Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
HUKUK POLİTİKASI XIşınları yerine Xray diyenler Türkçeyi yozlaştırıyor Hayrettin Ökçesiz okcesizhayrettin@gmail.com http://okcesizhayrettin.blogspot.com G Prof. Dr. Y. Müh. İlhami Çetin azetelerimizin ve televizyon kanallarımızın verdiği haberlerde sık sık Xray dendiğine tanık oluyoruz. Önemli kuruluşların girişinde Xray cihazlarından yararlanılıyor. Yazılışı ve okunuşu ile Türkçemize hiç uymayan bu İngilizce sözcüğü kullanmamız acaba bir zorunluluk mu? Başka vesilelerle de sık kullanılan Xray acaba ne demek? Henüz Türkçesi bile bilinmeyen yeni bir buluş mu? Burada söz konusu olan ve bizim ne yazık ki Türkçesini söylemekten kaçındığımız Xışınlarını Alman fizikçi Röntgen tam 118 yıl önce buldu. Kısa sürede bu ışınlardan beden içinin görüntülenmesinde yararlanılmaya başlandı. Ülkemizde ilk uygulama OsmanlıYunan Savaşı’nda yaralanan askerlerin vücudundaki kurşun ve mermi parçalarını saptamak amacıyla Dr. Yüzbaşı Esad Feyzi (18741902) tarafından 1897’de gerçekleştirildi. Yazdığı, fakat yayımlayamadığı “Röntgen Şuaatı…” kitabı bu konuda ilk Türkçe yapıttır. Olayın şaşırtıcı ve düşündürücü bir yanı, okullarımızda verilen fizik derslerinde, Alman fizik profesörü Röntgen’in (18451923) 1895 yılında bir deney esnasında, o güne kadar bilinmeyen ışınlar gözlediği ve bilinmeyen niteliğini vurgulamak için bunlara matematikte bilinmeyenin simgesi X harfini kullanarak “Xışınları” adını verdiği öğretilir. Bu ışınları bularak tıpta ve doğabilimlerinde yeni bir çığır açan Röntgen’e ilk Nobel Fizik ödülü verilmişti. İşte hemen hemen herkesin özellikle diş tedavisinde, akciğerlerin ve kırıkların incelenmesinde birçok kez yararlanmış olduğu Röntgen filmlerinin alınmasında X ışınları ile karşılaşmış olmasına rağmen, medyamızda Xışınları yerine Xray denebilmesi, X harfinin bu bağlamda daima büyük harf olması gerekirken bazen küçük harf yazılması, bizdeki fen dersleri öğretiminin de ne denli yetersiz ve yüzeysel kaldığının bir kanıtıdır. Hava alanlarının, birçok resmi ve özel kuruluşun girişinde kullanılan Röntgen aygıtlarına Xray cihazı yerine Xışınlı aygıt veya görüntüleyici demeyi acaba nasıl öğretmeli? Gerçekte, çok yaygın bir dil bilinçsizliği yaşıyoruz. Ülkemizde 1950’den itibaren başlayan genel yozlaşma sürecinden “Türkçem benim ses bayrağım” da büyük yaralar aldı. Oysa bir ulusun dili, onu yaşatan ve bireylerini bir arada tutan, bireylerin olayları anlamasını ve bilinçlenmesini sağlayan en güçlü araçtır. Dilimizle öğreniyoruz, iletişim yapıyoruz, onun kavramlarıyla düşünüyoruz, yaratıcı oluyoruz, hatta bir dili bildiğimiz kadar o dilde düşünebiliyoruz. Acıklı ve düşündürücü olan, güzel dilimizin içimizden kimileri tarafından yozlaştırılması ve kirletilmesidir. Biz bugün bile ulusal dilimize yeterince sahip çıkmadığımız halde, Avrupa daha Yenidendoğuş’tan itibaren ulusal dillere yönelmişti. Bilindiği gibi Ortaçağ’da Batı’nın en yaygın kullanılan din, yazın, felsefe ve bilim dili Lâtince idi. Roma İmparatorluğu’nun ve Hıristiyanlığın da yayılmasını kolaylaştıran bu dil, üstün gelişmişliği sayesinde yerel dilleri her gittiği yerde bastırabilmişti. lar boyunca Arapça bilim dili olarak benimsenerek, bilimin anlaşılması ve gelişmesi engellendiği halde, deneysel fiziğin ve modern mekaniğin kurucusu Galileo Galilei (1564…1642) Lâtince yerine İtalyancayı yeğlemişti. Bu sayede görüşleri üniversite dışına taşarak yaygınlaşmış ve geniş kitleleri etkileyebilmişti. Katkıları ile Newton’un önünü açan ünlü bilgin, Dialogo… (Konuşmalar) isimli başyapıtında “ Bu kitabı halk dilinde yazdım, çünkü onu herkesin okuyabilmesini istiyorum” diyordu. Felsefe alanında ise, “modern felsefenin babası” sayılan Descartes (1596…1650) ana dili Fransızcanın kullanılmasına öncülük etti. Biz ise, Türkçe karşılıkları bulunduğu halde detay, jenerasyon, kalifiye, kompleks, kriter, objektif, global, parazit, çip, enteresan, kapital, metod, promil, golfstrim…demeyi yeğliyor, onlar yerine ayrıntı, kuşak, nitelikli, karmaşık, ölçüt, nesnel, küresel, asalak, yonga, ilginç, sermaye, yöntem, binde, körfez akıntısı….. demeyi çok kez düşünmüyoruz. Yabancı bir dilden bir sözcük alırken, bunun başka dillerdeki karşılığını çok kez araştırmıyoruz. İtalyanca serra’dan serayı alacağımıza, İngilizce greenhouse’ı kullanarak yeşilev ve etkisi yerine yeşilev etkisi diyebiliriz. Ülke isimlerinin anlamını dikkate almıyoruz. İngilizcesi Greenland olan Grönland’ın, Iceland olan İzlanda’nın Türkçesi Yeşilülke, Buzülke olmalıdır. Almancada Yeni Zelanda’ya Yeni Denizülke deniyor. Böylece ezberleme hastalığımız da bir ölçüde azalır. 14 Haziran’dan beri “change.org”da aşağıdaki çağrıya imza topluyorum. Zar zor 210 kişiye ulaşabildik. Destek alabilmek için, DHA’ndan bir gazeteci arkadaşıma, bunun haber olup olamayacağını sordum. “Abi, sayınız çok az” dedi. Çoğunluk ne imzaladı, ne de bir ses verdi. Metin şöyleydi: İşte Böyle HİÇ UYMUYORLAR ULUSAL DİLE YÖNELİŞ Yazın alanında ulusal dile yönelişin en güzel örneklerini Lâtince yerine halkın konuştuğu İtalyancayı yeğleyen Dante (1265…1321), Petrarca (1304…1374) ve Boccacio (1313…1375) verdi. Ülkemizde yüzyıl CBT 137419 / 19 Temmuz 2013 Yazma okuma kurallarımıza ve genelde Türkçemize hiçbir bakımdan uymayan Formula1, mortgage, offshore, fueloil, parttime, fulltime, bypass, Aids… gibi sözcükler ise çok büyük ve ivedilikle çözülmesi gereken bir sorundur. Nasıl ek alacaklar, onlardan başka sözcükler nasıl türetilecektir? “İhbar maili” yazılmasını kabul edecek miyiz? Örnek verdiklerimizden birincisi formül sözcüğünün İngilizcesidir. Bu yarışmaya Fransızlar Formule1, Almanlar Formel1, İngilizler Formula1 diyor. Her dilde kullanılan sözcük formül demek. Bir tek biz aynı kavram için iki farklı sözcük kullanıyor ve Formül1 diyemiyoruz. Belki de formula’nın formül demek olduğunu bilmiyoruz! Bunun gibi TV’yi herkes kendi dilinde okurken, bir tek biz Amerikanca okumayı hüner sayıyoruz. Genç Türkler’i herkes kendi dilinde söylerken (Alm. Jungtürken, İng.Young Turks, İtal. Giovani Turchi, Macarca Ifju Törökök…), yalnız biz Fransızca Jön Türkler (JeunesTurcs) diyoruz, kendi insanlarımız için! Atatürk’ün “Ülkesini, yüksek istiklâlini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.” dileğini hepiniz kutsal bir görev olarak benimsemez ve yerine getirmez isek, yalnız siyaseti ve ekonomiyi değil, kültürümüzü ve kimliğimizi de dış güçlere teslim etmiş oluruz. Bu tehlikeye karşı liselerde ve yüksek okul ile üniversitelerin ilk sınıflarında gençlere Türkçenin yaşamsal önemini, yeni sözcük türetmenin ve yabancı sözcüklere karşılık bulmanın yöntemlerini öğretmeli ve özümsetmeliyiz. Toplumu duyarsızlaştırma çabalarına dikkat çekilmeli, Türkçeyi yozlaştırma tehlikesine karşı tüm ulusal bilincimizle ve gücümüzle karşı durmalıyız. ‘Uygar direniş’ için milletvekillerine ve kamuoyuna ivedi bir çağrı! Yurdun her köşesinde yüzbinlerce insanın doğrudan, artniyetsiz, kararlı, bilinçli, özgeci, düzeyli, yaratıcı ve sevgi dolu bir özveriyle, canlarını tehlikeye atarak, tekbaşına ve hep birlikte giriştikleri bu uzun soluklu eylemler dizisinin ülkeye aydınlık getirmesini ve geniş bir ufuk kazandırmasını istiyorsanız; ülkenizin içerisine sürüklendiği çok boyutlu ve ezici bir iktisadi ve siyasal bunalımdan anlamlı ve güçlü bir demokratik ve hukuksal barışla çıkmasını istiyorsanız; ülkenizi kapıda bekleyen iç ve dış savaşlardan korumak istiyorsanız; bu maceracılara artık yüksek bir sesle dur demek istiyorsanız; halka bir fırsat veriniz! Aşağıdaki noktalarda gerekli düzenlemeler yapılarak erken seçime gidilmediği takdirde meclis’i boşaltacağınızı; bu önlemlerin alınmadığı hiç bir seçime kimsenin katılmayacağını, kısa bir süre tanıyarak, açıkça duyurunuz. Bu noktalar şunlardır: 1) Halkın iradesini kusursuz yansıtacak bir demokrasi hukuku ayrıntılarıyla somutlaştırılmalı, 2) Seçim hilesine imkân veren bilgisayarlı teknolojiden vazgeçilmeli, 3) Hileyi ortaya çıkaracak yol ve yöntemler güçlendirilmeli, 4) Seçim barajı düşürülmeli, 5) YSK kararlarına yüksek yargı denetimi getirilmelidir.” Facebook’taki üyelerimle, aşağıdaki sözleri de ekleyerek, hep yeniden paylaştım: “Arkadaşlar, ilk ve hemen yapılacak işleri konuşmalıyız. Siyasetin çenesi düşmüş durumda. Ya da işten kaçmak için halkı lafa tutmaya çalışıyor. Yapılacak işler çok basit. Hem bu Gezi’ci çocuklara vefa borcumuzu ödemeliyiz, hem de başlattıkları işin başarıyla nihayete ermesi için bu imzaları atmalıyız. Bu uygar direniş çağrısında söylenenler yapılırsa, sürüklenmekte olduğumuz kan batağına yuvarlanmayız. Uygar bir direnişle taşlar yeniden barış içinde yerine oturacaktır. Halka ve kendimize güvenmeliyiz. Kimsenin aldatılmasına izin veremeyiz. Demokrasiyi çağdaş hukuk çerçevesine oturtmalı, hukuk devleti’nin asgari ve ilkesel gerekleri talep edilmelidir. Eyyamcı ve çıkarcı hesaplar önce yapanı yıkar. Yol doğru olduktan sonra kimse kaybetmez. Yolun doğruluğunun yön levhalarını çağdaş demokratik özgürlükçü sosyal hukuk devleti ilkeleri olarak anlamalıdır. Başka levhalar şaşırtmalardır. Beni tanıyanlardan ve benim tanıdığım okurlarımdan imza istiyorum. Esirgemeyin lütfen. Daha etkilisini ve gerçekçisini biliyorsanız, yazın, hepimize iletin ki, onları da bu çerçeveye yerleştirelim. Kaybedecek hiç birşeyiniz yok. Kölenin efendisi korkusudur. Biz özgür ve cesur yurttaşlarız! sevgiyle...” *** “TBB Başkanlığı’na, TMMOB Başkanlığı’na, Tüm Baro Başkanlıklarına, TTB Başkanlığı’na, Tabip Odaları Başkanlıklarına, başkaca oda ve birlik başkanlıklarına, Aşağıdaki çağrı metninin imzalanmasının yönetim kurulunuzda görüşülmesini ve karar metninizin burada kamuoyuna duyurulmasını dilerim. Saygılarımla” *** “Sevgili dostlar! Umut Oran’ın, ‘iki ayyaş’ın kim olduğuna ilişkin soru önergesini meclis başkanı geri çevirmiş... Usulen bile olsa, “Atatürk değildir” diyemeyecek kadar hınç ve nefret dolu olmaktır bu! O kadar ki, kanları donuyor, ve çok iyi bildikleri takiyyeyi dahi yapamıyorlar. Ya da o denli pervasızlaştılar ki, Atatürk’e ayyaş demiş olmaktan ve bu yolla öyle anlaşılmasını istemekten büyük haz duyuyorlar! Biz daha demiş mi, dememiş mi diye düşünürken, yobazlık karnelerine de mürşitlerinden ve müritlerinden birer yıldızlı aferin kondurtuyorlar! Onların “yanlış anlaşıldık” demeleri yerine, mecliste biz, “yanlış mı anlattı acaba” diye soru önergesi veriyoruz! Bu durumda bile, aşağıdaki çağrıyı imzalamayacak mısınız?” *** “Yetmez diyorsan da, imzanla bir destek ver! Küreselleştirmenin dayattığı postdemokratik işleyişe karşı halk, yönetimi ele geçirmiş durumda! Çok yakında bu, çok iyi anlaşılacak. Meclis bunu görüyor, ama kavrayış ve donanımı bakımından çok ilkel ve kaba düşüyor. Ağır aksak, ardından yetişmeye çalışıyor. Yönetimin hali, kaçış telaşından başka bir şey değil. Yıkılırken köhne duvarlar büyük bir gürültü çıkarır. Yandaş medyada duyduklarınız bu gürültüdür. Gezi işte böyle bir şey, bu duvarları yıkan şey!” Aylin Kotil’e…