin yaygın kullanımı, modern sanayinin ekosistem üzerindeki yıkıcı etkilerinin başında geliyor. Kuş türleri ve deniz yaşamı üzerindeki araştırmalar, kalıcı genetik bozulmalar ve karmaşık sinerjik etkilenmelere işaret ediyor. Buna karşılık gezegensel eşik olarak ‘kimyasallar’ sınırının çok daha iyi tanımlanmaya ihtiyacı olduğu belirtiliyor. Dünyanın farklı yerlerinde kimyasal felaketlerin, toksik malzeme kazalarının yarattığı yıkıma kuşkusuz çok daha kolay işaret edilebiliyor. İklim değişikliği: Küresel seragazı eşdeğeri salımların bugün 400 ppm seviyesini aştığı saptanıyor. Küresel ısınmayı devrilme noktasına götürecek, buz örtüsü, karbon yutak kayıpları gibi bazı fiziksel sınırların aşıldığı, geri dönüşsüz noktanın geçildiği, ani iklim değişikliklerinin ve katastrofik hava olaylarının beklendiği biliniyor. Denizlerin asidifikasyonu: Atmosferdeki karbon dioksitin hemen hemen dörttebirini emen dünya okyanuslarının ‘kimyasının’ altüst olduğu saptanmakta. Okyanusların yüzey asidifikasyonunun sanayiöncesine göre en az % 30 arttığı tespit ediliyor. Saptanan gezegensel sınırların birbirleri ile yakın ilişkisini gösteren bu olgu en başta denizlerdeki canlı yaşamını doğrudan tehdit ediyor. Küresel etkileşimleri ve eşik değerler açısından deniz asidifkasyonu da çeşitli bilimsel zorluklar arzediyor. Dünyanın istiap haddine ilişkin görüşlere bir sonraki yazıda devam edelim... 1912’DE OYNANIYOR Hamlet, 1912 mayısında Odeon tiyatrosunda oynadı. Gazetelerde oyunla ilgili birçok yazılar çıktı. Bir Shakespeare / Hamlet tartışması başladı. Mehmet Rauf, Muhsin Ertuğrul’un Hamlet CBT 13749 / 19 Temmuz 2013 Muhsin Ertuğrul. Çağdaş Türk tiyatrosunu, Türk sinemasını kurmak için destansı bir uğraş verdi. Daha İkinci Meşrutiyet döneminde büyük bir üne kavuşmuştu. Mustafa Kemal Paşa, daha savaş sona ermeden onun İbsen’den çevirip oynadığı Hortlaklar’da Muhsin Ertuğrul’u izlemişti. Ruşen Eşref, Reşat Nuri arasında Mustafa Kemal Paşa da oyunu izliyordu (Türk Dili, 334 (1979),s.67). Oyundan sonra oturdu, sanatçılarla ve yanındaki gençlerle söyleşti. Muhsin Ertuğrul, çağdaş bir tiyatro ve sinema kurabilmek için bütün dünyayı dolaştı. Fransız tiyatrosunu tanıdı. Alman tiyatrosunu gördü. Sovyetler Birliği’nden Amerika’ya uzandı. İskandinav sanatını özümsedi. Tiyatro ve sinemadaki yeni akımları yakından tanıdı ve bunları uyguladı. Tiyatro okulları kurdu. Tiyatroyu Anadolu’nun uzaklarına taşıdı. Kadınların sahneye çıkmaları için inanılmaz bir savaşım verdi. Aziz Nesin’in büyük bir yazar olarak yetişmense destek verdi. Klasiklerin yanında çağdaş eserlerin de temsil edilmesine olanak tanıdı. Tiyatroda bir izleyici disiplinin kurulmasını ona borçluyuz. Muhsin Ertuğrul, bütün anılarını toplayarak gelecek kuşaklara deneyimlerini aktarmak onurunu da gösterdi (Benden Sonra Tufan Olmasın, Remzi, İstanbul, 2007). Şimdi de Ayşegül Çelik’in kaleminden Ölmeyi Bilen Adam Muhsin Ertuğrul’u (Can, 2013) daha yakından tanımak olanağını buluyoruz. Ne diyordu Muhsin Ertuğrul: “ Bu sanatın dersi, en güzel günlerini yaşarken ölmeye hazır olmaktır. Azrail, ender olarak ölmek sanatını bilen biriyle karşılaşır”. Üniversitem, ona yaşamının son günlerinde Fahir doktora sunmanın onurunu taşıyor. ATATÜRK İZLİYOR
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle