27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

POLİTİK BİLİM Aykut Göker http:/www.ınovasyon.org;hagoker@ttmail.com Paralı eğitim, paralı sağlık ve sermayenin giderek artan bir hızda, siyasî İslâm’la harmanlandığı üniversite bir ülkeyi nereye götürürse Türkiye’de oraya gidiyor. İmalat sanayimiz ve iki dönem üzerine rinde iktisadi ve merkezi kontrolde bulunarak bu fazlanın sanayileşme için fon olarak kullanma olanağı verdi. Dolayısıyla Kemalist yönetim,1930’ların başlarındaki ortamın, sanayileşme için bir fırsat olduCBT’de ilgi ile takip ettiğim imalat sanayi, ğunu doğru bir biçimde anlamıştıii. Demiryolları + Sanayileşme = Devletçilik sihirli teknoloji ve ülke karşılaştırmaları yazılarına bir ek denklemi temelinde ekonomisini örgütleyen Kemalist olması amacıyla bu kısa notu yazdım. Önce, meseleye tarihsel perspektiften bir göz ata Türkiye, ilk defa yirminci yüzyılda geri kalmış ve balım. Bugünlerde giderek derin tarihçilerin özel ilgi ğımlı bir ülkenin dış açıkları, kronik dış borçlar ve sine mazhar olan 1930’lar Türkiye’si ile 2000’ler Tür mali esareti olmadan, kendi kendine yeten bir sakiye’sine yakından bir bakalım. Aşağıdaki grafik, ima nayileşmeyi gerçekleştirmesinin, ütopik bir fantezi lat sanayi katma değerinin milli gelir içindeki payı olmadığını göstermiştir; başka bir deyişle, Kemalist nı iki dönem itibarıyla karşılaştırmamıza olanak sağ deneyim ulusal kapitalist model içinde geri kalmışlık ve bağımlılığın üstesinden gelmenin önemli bir lıyor. çabası olarak tanımlanabiliri. 1930’LU YILLAR 1998 ve SONRASI 1930’lar sonrası döneme, satırbaşlarıyla birkaç küçük hatırlatma ile değinmek istiyorum. 1940’ların sonuna doğru, Dünya Bankası’nın Thornburg Raporu: “İddialı ve yoğun sanayileşme Katma değer/ GSMH (1998 sonrası GSYİH politikalardan vazgeçin. Pastoral bir ülke olabilirsiniz” 1960 İhtilali, 1961 Anayasası, DPT’nin kuruİmalat Sanayi Katma Değeri / Milli Gelir (%) Not: (1929 – 1930 dönemi için İmalat Sanayi luşu ve yeniden planlı yıllar. İlk üç Beş Yıllık KalKatma Değerinin, Gayri Safi Milli Hasıla’ya, 1998 kınma Planı uygulanır. IV. Beş Yıllık Kalkınma Pla– 2010 döneminde ise Gayri Safi Yurtiçi Hasılaya ora nının stratejisi yazılmış, plan hazırlanmıştır. Hedef, ithal ikameci sanayileşmenin ikinci evresine geçenıdır. Birinci bölüm, esas olarak 1930’lu yıllarıni bü rek, her türlü aktarma organları imalatının gerçektününü, ikinci bölüm de 1998’den başlamak üzere leştirilmesidir. Ancak gündeme başka bir Dünya Ra2000’li yılları kapsıyor. Eğri eğimlerinin yönleri, bana poru düşer. Türkiye yeniden sanayileşmeden vazgegöre çarpıcı ve bir bakıma ülkemizdeki dönemler iti çirilirv. 24 Ocak 1980 Kararları ve 12 Eylül darbesi. bariyle sanayileşme heyecanının dozunu da gösteriGrafiğin (II) No’lu kısmının başlangıcı olan 1998 yor. Bilindiği üzere, merakların dünyasıi olarak da ta yılı, aynen 24 Ocak 1980 ya da Türkiye’nin sermanımlanabilecek sanayileşme meselesi, sadece iktisadi ye hareketlerine tam serbestlik tanıdığı Ağustos 1989 ya da sadece teknik bir mesele değildir. Sanayileş tarihleri gibi, yakın iktisadi tarihimizde önemli bir me, bir siyasi tercihtir de aynı zamanda. Özellikle dönemeçtir. 1998 yılında Türkiye artık IMF, Dünya Bankası (DB), Dünya Ticaret Örgütü ve uluslar1930’lar Türkiye’sinde olduğu gibi. 1930’lar Türkiye’sinde imalat sanayi katma de arası finans ve derecelendirme kuruluşlarının denetim ğerinin artış hızı yıllık ortalama yüzde 12’dir. Gra ve gözetiminde ekonomik ve siyasal kurumlarını neofik son derece nettir. Bu parlak sanayileşme deneyimi liberal koşullandırmaların biçimlendirmesini kaimalat sanayi katma değerinin ulusal gelir içerisin bullenmiş ve uluslararası işbölümünde kendisine bideki payında meydana gelen gelişmelerden de gö çilen yeni rolü üstlenmiştirv. Bu rolün ana özellikrülebilir: 1929 yılında imalat sanayi katma değeri leri şu şekilde özetlenebilir: • Uluslararası ve yerli finans sermayesine sernin ulusal gelir içindeki payı yüzde 8,4’dür. Halkçımaye hareketleri üzerine sınırsız serbestlik Devletçi ekonomi yönetiminin dönem sonunda ise güvencesi sağlayarak yüksek finansal getiri bu pay yüze 14,7’ye yükselmiştir. Bu başarının arsunmak; kasında, korumacılık ve devletçiliğin harika sente• İşgücü piyasalarını kuralsızlaştırma ve eszi yatmaktadır. Sentezdeki korumacı faktör, dünya nekleştirme yöntemiyle ucuz işgücü deposu krizine karşı, doğru bir koruma mekanizması sağlahaline dönüştürerek katma değeri düşük tekdı. Depresyonda, Türk ekonomisini emperyalist sisnolojilerde uzmanlaşmak ve sanayiini ulustemden kısmen koparabildi. Öte yandan devletçi unlararası şirketlerin taşeronu olarak sur Kemalist yönetime, dönemin tartışılan hedeflegeliştirmek; nen şartlarından kaynaklanan potansiyel fazla üzeAnkara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi serdarsahinkaya35@gmail.com 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 1929 1930 1931 1932 1933 1934 1935 1936 1937 1938 1939 2010 CBT 1363/ 8 3 Mayıs 2013 66 vakıf üniversitesinden 21’inin, ‘tarikat[lar], AKP ve İslâmî sermaye’den oluşan iktidar blokuna mensup ya da yakın kişilerce kurulmuş vakıflara ait olduğunu belirtmiştim. Bu belirlemeyi yaparken başvurduğum verilerden, vakıf kurucularının ve üniversitenin mütevelli heyet başkanlarının nitelikleriyle ilgili olanlarına ait iki örnek vereyim: Bir gazeteci soruyor: “İddia edildiği gibi Fethullah Gülen’in 2 numaralı adamı mısınız?” Vakfın da kurucularından olan Üniversite Mütevelli Heyet Başkanı yanıtlıyor: “...Ben Fethullah Gülen Hocaefendi’yi yıllar öncesinden tanırım. Benim bildiğim Fethullah Gülen Hocaefendi devletine, milletine, ülkesine bütün kalbiyle bağlı, bayrağına âşık bir insandır. Yurtdışındaki okullarda hep genç hanımlar, genç adamlar memleket aşkıyla hizmet etmeye çalışıyorlar. Oradaki çocukların hepsi Türkiye sevgisiyle yetişiyor. Bunu inkâr edebilir miyiz? ... Bildiğim gördüğüm bu güzel faaliyetleri tabii ki destekliyorum. Hayatını kıvrıla kıvrıla yaşayan biri değilim. Evet, Fethullah Gülen Hocaefendi doğrusunu söylüyor.” Üniversite kuran bir başka vakfın kurucusunu da, tanınan bir siyaset adamı şöyle anlatıyor: “...Çocuk yaşlarından itibaren memleket meseleleriyle meşgul oldu. Kırk yıllık dostum. [Onu] Millî Türk Talebe Birliği’nde, İsmail Kahraman’ın, Abdullah Gül’ün, üstâd Necip Fâzıl’ın ve ülkenin idaresinde söz sahibi olacak birçok değerli ismin yanında tanıdım. MTTB’den sonraki günlerinde (...) Vakfı’nın kurucusu oldu ve vefatına kadar bu vakıf içinde faaliyet gösterdi. ...AK Parti’yi tutar ve Tayyip Beyi çok severdi...” Benzeri verilere dayanarak belirlediğim 21 üniversite ile TOBB ve ticaret odaları vakıflarınca kurulmuş 4 üniversite dışında kalan 41 vakıf üniversitesini üç gruba ayırmak mümkün: İlk grup, Erdoğan’ın İslâmî sermayeden saymadığı kesime mensup ya da İslâmi sermaye kesiminden oldukları kesin olarak söylenemeyecek işadamlarınca kurulmuş üniversitelerden oluşuyor. Bunların çoğu önde gelen holding sahibi ailelere ait... Sayıları 12... 6’sı 2002’den önce, 6’sı daha sonra kurulmuş... 8’i İstanbul, 2’si İzmir, biri Trabzon, biri de Kayseri’de... İkinci grup, özel dershane ve/veya ilk ve orta dereceli özel okul sahiplerince kurulmuş vakıf üniversiteleridir. Bunlardan bir bölümü, meslek hayatına eğitimci olarak başlayan, daha sonra eğitim hizmetlerini bir girişimcilik alanı olarak da değerlendiren kişilerin kurdukları vakıfların... Diğer bölümüyse, özel eğitime yatırım yapan işadamlarının kurdukları vakıflara ya da eğitime destek vermek ve kentlerinde de üniversite kurulmasını sağlamak isteyen hayırseverlerce kurulmuş vakıflara ait... Sayıları 20... Bunlardan 11’i 2002’den önce, 9’u daha sonra kurulmuş... 11’i İstanbul, 5’i Ankara, 2’si Mersin, biri İzmir, biri de Kayseri’de... Son grupsa, özel sağlık kuruluşu sahiplerince ya da sağlık alanında hizmet vermek için hayırseverlerce kurulmuş vakıfların üniversiteleri... Sahip oldukları hastaneleri üniversite hastanesi hâline getiriyor ve kurdukları üniversitede tıp eğitimini öne çıkarıyorlar. Sayıları 9... 3’ü 2002’den önce, 6’sı daha sonra kurulmuş... 5’i İstanbul, 3’ü Ankara, biri İzmir’de... Hemen belirteyim; başta sözünü ettiğim 21 üniversitenin kurucuları içinde de işe ilkin özel dershane/okul ya da özel hastane kurarak başlayanlar var... Ama hem sayıları az hem de belirleyici olan özellikleri, izledikleri siyasî çizgi olduğu için, onları da o 21’in içinde saydım. Gelelim sadede: Son üç yazımda size, üniversitelerimizin ülke coğrafyasına nitelik ve nicelik olarak dağılımları yanında, 52’si üç büyük kentte konumlanmış, 66 vakıf üniversitesiyle ilgili bazı veriler de sundum. Bu verilere bakarak üniversitelerimizin ve Türkiye’nin nereye doğru gittiğinin yanıtını vermek de size kaldı. Yanıt için benim ipucum başlığın üstünde yazılı... Üniversitelerin Ülke Coğrafyasına Dağılımı (3) Dr. Serdar Şahinkaya
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle