24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

OOOF OFF LINE Tanol Türkoğlu (tanolturkoglu@Gmail.com) Laiklik ve özgürlük Yeni anayasa yazım çalışmalarındaki laikliğin ve özgürlüğün sınırları, eski anayasada belirtilen sınırların gerisinde kalmaktadır. Osman Bahadır bahadirosman@hotmail.com “İcat edilebilecek herşey icat edildi” lafını gerçekten ABD Patent Enstitüsü Başkanı mı söyledi? Peki “Söylediklerinizi onaylamıyorum, ancak bunu söyleme hakkınızı ölümüm pahasına savunurum” sözü gerçekten Voltaire’e mi ait? Ya Ömer Hayyam dörtlükleri? Zihinlere kazınmış o ünlü “talihsiz” sözlerden birisi de 19. yüzyılın sonunda Amerikan Patent Enstitüsü Başkanı’nın “İcat edilebilecek herşey icat edildi” ifadesidir. Bir vesile ile bu sözü söyleyen kişinin adını bulmak için internette yaptığım araştırma bambaşka bir şeyin peşine düşmeme neden oldu: Olumlu ya da olumsuz tarihe geçmiş bu tür sözler acaba gerçekten de söylenmiş midir? Meraklının birisi üşenmemiş ve Charles H. Duell’in söylediğine inanılan bu söze atıfta bulunan kitapları ve yayın tarihlerini araştırmış. Google’un dijitalize ettiği 12 milyon kitap üzerinden yapılan araştırmaya göre 1980 öncesinde bu söze yapılan bir atıf yok. Internetin olmadığı karanlık çağlarda yapılmış başka bir araştırma da benzer bir sonuç üretmiş. Bilinen en eski kullanım 1981 yılına ait. Araştırmacı farklı kaynakları tarama sonucunda Punch isimli bir mizah dergisinin 1899 yılına ait bir sayısına ulaşmış. Burada gelecek yüzyılda (20. yüzyıl) neler olabileceği ile ilgili bir yazı var. Yazı “dahi” ile “çocuk” arasında bir yayınevi/noter ofisinde geçen konuşma formatında. Konuşma şöyle başlıyor: (Dahi): Kitap bölümünün yöneticisini görmek istiyorum. (Çocuk): Öyle biri yok, bayım. (Dahi): O zaman resimleri kim denetliyor? (Çocuk): O işe makineler bakıyor, bayım. (Dahi) : Patentleri inceleyen bir memur da mı yok? (Çocuk): Doğrusu gerek kalmadı. İcat edilebilecek herşey, icat edildi. Sanırım Duell’in talihsizliği bu dialogun Punch dergisinde yayınlanmış olduğu dönemde patent enstitüsünün yöneticisi olması. İşin ilginci 1988 yılında yayınladığı “Savaşmadan Zafer” isimli kitabında eski ABD başkanlarından Richard Nixon da bu sözü Duell’e atfetmiş. Benzer bir şey Voltaire’in şu ünlü sözü için de geçerlidir: “Söylediklerinizi onaylamıyorum, ancak bunu söyleme hakkınızı ölümüm pahasına savunurum”. Bu sözü Voltaire’in söylemiş olduğuna dair elde doğruluğu kabul edilmiş hiçbir belge yok. Aslında bu sözü ilk kullanan kişi Evelyn Beatrice Hall. 1906’da yazmış olduğu Voltaire’in Dostları isimli kitabında ünlü düşünürün ifade özgürlüğü olgusuna bakışını özetlemek amacıyla kullanmış. Ancak zaman içinde bu söz Voltaire’e atfedilir hale gelmiş. Bu tür yanlış atıfları ya da isimsiz bir yazının kime ait olduğunu tespit etme konusunda internet kaynakları hem büyük bir fırsat hem de büyük bir tuzak. Bir yanda internetten erişilebilecek kaynaklara o kadar kolay ulaşmanın başka bir alternatifi yokken, diğer yanda birbirine atıfta bulunarak kartopu gibi büyüyen referansları doğru olarak kabul etmek kişiyi yanlış yönlendirebilir. O halde ne yapmalı? Interneti topyekun değersiz olarak mı tasnif edeceğiz? Hayır. Sorun internette ya da birbirine bakarak yanlış atıflarda bulunan web sitelerinde değil. Daha önemlisi bu tür bir araştırma yaparken, internette hangi kaynaklara bakıldığı. Bir kaç web sitesine bakarak hemen bir kanaata varmamalı. İncelenen web sitelerinin doğru bilgi veriyor olduğundan emin olmalı. (Örneğin şu an internette dolaşan ve Ömer Hayyam’a ait olduğu ifade edilen dörtlüklerin kaçı gerçekte ona ait) Dolayısıyla iş kişide bitiyor. Eğer bilgiyi arama ve bulunan bilgileri değerlendirme konusunda yeterli becerisi yoksa karşısına çıkan ilk web sitesinde yazan şeyleri olduğu gibi kabul edecek demektir. Dün bir gazete haberi ile şehrin altını üstüne getirenlerin çocukları bugün bir web sitesini baz alarak benzer şeyler yapabilir. Ünlü Sözlerin Foyası A nayasa Uzlaşma Komisyonu’nda geçtiğimiz hafta dört partinin anlaşarak belirlediği “Din, vicdan ve inanç özgürlüğü” maddesi, hem bugünkü Anayasa’da belirtilmiş bulunan din, vicdan ve inanç özgürlüğü maddesinin gerisinde kalmakta, hem de kamusal görev sırasında kadınların ve erkeklerin dini veya ideolojik simgeler veya kıyafetlerle görev yapabilmesine imkan vermektedir. Komisyonda CHP’nin de onay vermesiyle madde şöyle düzenlenmişti: “Herkes, din, vicdan ve inanç hürriyetine sahiptir. Bu hürriyet, inanma, inanmama ve inancını değiştirme hürriyetini de içerir. Bu hürriyet, tek başına veya topluca, kamuya açık veya kapalı olarak ibadet, öğretim, uygulama ve tören yapmak suretiyle dinini ve inancını yaşama, açıklama ve yayma hürriyetini de kapsar. Hiç kimse, ibadet, dini uygulama ve törenlere katılmaya, dini inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ya da bunları yapmaktan men edilemez; dini inanç, düşünce ve kanaatlerinden ve inancının gereklerini yerine getirmekten ya da getirmemekten dolayı kınanamaz, suçlanamaz ve farklı bir muameleye tabi tutulamaz.” Şu anda yürürlükte olan Anayasa’nın din ve vicdan hürriyetinin sınırlarını belirleyen 24. maddesinde ise şunlar söylenmektedir: “Herkes, vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir. 14. madde hükümlerine aykırı olmamak şartıyla ibadet, dini ayin ve törenler serbesttir. Kimse, ibadete, dini ayin ve törenlere katılmaya, dini inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dini inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz.” (14. maddede, temel hak ve hürriyetlerin hiçbirinin demokratik ve laik cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamayacağı belirtilmektedir.) Görüldüğü gibi, yeni anayasa taslağının ilgili maddesinde dini inançların ve düşüncelerin gereklerini yaşama hürriyetinin yanına, kamuya açık olarak bunları açıklama ve yayma özgürlüğü de getirilerek özgürlüğün kapsamı genişletilmiştir. Öte yandan yürürlükteki anayasadan yine farklı olarak, insanların inançlarının gereklerini yerine getirmekten dolayı farklı bir muameleye tabi tutulamayacağı belirtilmektedir. (Üstelik herhangi bir sınırlayıcı çerçeve getirilmeden.) “Kimsenin inançlarının gereklerini yerine getirmekten dolayı farklı bir muameleye tabi tutulamayacağı” ifadesi, herhangi bir sınırlayıcı koşul getirilmeden belirtildiğinde, mutlak (sınırsız) bir dini davranış özgürlüğü demektir. Bunun pratikteki anlamı ise, egemen durumdakilerin dini inanç gereklerinin kamusal alanda serbestçe yerine getirilmesidir. Fakat bu yeni madde tasarısını, türbana kamusal alanda serbestlik getireceği şeklinde yorumlayanlara, CHP Genel Başkanı şunları söyledi; “Bizim evet dediğimiz o madde türban ile ilgili değil. O madde din ve inanç özgürlüğü ile ilgili. Kamuda ve eğitimde türbana izin verileceği yorumları doğru değil”. Madde elbette doğrudan türbanla ilgili değil. Çünkü kapsamı daha geniş. Türban konusu da dahil olmak üzere, dini inançların gereklerini yerine getirmekle ilgili her şeyi kapsıyor. Üstelik hiçbir sınırlayıcı koşul getirmeden. Demokratik bir cumhuriyetin en önemli ve vazgeçilmez niteliği, insan hak ve özgürlüklerini bütün insanlar için güvence altına almış olmasıdır. Fakat haklar ve özgürlükler sınırsız ve mutlak değildir. Tam tersine temel insan haklarına ve özgürlüklerine bazı sınırlar getirmek suretiyle, ve ancak o takdirde, haklar ve özgürlükler gerçekte eşit ölçüde kullanılabilir duruma gelebilir. Konumuz için söyleyecek olursak, bütün dinlere, mezheplere, inançlara veya inançsızlıklara özgürlük tanımanın yolu, kamusal alanda ve görevde inanç ifade etme bakımından nötr olma zorunluluğunun getirilmesidir. Çünkü kamusal alan, herkesin eşit derecede ortak olduğu alandır. Bu alanda herhangi bir inanç sembolünün veya ritüelinin etkileyici hale gelmesi, diğer inanç mensuplarının hem birçok kamusal hizmet alma ve verme imkanlarının, hem de inançlarının gereklerini yerine getirme hak ve özgürlüklerinin sınırlanması anlamına gelir. Laiklik, eşitlik ve dolayısıyla demokrasi sağlar. Herkese eşit derecede din ve vicdan özgürlüğü ancak laiklikle sağlanır. Yeni anayasa tasarısında dört partinin üzerinde anlaşmaya vardıkları “din ve inanç özgürlüğü” ile ilgili madde, laikliğe aykırıdır. 50 Soruda üniversite İzge Günal Bilim ve Gelecek Kitaplığı:15 İstanbul 2013, 188 sayfa. Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. İzge Günal, eserinde üniversite gerçeğini çarpıcı sorularla irdeliyor. Sorulardan bazıları şunlardır; Üniversitenin doğuşu nasıl olmuştur ve işlevi nedir? Üniversitenin temel çelişkisi nedir? İngiliz, Fransız, Alman, Sovyetler Birliği ve ABD üniversitelerinin CBT 1367/ 12 / 31 Mayıs 2013 ayırt edici özellikleri nelerdir? Üretim biçimi ve üniversite arasında nasıl bir ilişki vardır? Üniversitenin kültür ve sanat ile ilişkisi nedir? Üniversite toplumla nasıl etkileşir? Türkiye’de üniversite nasıl gelişti? Türkiye üniversitelerinde örgütlenme deneyiminin tarihi nasıldır?Neden üniversite denilince akla özerklik gelir? Üniversitesanayi işbirliği ne demektir? Bologna süreci Avrupa yükseköğrenim sistemlerini nasıl etkilemiştir? Üniversite yönetimi dünyada nasıldır? Yabancı dilde üniversite eğitimi sorununu nasıl değerlendirmek gerekir?
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle