17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

GÜNCEL TIP cumhurbaşkanının atadığı ve özgeçmişinin İngilizcesini bile Google Çeviri’ye yaptırıp gülünç çeviriyi web sitesine koyan çapsız rektörlerin yönettiği üniversiteler vardır. Fakat, çok kaliteli üniversitelerimiz de vardır. Amerika’daki üniversitelerin pek azı teknoloji ve inovasyonda başarılıdır, Türkiye’de de böyledir. Ne var ki, oradaki kaliteli üniversiteler kadro sıkıntısı çekmez. Orada, bizim başbakan gibi ülkenin önde gelen teknik üniversitesine “bize böyle hoca, böyle öğrenci lazım değil” demek yerine, mükemmellik merkezi olması için bilimsel kriterler kullanılarak önemli destekler verilir. Üçüncü önemli yanılgı ise, Einstein’in “yaratıcılık bilgiden önemlidir” sözünden ve Amerika’da doğru dürüst eğitimden geçmemiş genç yaratıcılara imrenmekten kaynaklanır. Einstein’in yanıldığını bunca akademik, endüstriyel ve siyasi deneyimimle ben söylersem belki inandırıcı olmaz. Ama, gelmiş geçmiş en büyük mucit olarak bilinen Thomas Edison’un Einstein ile ters düşen şu sözü ikna edici olabilir: “Dehanın %1’i ilham, %99’u ise terlemektir” (İngilizcesi, yani özgün hali kafiyelidir: “Genius is 1% inspiration, 99% perspiration”). Terlemek, hem öğrenmek hem de yapmak ve deney için çalışmaktır. Yukarıdaki 10 teknolojinin hiç biri güçlü bilgi tabanı olmadan geliştirilemezdi. Ayrıca, Amerika’da dikkat çeken genç yaratıcılara bakmak ve imrenmek yerine, Japonya ve Güney Kore gençlerine bakmak ve onların matematik, fen gibi konulardaki performanslarına imrenmek ülkemiz için daha anlamlıdır. Bir örnek ile iki soru üzerinde biraz düşünmek, bu üç yanılgıyı ve esas eksiklerimizi göstermeye yeter. Örneğin, yukarıda listelenen 10 teknolojiden ikisi güneş enerjisinden yararlanmayı önemli ölçüde ekonomik kılacak. Bu iki teknolojinin güneşi bol ve enerjide dışa bağımlı ülkemizde gelişmemesini nasıl açıklayabiliriz? Ülkemizde gelişmese de, hızla teknoloji transferi gerçekleştirmenin yararları ve önemi saymakla bitmezken, bunun önündeki engeller nelerdir? Bilgi teknolojilerinden sorumlu UDH bakanımız Binali Yıldırım, kişi başına cep telefonunda Avrupa’da en fazla konuşan, sosyal medya paylaşımında ön sıralarda yer alan ülke olmamızla övünürken, başbakan otomobil yapacak “babayiğit” zorlamasına girerken, Bilgi Çağı’nın önde gelen teknolojilerini geliştirmeyi bırakın, bunları hızla transfer edip değerlendirmekten bile uzağız. Daha kötüsü, teknoloji ve inovasyon konularında geri olmamızın popüler açıklamaları bir Çin sözünü hatırlatıyor: “Parmak mehtabı gösterirken, budala parmağa bakar.” Ne yapmalı? Genel olarak, insanımızın yaşadığı ortamın belirleyicisi olan hükümet, büyük sermaye ve bunların kontrolündeki medya, insanımızı Amerikalı’larla karşılaştırmaktan vaz geçmeli. İlle de bir karşılaştırma yapacaklarsa, kendilerini Amerika’daki nütekabilleriyle karşılaştırsınlar ve kendi perişan durumlarını görsünler. Somut olarak, hükümet ulufe dağıtır gibi teşvik vermekten vaz geçmeli. Belli konulara odaklanmış, somut hedefleri olan ve etki analizine dayanan bir teknoloji politikası geliştirmeli. Eğitimi, kendi ideolojisini yayma ortamı olarak ve teknoloji fırlatarak nemalanmak kaynağı olarak görmekten vaz geçmeli. Öğrenci, öğretmen ve yönetici kalitesini öne çıkaran bir eğitim politikası izlemeli. Sanayi, medya ve STK’lar da hükümete yaranma gayretinden vaz geçip, hükümet üstünde bu yönde ve katılımcı bir baskı kurmalı. Büyük sermaye, locasının konforunda oturmuş jüri heyeti gibi üniversiteleri değerlendirme yetkisini kendisine vehmetmekten vaz geçip, vizyoner ve iddialı bir teknoloji politikası çerçevesinde işbirliği içerisinde olma sorumluluğunu benimsemelidir. http://www.technologyreview.com/featuredstory/513981/introductiontothe10breakthroughtechnologiesof2013/?utmcampaign=newsletters&utmsource=newsletterweeklyweb&utmmedium=email&utmcontent=20130424 2 http://www.bthaber.com/muzcumhuriyetibilgicaginagidiyor/ SONUÇ Mustafa Çetiner [email protected] www.mustafacetiner.com Yaklaşık bir yıl kadar önceydi. 17 Nisan günü Dr. Ersin Aydın şimdi ismini taşıyan hastanede bir hasta yakınının saldırısına uğradı ve yaşamını kaybetti. Ersin Aydın’ın Anısına, Türkiye’de Hekim Olmak... Aradan geçen bir yıl boyunca bu ülkenin her köşesinde hekimler her gün, her saat maddi ve manevi olarak şiddete maruz kalmaya devam etti. Aradan geçen bir yıl boyunca bu ülke, hekimlerinin zaten zor olan çalışma şartlarını daha da zorlaştırmak için her şeyi yaptı. Bu ülkenin yöneticileri, sağlıkla ilgili her sorunu hekimlerinden bilip insan yığınlarını kendi hekimlerine karşı kışkırtmaya devam etti. Bu yöntem elbette sağlıktaki sorunları çözemedi, daha da ağırlaştırdı. Hekimlik zaten doğası gereği zor bir iştir. Hekimlik “sevgi” olmadan yapılamaz. Hekimlerden zorlayarak, baskı yaparak, korkutarak verim alamazsınız. Hekimlik, mesaisi sabah saat 08.00’de başlayan ve aksam saat 17.00’de biten bir meslek değildir. Geçen bir yıl içinde bir kez daha anlaşıldı ki, ülkemizde yaşanan sağlık kaosunun temel nedeni, bu işin baş oyuncusu olan hekimleri anlayamamaktır. Biz Kuş muyuz yoksa Tavuk mu?” için Orhan Bursalı, benim son kitabım “B yazdığı önsözde hekimin işlevini şöyle tanımlıyor. “Tıp dünyası, ilaç şirketleriyle ve genel anlamda ‘ortodoks’ yapısıyla, üstelik bilimsel araştırmaları ve yöntemleriyle bile sık tartışılan bir “kamu” alanıdır. 7 milyar insancık, sayıları herhalde birkaç milyon olan bu ‘iyileştirici’lerin ellerine mahkumdur. İnsanları bu anlamda, tıp mensupları ve diğerleri diye ikiye ayırmak bile mümkün. Doğumdan ölüme kadar! Bu yakın ilişki şüphesiz ki bir gerilimi de içinde barındırır. ‘Kamusal alan’, dünyanın herhalde en büyük ‘ciro’sunun yapıldığı sağlıktıp sektörüne getirdiği kurallarla, belirlediği karşılıklı haklarlarla, yasalarla, araştırma etiği ve tıp etiği vb. ile “işlerin” doğal seyrinde akmasını sağlamaya çalışır... Bu noktada, hasta ile yüzyüze gelen ana temsilcidir, doktor. İş orada biter. Bu bakımdan ne kadar iyi etik davranış ve iyi doktor/uzman, o kadar iyi insanlık ve daha az gerilim! Doktorun, sadece yenilenmiş ve derin bilgisiyle, araştırmacı kişiliğiyle hastaya en iyi hizmeti vermesi yetmez. Bunu, onun en doğal niteliği olarak baştan kabul etmek zorundayız. Tıp dünyasının aynı zamanda büyük bir sanayi çarkı olduğu olgusu karşısında, doktorun her konuda dik duruşunu da eklemek zorundayız. Doktor ayrıca biraz sanatkâr, epey toplumbilimci ve epey entelektüel olmalı, kendini geçmişten geleceğe uygarlığın önemli bir parçası olarak da duyumsamalıdır.” Artık herkesin anlaması gereken temel nokta şu. Hekimleri dışında tutan, hekimlerin onaylamadığı, hekimleri “yokmuş” sayan hiçbir öneri bu ülkenin sağlık sorununu çözemez. Hekimleri ve hekimlik mesleğini tanımadan, anlamadan yol alamayız. Biz hekimler, motivasyonumuz olmadan mesleğimizi hakkıyla yapamayız. Biz hekimler, her kaybettiğimiz hasta ile kendi ruhumuzun da bir parçasını kaybederek yaşayan insanlarız. Biz hekimler, hastalarımız yüzünden uykusuz kalır, onların iyiliği için yeni bilgilerin peşine düşer, onlar için yazar, onlar için okuruz. Buradan bu ülkenin bütününe sesleniyorum: Eğer hekimlere sıradan birer “memur” gibi davranırsanız “memur” gibi hekimleriniz olur. Kanser gibi ciddi hastalıklarınızda sizi tedavi edecek “yetişmiş” hekim bulamazsınız. Eğer hekimlerinize “art niyetli ve dertlerinize aldırmaz insanlar” gibi davranır, onlara hakaret eder, döver, küfür eder, küçümserseniz, “art niyetli ve dertlerinize aldırmaz” hekimleriniz olur, “çaresiz” kalırsınız. Biz hekimler, bu ülkede onurumuzla yaşamayı, sadece hastalarımızın dertleriyle uğraşmayı, onlara derman olmayı istiyoruz. Karşılığında istediğimiz yatlar, katlar değil, sadece insani bir yaşam standardı ve biraz saygıdır. Lütfen, bu ülkenin sağlık alanındaki tüm beceriksizlik ve haksızlıklarının faturasını bizlere kesmeyin, bizler de sizler gibi bu “bozuk” düzenin kurbanlarıyız çünkü... Öğretmenler Odasından Ümit Sarıaslan Eğitimİş Yayınları, Nisan 2013 Ankara, 538 sayfa. eposta: [email protected] “İnsanlık tarihi bir açıdan da öğretmenlerin tarihidir.” Öğretmenler olmasaydı acaba nasıl bir tarih olurdu? Bu sorunun cevabını hayalimizde canlandırabilmemize yardımcı olacak bir yol öğretmenler dünyasına ve hatta belki öğretmenler odasına girmekten geçebilir. Değerli yazar ve öğretmen Ümit Sarıaslan, 200 kadar başlık altındaki yazılarıyla bizi öğretmenler odasından öğretmenli tarihin ufuklarında büyük bir geziye çıkartıyor. Sarıaslan’ın “içindeki öğrenciyi yitirmemiş öğretmenlerle, yüreğindeki çocuğu unutmamış yetişkinlere...” adadığı kitabına sunuş yazısı ya CBT 1363/ 15 3 Mayıs 2013 zan Eğitimİş Genel Başkanı Veli Demir şunları söylüyor: “ ‘Evet öğretmenler odasından hayata, hayattan öğretmenler odasına; yaşadık, duyup duyumsadık biz de’ diyecek kadar kuşatıcı, ‘Bunlar da olur mu?’ diyecek kadar şaşırtıcı, yalın ve gerçek olaylardan oluşan Öğretmenler Odasından, elinize alınca bitirmeden bırakamayacağınız bir kitap. Dahası el altında tutulacak bir yaşanmışlıklar toplamı. Yaşadıklarını, düşündüklerini bir öğretmen ustalığı ile anlatan, bütün bunları yıllar sonra da olsa bizlerle paylaşan Ümit Sarıaslan’a hâlâ öğretmeye devam ettiği için içtenlikle teşekkür ediyorum.”
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle