Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
• Üretimde ithal girdi kullanma ve ithal mal tüketme eğiliminin kuvvetlenmesine izin vererek, finansmanı esas itibarıyla spekülatif sermaye tarafından sağlanan bir ucuz ithalat cennetine dönüşmek; • Kamu hizmetlerini ticarileştirerek vatandaşları ‘müşteriye’, kamu hizmeti üreten kurumları ‘ticarî işletmeye’ dönüştürmek; kamu iktisadî kuruluşlarını yerli ve uluslararası özel sermaye şirketlerine doğrudan yabancı sermaye cezbetmek uğruna yok pahasına satmak; • Etkin ve demokratik yönetim, ‘iyi yönetişim’ söylemleriyle, aslında tüm toplumu ilgilendiren stratejik, ekonomik ve siyasi kararların alınmasını ve uygulanmasını demokratik denetim mekanizmalarının dışına çıkarırken, devletin neoliberal anlayışa uygun bir biçimde yeniden yapılandırılmasında toplumun desteğini sağlamaya çalışmak. Görüldüğü gibi bu uygulamalar Türkiye’nin ekonomik ve siyasal bağımsızlığına yönelik açık bir tehdit oluşturmakta ve emeği ile geçinen geniş halk kesimlerinin kazanılmış haklarını geriletmektedir. Özetle, 1998 sonrası IMF Yakın İzleme Anlaşması’nı izleyen süreçte yapılanlar, ülkemizin hedeflerini ve kaynaklarını kendisinin belirlediği bağımsız, görece eşitlikçi ve sosyal dayanışmacı bir kalkınma stratejisi uygulayabilmesinin önündeki en büyük engeldir. Grafiğin (II) kısmı yani 1998 2010 dönemindeki imalat sanayi katma değerinin ulusal gelir içindeki payının gelişim yönü de yukarıda yapılan değerlendirmeyi teyit eder mahiyettedir. 1998 yılında yüzde 23,9 düzeylerinde iken bu pay dramatik bir biçimde 2010 yılında yüzde 15,2’ye gerilemiş durumdadır. Eğilimin seyri için bir tespit yapalım: hatırlatalım: ülkenin imalat sanayi tabanının süreç içerisinde eridiğinin de bir başka göstergesidir. Toparlayalım: Planlama, bilgi ve aklın kadere egemenliğivi olarak tanımlanırsa (ki öyledir), Türkiye, 1980 sonrasında ikincisini tercih etmiştir. Bu tercihin getirdiği durum, konu ile ilgili hemen her kesimi esas olarak mutsuz kılmış, ancak bu mutsuzluktan kurtulmak için gayret göstermek yerine mevcut hal optimum kabul edilerek / zannedilerek uyum gösterilmiştir. Nâzım’ın dizelerindeki gibi; “(..) Koyun gibisin kardeşim, / gocuklu celep kaldırınca sopasını / sürüye katılıverirsin hemen / ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye. (..)” Üretmeden tüketmek doğal olarak ithalatçılığı körüklemiş –ceteris paribus ve bu körüğün bastığı duman eşliğinde lojistik, perakendecilik, AVM’cilik, gayrimenkulcülük parlayan yıldız sektörler olmuş ve bu bağlamda göğü delen plazaların 1453’lü reklamları 7/24 ekranları kaplamıştır. Bu eğilimi besleyen “zehirli dil”vi adeta ana akım iktisadı ve onu besleyen tüm dalları da sarmıştır. Araştırma gündemleri de bu dilden etkilenmiş, insansız ve sınıfsız eğri ve denklemler dünyası artışlarazalışlaraynı kalışlarlardan ibaret “iktisat” metinleri etrafı örümcek ağı gibi sarmıştır. Bilsay Kuruç ve Serdar Şahinkaya (2012);”1930’lar Türkiye’sinde Sanayileşmenin Ana Çizgileri” Bugünün Bilgileriyle Kemal’in Türkiyesi: La Turquie Kamaliste. Boyut Yayıncılık. İstanbul. s.106 – 115. i Bu söz de, Bilsay Kuruç Hocama aittir. ii Korkut Boratav (2008). Türkiye İktisat Tarihi 1908–2007, Ankara, İmge Kitabevi Yayınları, 12.Baskı. i Serdar Şahinkaya (2009); Gazi Mustafa Kemal ve Cumhuriyet Ekonomisinin İnşası, Ankara: ODTÜ Yayıncılık, 2. Baskı. Kasım. Ankara. v Bu süreçle ilgili olarak özellikle bakılmalıdır; Ergun Türkcan (Editör) (2010). Türkiye’de Planlamanın Yükselişi ve Çöküşü (1960–1980):Attila Sönmez’e Armağan İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları. Mayıs. İstanbul. Nazif Ekzen (2009). Türkiye Kısa İktisat Tarihi 1946’dan 2008’e. ODTÜ Yayıncılık. Temmuz. Ankara. v Bağımsız Sosyal Bilimciler (BSB) (2006); IMF Gözetiminde On Uzun Yıl, 19982008: Farklı Hükumetler, Tek Siyaset, Haziran 2006. http://www.bagimsizsosyalbilimciler.org/ (Erişim Tarihi: 10 Ocak 2012). Bahse konu çalışma 2007 yılında Yordam Kitap: 13 olarak aynı isimle yayınlanmıştır vi Bilsay Kuruç (2010). “Bir Planının Anatomi Politiği: Dördüncü Plan’ın Hazırlanışı ve Sonu” Attilâ Sönmez’e Armağan, Türkiye’de Planlamanın Yükselişi ve Çöküşü (19601980) ed. Ergun Türkcan, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, Mayıs. vi Bu zehirli dilin izlerini Christian Marazzi’nin, sanayisizleşme, finansallaşma, soylulaştırma, yönetişim başlıkları çerçevesinde ördüğü Sermaye ve Dil adlı eserinden sürebiliriz. Ayrıntı Yayınları. 2010. İstanbul. i Yeni veriler, son 2000 yılın iklimini daha önceleri olmadığı kadar ayrıntılı bir şekilde gösteriyor. Uluslararası bir araştırma ekibi ilk kez tüm kıtaların iklimini aydınlattı. Son 2000 yılın verileri her şeyden önce Avrupa’nın bir zamanlar günümüzdeki kadar sıcak olduğunu ve son otuz yıldaki ısınmanın uzun vadeli bir soğuma evresini böldüğünü gösteriyor. Şimdiye kadarki en kapsamlı iklim projesi için dünyadan yaklaşık 80 bilim insanı tüm kıtalara ait iklim ve Kıtaların 2000 yıllık iklim geçmişi aydınlatıldı sında farklılık göstermektedir. Uluslararası Enerji Ajansı’na (IEA) göre, düşük karbonlu bir gelecek yönündeki gelişmeler küresel ısınmayı kısıtlamaya yetmeyecek denli yavaş bir ilerleme kaydediyor. Dünyanın önde gelen iklimbilim uzmanlarına göre, güç üretiminde günümüzde de kömürün egemen olması ve hükümetlerin temiz enerjiye daha fazla yatırım yapma konusundaki başarısızlıkları bu yüzyıl içinde küresel sıcaklık yükselişini 2 C derecenin altında tutma hedefini giderek daha da ulaşılmaz kılıyor. Raporda kömür yakıtlı enerji üretiminde 2000 ile 2010 yılları arasında %45’lik bir artış meydana geldiğine, bu oranın aynı dönemde fosil yakıt kullanmadan enerji üretme yönünde sağlanan %25’lik artışı gölgede bıraktığına dikkat çekiliyor. (The Guardian/ 17 Nisan 2013) Temiz enerji girişimi küresel ısınmayı sınırlamaya yetmiyor CBT 1363/ 9 3 Mayıs 2013 rilerini değerlendirdi. Bu incelemeler sırasında deniz veya göl tortullarına, buzullara, damlataşlara ve ağaç halkalarına ait bilgilerden yararlanıldı. Uzmanlar bu şekilde altı kıtadaki (Antarktika, Güney Amerika, Kuzey Amerika, Avustralya, Asya, Avrupa ve Arktik) iklimin son bin ila iki bin yıllık geçmişini tasarlayıp, karşılaştırabildi (Nature Geoscience). Nitekim bilim insanları bölgeler arasındaki farklılıkların önemini biliyorlar artık. Kıtalar arası sıcaklık gelişiminin karşılaştırılması, sıcaklıkların bölgelere özgü motiflerle değiştiğini göstermiş. Aynı yarımküre içindeki ortak noktalar kuzey ve güney yarımküreler arasındaki benzerliklerden çok daha fazla. Mesela Ortaçağdaki sıcaklık sapmaları veya küçük buz devri gibi belirgin dönemler gerçi bölgesel olarak ortaya çıkıyor, ama küresel olarak örtüşmüyorlar diyor projenin koordinatörü Heinz Wanner. Gerçi son bin yılın ortasında sıcaklıklar her yerde uzun vadeli olarak ortalama değerin altına düşmüş ama bu gelişme Arktik, Avrupa ve Asya’da Kuzey Amerika ve güney yarımküreye kıyasla on yıllar önce başlamış ki bu durum olasılıkla okyanusların buharlaşıcı etkisiyle ilgiliydi. Değerlendirmeye göre son iki bin yılda tüm kıtalarda uzun vadeli bir soğuma dönemi yaşanmış. Bundan dünyanın hareketindeki değişimler dışında, volkanik etkinlikler, güneş etkinliğindeki oynamalar ve yüzeydeki değişimler sorumlu tutuluyor. Bu soğuma ancak 19.yy’ın sonlarında sona ermiş. Buna göre son otuz yıldaki ısınma uzun vadeli soğumanın yerini almış. Otuz yılı aşan evrelerdeki ortalama sıcaklıkların değerlendirilmesi, son bin dört yüz içindeki ortalama sıcaklığın hiçbir zaman 19712000 yılları arasındakinden daha yüksek olmadığını ortaya koymuş. Bölgesel olarak bakıldığında günümüzdeki sıcaklıkların dünyanın her yerinde rekor değerlere ulaşmadığı anlaşılıyor. Mesela Avrupa’da İ.S. 21 ve 80 yıllarındaki iklim, 19712000 yıllarındakinden daha sıcaktı diyor bilim insanları. 20.yy’daki ısınma ayrıca kuzey kıtalarında (ortalama olarak) güney yarımküreye kıyasla iki misli daha fazlaydı. 830 ve 1910 yılları arasındaki serin evreler özellikle de düşük güneş etkinliklerinde ve tropikal volkan püskürmelerinde belirgin bir şekilde kendini gösteriyor. Kaldı ki bu iki fenomen ikinci bin yılda çoğunlukla birlikte ortaya çıkıyor. 1251 ve 1820 yılları arasında görülen tipik soğuma evreleri bölgelere göre 30 ila 90 yıl ara Science dergisinde yayımlanan bir rapora göre, oluşumu en az 1600 yıl süren ve dünyanın en büyük tropikal buz örtüsü olarak bilinen Peru’daki Quelccaya buzullarının topu topu 25 yılda erimesi küresel sıcaklıklardaki ani yükselişin dünyanın doğal dengelerini altüst ettiğinin en son göstergesi olarak değerlendiriliyor. Bilim insanları bitkilere uyguladıkları radyoaktif karbon tarih belirleme yöntemi sayesinde buz katmanları sınırlarının tarihini kesin olarak saptadılar. Yapılan incelemeler sonucunda, 1789‘da başlayan Fransız Devrimi döneminde dünyada bir olasılıkla alışılmışın dışında hava koşullarının yaşandığı ortaya kondu. Ayaklanmayı tetikleyen yiyecek kıtlığının da söz konusu hava koşullarına bağlı olarak ortaya çıktığı varsayılıyor. Araştırmalardan elde edilen bulgular geçmişte Quelccaya buzulunda birkaç kez hızlı erime süreçleri yaşandığına işaret etse de, halihazırda yaşanan erimenin son buzul çağından bu yana yaşanan en hızlı erime olmasa bile en azından eşit hızda bir erime olduğunu gözler önüne seriyor. (New York Times, 4 Nisan 2013) 1600 yılda oluşan buzullar 25 yılda eridi Tropikal bölgede 700’ü aşkın yabanıl incir türü yer alıyor. Şaşırtıcı bir biçimde, bu türlerin büyük çoğunluğunda tozaklanma tek bir incir yaban arısı tarafından gerçekleştiriliyor. Buna karşılık, söz konusu yaban arıları da yumurtlama sürecinde incir bitkilerine bel bağlıyorlar. Öyle ki, bu canı türlerinden biri olmadıkça öteki de var olamıyor. Bilimde bu türde bir ilişkiye zorunlu karşılıklılık adı veriliyor. Şimdi Biology Letters dergisinde yayımlanan Singapur kökenli bir araştırma yabanıl incir ağaçlarının tozaklanması açısından can alıcı önem taşıyan yaban arılarının iklim değişimine karşı son derece savunmasız olduklarını ve buna bağlı olarak da incir ağaçlarının ve onlarla beslenen canlı türlerinin geleceğinin tehlikede olduğunu ortaya koyuyor. (Climate Change Reports/ 2 Nisan 2013) Hazırlayanlar: Rita Urgan – Nilgün Özbaşaran Dede İklim değişimi ve incir ağaçlarına tehdit