17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Sağlık Oruç ve kalp sağlığı Kalp rahatsızlığı olan hastalarımızın ramazan ayı yaklaşırken biz hekimlere en sık sorduğu sorulardan birisi “Acaba oruç tutabilir miyim?” olmaktadır. Bu konuda bize düşen görev hastalarımızın gerçekten hangilerinin güvenle bu ibadeti yerine getirebileceğini, hangilerinin ise oruç tutması durumunda ciddi sağlık problemleri ile karşı karşıya kalabileceğini belirlemektir. Oruç tutmak tüm kalp hastaları için zararlıdır gibi bir peşin hüküm elbette doğru değildir. Kaldı ki kalp hastalığı denilen durum tek bir hastalıktan ibaret de değildir. Bu noktada uzamış açlığın önce insan bedeni üzerine olan fizyolojik etkilerine, sonrasında da hastalıklar ile olan ilişkisine biz göz atalım. Dr. Tolga Özyiğit, VKV Amerikan Hastanesi Kardiyoloji Bölümü İ nsan vücudu yaşamak için her zaman enerjiye gereksinim gösterir. Bu gereksinim bedensel faaliyet, uykuuyanıklık durumu, stres gibi faktörlere bağlı olarak gün içerisinde sürekli değişiklik göstermektedir. Bu enerjiyi karşılayan faktör beslenme yolu ile aldığımız besin maddeleridir. Bunların bir kısmı süratle enerjiye çevrilirken, bir kısmı da sonrası için depo edilir. Keza açlık durumunda, depo edilmiş olan bu maddeler tekrar enerji temini için kana salınır. Aynı zamanda enerji metabolizması o anki ihtiyaca göre beyine açlık veya tokluk hissi için emirler gönderir. de devam edeceğinden, hastaların bayılma ve şuur kaybına kadar varabilecek hipoglisemi atakları olabilir. Ayrıca dehidratasyon bu hasta gurubunda “diyabetik koma” denilen durumun gelişmesine de yol açabilir. Öte yandan çözüm kesinlikle ilaçların kesilmesi değildir. Bunun da başka problemlere yol açması kaçınılmazdır. DİĞER ETKİLER SIVI VE TUZ DENGESİ Metabolizmayı ilgilendiren diğer önemli bir durum da sıvı ve tuz dengesidir. Vücut sıvısız kaldığında beyin bunu derhal algılar ve susuzluk hissi ortaya çıkar. Aynı zamanda böbrekler de idrar miktarını azaltarak sıvıyı vücutta tutmaya çabalar. Açlık ve susuzluk hissine rağmen, istemli veya istemsiz olarak bu ihtiyacın karşılanamaması durumu, vücudun savunma mekanizmaları sayesinde bir süre için tolere edilebilir. Yani enerji için depolar devreye girer ve böbrek idrar çıkışını azaltır. Bununla birlikte süre uzayacak olursa artık metabolizma enerji ve sıvı ihtiyacını karşılayamayacak duruma gelir. İşte biraz sonra değineceğimiz tüm olumsuzluklar da bu evreden sonra ortaya çıkar. Bu süre yazımın başında değindiğim gibi kişiden kişiye, fiziksel aktivite, vücut kitlesi ve pek çok farklı dış etmene bağlı olarak değişir. Örneğin tansiyon yüksekliği için ilaç kullanan, ancak masa başında çalışan bir insanda bu süre hastalığa rağmen uzun iken, tamamen sağlıklı ancak yoğun antrenman yapan bir sporcuda daha kısa olabilir. Son olarak oruç tutmanın insan bedenine uzamış açlık ve susuzluk dışında başka etkilerinin de olabileceği iddia edilmektedir. Bunlardan birisi gece uykusunun bölünmesidir ki, bu durumun vücudun biyoritmini bozduğu ve bunun da kalp sağlığını olumsuz etkilediği ile ilgili bazı teoriler mevcuttur. Ayrıca iftar vaktinde aşırı yemek yeme, ya da sahurda yemek yemeden oruç tutma gibi durumlar da ani kan şekeri değişikliklerine neden olabilir. Tüm bu teorik bilgilere rağmen maalesef tıp literatüründe konu ile ilgili yapılan çalışma sayısı son derece azdır. Üstelik yapılmış olan küçük çalışmaların sonuçları da birbirleriyle çelişmektedir. Örneğin, 2004 yılında Heart dergisinde yayımlanan bir çalışmada, Katar’da 19912001 yılları arasında kalp krizi ile hastaneye başvuran 20.856 hastanın dosyaları taranmış ve Ramazan ayı, bir ay öncesi ve bir ay sonrası da dahil olmak üzere, bu dönemde kalp krizi sayısında herhangi bir artış olmadığı tespit edilmiş. Yine aynı merkezin yaptığı benzer başka bir çalışmaya göre, bu aylarda hastaneye felç ile başvuran hasta sayısında da anlamlı bir artış saptanmamıştır. Suudi Arabistan’da yayımlanan başka bir çalışmada ise orucun stabil durumdaki kalp hastaları üzerinde sadece ha fif bir olumsuz etkisi olduğu gösterilmiştir. 1980 ile 2012 yılları arasında konu ile ilgili yapılan bütün bilimsel araştırmaların analiz edildiği diğer bir çalışmada, Ramazan ayının, akut gelişen kardiyak hastalık sıklığı, mevcut kronik hastalığın seyri ve kardiyovasküler risk faktörleri üzerine olan etkisi incelenmiş ve sonucunda Ramazan ayı sırasında akut gelişen kardiyak olay sıklığında istatistiksel olarak anlamlı bir artış bulunamamıştır. Öte yandan kolesterol seviyelerinde diyabetik hastalar hariç önemli bir düzelme (özellikle iyi kolesterol olarak bilinen HDL seviyesinde yükselme) tespit edilmiştir. KESİN BİLİMSEL VERİ YOK Sonuç olarak günümüzde oruç tutmanın ölüm riskini arttırdığı ile ilgili (kalp krizi, inme gibi nedenlerle) hiçbir kesin bilimsel veri bulunmamaktadır. Ancak mevcut çalışmaların çoğunun küçük çaplı ya da geriye dönük (retrospektif) dosya taraması şeklinde yapılmış olmasından dolayı bilimsel değeri kısıtlıdır. Kesin bir hüküm vermek için ancak büyük çaplı, ileriye dönük planlanmış (prospektif), randomize kontrollü çalışmalara gereksinim vardır. Tüm bu bilgilerin ışığı altında özet olarak şunlar söylenebilir: Durumu tıbben kontrol altında olan hafif şiddetteki kalp hastaları kendilerini takip eden doktorlarının da onay vermesi durumunda, ilaçlarını aksatmamak, yeterli sıvı almak ve aşırı egzersizden sakınmak koşuluyla dikkatli bir şekilde oruç tutabilirler. Ancak kritik durumdaki kalp hastaları ile kan şekeri kontrol altında olmayan veya yüksek doz insülin ihtiyacı olan, sık sık kan şekeri düşen ve yalnız yaşayan diyabet hastalarının oruç tutması kesinlikle önerilmemektedir. to etmeye yönelik kitle eylemlerinin insan hakları ve demokratik yaşamın gerekleriyle bağdaşmayan bir şekilde ağır fiziksel şiddet kullanılarak bastırılmaya çalışılması kabul edilemez. Olaylardan çıkarılması gereken en önemli ders, insanın insanca yaşaması önündeki tüm engellemelerin, yasakçı ve her şeyi belirleyen anlayışın yerine gerçek bir demokrasi anlayışının yaşama geçirilmesinin ne kadar gerekli olduğudur. Ülkemizin demokrasi tarihi olumsuz olgularla yeterince kirlidir. Ülkemizin demokrasi tarihine eklenecek yeni bir kirli sayfaya gerek yoktur. Yaşanan olaylarda medyanın takındığı görmezden gelme tutumu da oldukça düşündürücüdür. Biz aşağıda ismi olan felsefeciler Başbakana, insan haklarını ve değerlerini yeniden yaşama geçiren kararların ve uygulamaların önünü bir an evvel açması hususunda çağrıda bulunuyoruz. Kamuoyuna saygıyla duyurulur. Zehragül Aşkın, Güçlü Ateşoğlu, A.Kadir Çüçen, Metin Becermen, İsmail Demirdöven, Sadık Erol Er, H.Haluk Erdem, A.Galip, Atalay Girgin, Doğan Göçmen, Mustafa Günay, Taşkıner Ketenci, Uluğ Nutku, Yaman Örs, Afşar Timuçin, Ali Timuçin, Halil Turan, Çetin Türkyılmaz, Onur Varolun. HANGİ HASTA RİSK ALTINDA? Bu bilgilerin ışığı altında konuya geri dönecek olursak: Hangi hasta gerçekten risk altındadır? Bilindiği gibi hipertansiyon, kalp yetersizliği, kalp kapak hastalıkları gibi rahatsızlıkların çoğunda tansiyon düşürücü etkisi olan başta idrar söktürücüler olmak üzere bir takım ilaçlar kullanılmaktadır. Özellikle sıvı ihtiyacının da karşılanamaması bu hasta gurubunda başta ani tansiyon düşmeleri, ritim bozuklukları ve böbrek yetersizliği olmak üzere sağlık için pek çok olumsuzlukları beraberinde getirebilir. Örneğin vücut sıvısının azalması (dehidratasyon) kanı konsantre ederek pıhtılaşmaya olan eğilimi, dolayısı ile damar tıkanıklığı riskini arttırır. Ayrıca yine dehidratasyona bağlı olarak kalp hızı ve dolayısı ile kalbin oksijene olan ihtiyacı artar. Bu durum kalp damarlarında ciddi darlıkları olan hastalarda olumsuz sonuçlara yol açabilmektedir. Diyabet hastalarındaki duruma bakacak olursak; kullanılan başta insülin olmak üzere hemen hemen tüm antidiyabetik ilaçların “hipoglisemi” yani aşırı kan şekeri düşüşü riski vardır. Üstelik bu etkileri uzun süreli olabilir. Dolayısı ile sahurda alınan şeker düşürücü ilacın etkisi gün içerisin B Felsefecilerden insan hakları ve demokrasi çağrısı CBT 1374 17 / 19 Temmuz 2013 ir haftadır neredeyse bütün ülkede yaşanan; yüz binler ce insanın yıllardır biriktirdiği öfke, ezilmişlik ve “öteki’’ olma duygusunun göstergesi olarak okunması gereken eylemler, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın siyaset yapma tarzını gözden geçirmesini gerekli kılan bir noktaya gelmiştir. Başbakan’ın, yüzbinlerce insanın canı gönülden katıldığı, destek verdiği olayları yalnızca küçümseyici bir dille değerlendirmesi, ülkemizde yaşanan olayların asıl nedenini göremediği ya da görse bile bu durumu bir siyasi araca çevirmek istediği kuşkusu yaratmaktadır. İstanbul’da TaksimGezi Parkı’na yapılmak istenen AVMRezidans, Topçu Kışlası inşaat projesi vesilesiyle başlayan olaylar, bize, %50 oy çoğunluğunun ancak demokratik bir devlette anlamı olabileceğini göstermektedir. Oy çoğunluğunun insanlara ait dünya bakışını ve hayat anlayışını değiştirmek, siyasi iktidar sahiplerinin kendi hayat anlayışlarını, dünya görüşlerini dayatmak anlamına gelmeyeceği kabul edilmelidir. Masumane bir şekilde siyasi iktidarın kimi tasarruflarını protes
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle