17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

GÜNCEL TIP Mustafa Çetiner çı hücrelerle klonlanmıştı. Bunlara lenf düğümlerindeki, kemik iliğindeki ve karaciğerdeki akyuvarlar da dahildir. Japon bilim insanları şimdi dolaşım halinde olan kan yuvarların da klonlama işleminde işe yarayıp yaramadığını kontrol ettiler. Amaç laboratuvar farelerinin kopyalanabilmesi için gerekli olan bağışçı hücrelere kolay ulaşılabilir kaynak bulmaktı. Araştırmacılar bağışçı farenin kuyruğundan kan aldıktan sonra akyuvarları yalıtmış ve hücre çekirdeklerini klonlama deneylerinde kullanmışlar. Çalışma sırasında kopya koyun Dolly’de kullanılan teknikten yararlanılmış. Araştırmamız ilk kez farelerin, periperik kan hücreleriyle de kopyalanabileceğini göstermiştir. Bu hücreler elde edildikten hemen sonra kopyalamada kullanılabiliyor ve bağışçı hayvanların öldürülmesi gerekmiyor diyor bilim insanları. karaciğer iltihabına karşı bir aşı geliştirilebilir. Hepatit C enfeksiyonları ağır karaciğer bozukluklarına yol açabiliyor. Alman virolog Felix Drexler, bu enfeksiyon hastalığının dünyadaki öldürücü hastalıkların başında geldiğini söylüyor. Dünya genelinde yaklaşık olarak 185 milyon kişi Hepatit C virüsü taşıyor. Hastalık etkeni her şeyden önce kanla bulaşıyor. Gerçi bazı terapiler var ama enfeksiyondan aşıyla korunma olasılğı henüz bulunmuyor. Uzmanların açıklamasına göre aşının geliştirilmesi, Hepatit C virüsünü hiçbir laboratuvar hayvanına bulaştırmanın mümkün olmaması nedeniyle başarısız olmuş şimdiye dek. Son araştırma çerçevesinde 4770 kemirgen ve 2939 yarasadan örnek alınmış. Ayrıca ev hayvanlarının da virüs kaynağı olabileceği düşüncesiyle 210 at ve 858 kedi ve köpek de test edilmiş. Yarasalarda ise bu hastalık etkenine karşı antikor tespit edilmiş. Bu da virüs ailesinin evrim sürecinde küçük memelilerde geliştikten sonra olasılıkla insana ya da diğer hayvanlara bulaştığının bir işareti. Bu bilgiler ışığında belki yeni bir aşı geliştirilebilecek. [email protected] Varsayın yolda yürüyorsunuz ve yerde yatan bir kişi gördünüz. Varsayın ki bu kişi, mesela epilepsi nöbeti geçiriyor. Varsayın ki, siz de mesela bir bankacısınız. Ne yapardınız? Gezi’de Hekim Olmak... Ne bileyim, belki çevrenizde bir doktor bulmaya çalışırdınız, etraftakilerden yardım isterdiniz, aklınızda kalan “ilk yardım” yöntemlerini uygulardınız veya hemen onu otomobilinize alırdınız ve en yakın hastaneye ulaştırmaya çalışırdınız. Hiçbir şey yapmadan geçip gitmeyi doğru bulur muydunuz? O insana yardım etmek insanlık gereği değil midir? Peki, bir bankacı değil de bir hekim olduğunuzu varsayın. Sorumluluğunuz daha büyük değil mi? Örneğin bir uçakta ve yerden metrelerce yüksekte yolcular arasındaki bir hekimden sağlığı bozulan birine yardım etmesini beklemez misiniz ? Gezi olayları sırasında hekimlerin yaralananlara yardım etmesi aynı şey değil mi? Ne yapsalardı yani? Yani hekimlik bilgi ve becerilerini yaralılardan saklasalardı, yardım etmeselerdi, direnişciler daha ağır sağlık sorunları yaşasaydı, solunum zorluğu çekenler hiç nefes alamaz olsaydı, akan kan durmasaydı, yarılan kaşlar, gözler, sakatlanan uzuvlar kan revan içinde bırakılsaydı, daha mı iyiydi? Hekimleri yaralananlara yardım ettiler diye soruşturmak, kimilerini gözaltına almak, onlardan insanlara yardım ettiler diye hesap sormak yaralananların yaralanmayı “hak ettiklerini” düşünmek demektir. Bunun başka bir açıklaması varsa biri bana anlatsın. Ben bir hekim, akademisyen ve öğretmen olarak Gezi Parkı’nda Egeli Hipokrat’ın gerçek torunlarını gördüm. Onun yüzyıllar sonraki meslektaşları, hemşerileri elbette baskıya boyun eğmeyecek, elbette onun andına sadık kalacak ve yeminlerinin gereğini yapacaklardı, öyle de oldu. Anadolu’lu Hipokrat’ın günümüze uyarlanmış andı açıktı. “...din, milliyet, ırk, siyasi eğilim ya da toplumsal sınıf ayrımlarının görevimle hastam arasına girmesine izin vermeyeceğime, insan hayatına kesinlikle saygı göstereceğime, baskı altında kalsam bile tıp bilgilerimi insanlık değer ve yasalarına karşı kullanmayacağıma, açıkça, özgürce ve namusum üzerine ant içerim...” Türk Tabipleri Birliği’nin 63. Büyük Kongresi’nde TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Özdemir Aktan tarafından okunan bildiri tüm sağlık çalışanlarının ortak sesiydi. “Biz bu işi burada, tıbbın kurucuları İstanköy’lü Hipokrates’in, Bergamalı Galenos’un yaşadığı bu topraklarda binlerce yıldır hep yaptık. Ağrısını, acısını, ıstırabını dindirdiğimiz, sağlığına kavuşturduğumuz insanlarımızdan, hayata döndürdüğümüz hastalarımızın sunduğu şükran duygularından, ameliyat ettiğimiz yaşlı amcaların, teyzelerin gözlerindeki yaşama sevincinden, kızamığını, zatürreesini, havalesini tedavi ettiğimiz çocukların yanağımıza kondurduğu öpücüklerden, dünyanın dört bir yanındaki meslektaşlarımızın zor günlerimizdeki evrensel dayanışmasından aldığımız güçle yaptık. İnsan yaşamına adanmış mesleğimizden aldığımız yetkiyle yaptık. Sevgisiz, hürmetsiz, değerbilmez yöneticilere; “Doktorları ağaca bağlayın, kaçmasınlar.” diyen diktatörlere, “Doktor efendi dönemi bitti.” diyen taklitçilerine rağmen yaptık. Korkusuzca yapmaya da devam edeceğiz. Biz bu topraklarda binlerce yıldır nice yöneticiler, nice krallar, nice sultanlar, nice padişahlar gördük. (Özentilerini de çok gördük.) Onlar hep geçip gitti, biz hep burada kaldık. Bunlar da geçip gidecek… Biz devam edeceğiz!” Moleküler mekanizmaların çözülümü, yeni antibiyotik üretiminde yardımcı olabilecek. Yaşamın en önemli süreçlerinden biri proteinlerdeki kalıtım bilgilerinin çevrilmesidir. Hücre içindeki bu zorlu görevi ribozom olarak isimlendirilen moleküler “makineler” üstleniyor. Amerikalı bilim insanları ilk kez bu çevirimi hareket halinde gerçekleştirecek bir anahtar buldular. Bu gelişme minik protein fabriklarının tüm canlı hücreler üzerindeki kritik rolü daha iyi anlamanın ötesinde yeni ilaç üretiminde de faydalı olacak. Mesela bakteri ribozomları antibiyotik için önemli bir hedeftir. Yeni bilgiler sayesinde daha iyi ve her hedefe uygun antibiyotik geliştirme şansımız arttı (Science). Bu konu son on yılda tüm araştırmalarımızın başında yer alıyordu diyen Santa Cruz Üniversitesi moleküler biyoloğu Harry Noller de uzun süredir birbirine dolanmış protein ve RNA zincirlerinden oluşan ribozomların karmaşık atom yapısı üzerinde çalışıyor. Şimdi, ribozomların diğer moleküllerle etkileşimini görüntüleyebildiler. Moleküller işbaşındayken (çeşitli adımlarda) “donduruldu” ve fotoğrafları çekildi. “Bu süreci ne kadar iyi anlarsak, her hastalık etkenine uygun antibiyotik türü geliştirme şansımız da artar” diyorlar. Bedenimizdeki protein fabrikaları nasıl çalışıyor? “Voyager 1” “manyetik” otobanda “Voyager 1” sondası Güneş sistemimizin dış kenarına yaklaştı. Yıldızlararası uzaydaki bu son tuhaf bölge, Voyager 1 sayesinde araştırmaların odağında, diyor Ed Stone (Kaliforniya Teknoloji Enstitüsü, Pasadena). 1977 yılından beri yolda olan sonda, hâlâ NASA’ya veri gönderiyor. 27.6.13’te Science dergisinde Voyager 1’in 25.8.12 tarihinde gitmiş olduğu bu bölgeyi anlatan üç makale birden yayımlandı. Bilim insanları tarafından “manyetik otoban” olarak tanımlanın bu bölge, Güneş’in yaklaşık olarak 18 milyar kilometre uzağında. Bu, Dünya ve Güneş arasındaki mesafenin 122 katı. Bölgeye “manyetik otoban” adı, içindeki yüklü parçacıkların manyetik alan çizgileri boyunca sürtünmeden heliosferin içine veya heliosferden dışarı doğru hareket edebilmeleri nedeniyle verilmiş. Voyager 1 sondası 1977 Eylül ayında Voyager 2 sondasından birkaç hafta sonra uzaya fırlatılmış Hepatit C aşısı için umut doğdu Hepatit C virüsünün kökenini araştıran bilim insanları önemli bir adım attılar. Bonn Üniversite Kliniği’nde uluslararası bir araştırma ekibi, Hepatit C virüsünün kemirgen ve yarasa kökenli olabileceği sonucuna vardı. Yeni bilgiler ışığında CBT 13737 / 12 Temmuz 2013 tı. Sondanın görevi Jüpiter ve Satürn gezegenlerini araştırmaktı. Bilim insanları sondanın heliosfer dışındaki yıldızlararası uzaya girmesinin aylar veya yıllar sürebileceğini düşünüyorlar. Heliosfer, içinde Güneş rüzgârlarının hissedildiği gezegenlerarası uzay bölgesidir. Voyager sondasının fırlatılışından sonra araştırmacılar ilk kez ölmekte olan yıldızlardan yayılan kozmik ışınları ölçebilecek duruma geldiler. İkiz sondalar Voyager 1 ve 2, 1986’da Uranüs’e ve 1989’da da Neptün’e ulaşmadan önce 1979’da Jüpiter’in, 1980’de de Satürn’ün yanından geçmişlerdi. Nilgün Özbaşaran Dede
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle