27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Türkçe neden, nasıl yozlaştırıyor? İstanbul’un Kızıltoprak semtinden geçerken, bir binanın üzerindeki kocaman Türkish Air Lines yazısı dikkatimi çeker ve bunun üstünde neden Türkçesi yok diye düşünürüm. Sanki burası İngiltere’de veya ABD’de bir yermiş gibi yalnız İngilizce yazılmış. Prof. Dr. Y. Müh. İlhami Çetin T ürk insanı, Karamanoğlu Mehmet Bey’in 13 Mayıs 1277 tarihli uyarısına bakılırsa, eskiden beri Türkçeyi ihmal ediyor, dil sorumluluğunu yeterince bilmiyor ve dil bilincini geliştirmiyor. Atatürk’ün başlattığı dil devrimine, diğer devrimlere de olduğu gibi, yeterince sahip çıktığı söylenemez. Acaba dil genlerimizdeki bir değişiklik mi, yoksa ganimet içgüdümüz mü bu sağlıksız davranışımızın nedeni oluyor? Güzel Türkçemizi yozlaştıran ve kirletenler arasında özensiz pazarlamacılar, TV sunucuları, reklamcılar, teknik adamlar, politikacılar… sayılabilir. Kimi işyerlerine, satılan birçok ürüne yabancı adlar vererek, tecimsel yararlar sağlamak isteyenlerin bilinçsiz ve sorumsuz davranışına da üzülmemek elden gelmiyor. Dergilerin, televizyon kanallarının, hastanelerin, sinemaların, yerleşim yerlerinin, mağazaların, dükkânların… isimleri çok kez İngilizceden seçiliyor, bu dilde yazılıyor ve söyleniyor. Fransızca ve Almanca isimleri bile İngilizce okumaya çalışanlar görülüyor. Bu gibiler örneğin Charles de Gaulle’ün adını Şarl yerine Çarls okumakta, gezdikleri yabancı ülkelere ait özel adların İngilizcesini kullanmaktadır. Paris’te açılan ünlü bir müzenin adı İngilizceden aktarılırken “The Guimet Müzesi” oluyor. Müzenin İngilizce adındaki the, müze sözcüğüne ait olduğu halde, Türkçesinde Guimet’ye ait oluyor. Oysa Guimet (Gime) müzeyi ilk kuran kişinin adıdır yani önüne the konması söz konusu olamaz! Yabancı sözcük tutkunluğumuzu çözümlemek istersek, şu sınıflamayı yapabiliriz: Genellikle Fransızca’dan alınmış ve uzun yıllardan beri dilimizde, öğretimde ve kitaplarda yerleşmiş azot, silisyum, tungsten, döndürme momenti, kondansatör, enfraruj, jiroskop…gibi sözcüklerin yerine İngilizceleri nitrojen, silikon, volfram, tork, kapasitör, infrared, cayroskop… kullanılıyor. Türkçe karşılıkları bulunduğu halde detay, randıman, aysberg, sensör, buton, analog, fleksibl (bazen flexble, fleksbil yazılıyor!), deşarj, forklift, voltaj, proses, vibrasyon, tişört, promil, dizayn, analiz, pozisyon… yerine ayrıntı, verim, buzdağ, duyarga, düğme, benzeşimli, esnek, boşalma, istif makinesi, YABANCI MERAKININ NEDENLERİ gerilim, süreç, titreşim, Tgömlek, binde, tasarım, çözümleme, konum… demeyi çok kez düşünmüyoruz. Daha acıklısı Xışını, Xışınlı aygıt veya görüntüleyici var iken, Xray, Xray cihazı demeyi yeğliyoruz. Yabancı dilden bir sözcük alırken, bunun başka dillerdeki karşılığını dikkate almıyoruz. İtalyanca serra’dan serayı alacağımıza, İngilizce greenhouse’ı kullanarak yeşilev ve sera etkisi yerine yeşilev etkisi diyebiliriz. Ambülans, klorofil, televizyon, telefon yerine, Almanlar hasta arabası (cankurtaran), yaprak yeşili, uzgören, uzkonuşan… diyor. Yabancı dillerden alınan sözcükler genelde Türkçe yazım kurallarına göre yazılır ve okunur. Fizik, biyoloji matematik, futbol, ofsayt, ofset, ofis, detektör, spor, bülten, obelisk, obez, objektif, optik, odyometri, ordövr, organ, orkestra, orkide, ozon, enflasyon gibi. Ne yazık ki, bu temel kurala uymadan da bazı yabancı sözcükler almış bulunuyoruz. Formula1, mortgage, offshore, light, jammer, fueloil, parttime, fulltime, to chat, bypass, aids, marxizm, fax, phone, workshop, fast food, outletcenter… bu sınıfa girer. Türkçemize hiçbir bakımdan uymayan bu gibi sözcükler çok büyük ve ivedilikle çözülmesi gereken bir sorundur. Nasıl ek alacaklardır, onlardan başka sözcükler nasıl türetilecektir? Örnek verdiklerimizden Mortgage (okunuşu : morgıç) Fransızca kökenli (mort:ölü, gage:rehin) İngilizce bir sözcük. Bu sözcük yerine acaba Fransızlar ve Almanlar gibi ipotek denemez mi? Offshore Türkçede ofsayt gibi ofşor yazılabilir. Daha doğrusu kıyı açığı, kıyı açığında karşılığını kullanmaktır. Fueloil için yakıtyağ denebilir. TV’yi herkes kendi dilinde okurken, bir tek biz Amerikanca okumayı hüner sayıyoruz. Her dilde aynı yazılan Gigabit birimini herkes kendi abecesine göre okuyor. Fransızlar Jigabit, Almanlar Gigabit, İngilizler ve Amerikalılar Cigabayt diyor. Bizim de bu birimi kendi abecemize göre okumamız gerekmez mi? Oysa biz, Türkçe yazım kurallarına tümüyle aykırı bir biçimde Amerikanca okuyarak gülünç oluyoruz! Hâlâ Genç Türkler her dilde ayrı söylendiği halde, bizim Fransızca Jön Türkler dememiz asla bağışlanamaz. AIDS çok kimsenin doğru okuyup yazamayacağı İngilizce bir kısaltmadır. İçerdiği sözcüklerin Fransızcasından Fransızlar sida sözcüğünü türettiler ve onu kullanıyorlar. Yazıldığı gibi okunan bu sözcüğü almamız daha akıllıca olmaz mı? Daha iyisi biz de aynı yöntemi uygulayarak, sözcüğün Türkçe karşılığı olan “bulaşmış bağışıklık kaybı sendromu” yerine örneğin “bubkas” diyemez miyiz? Türkçesini bilmediğimiz İngilizce bir sözcükle karşılaştığımızda önce ilgili kaynaklarda Türkçe karşılığını arayacağımıza, yoksa bir karşılık bulma yaratıcılığını göstereceğimize, yabancı sözcüğü aynen Türkçeye sokma kolaycılığıyla anadilimize büyük bir kötülük ediyoruz. Türkçeyi zenginleştireceğimize, çok kez dilsel anlamını bilmeden kullandığımız yabancı sözcükler ezberciliğimizi derinleştiriyor, bir çok dil yanlışının kaynağı oluyor. Ayakkabı gibi güzel bir türetme örneği varken, eldiveni Farsça’dan almışız. Oysa Almancada ona “el ayakkabısı”, istasyona, “yol avlusu”, mezarlığa “barış avlusu”, Farsça’dan gelme pijamaya “uyku elbisesi”… deniyor. İtalyanca’da domatesin adı pomo d’oro : Altın elma bizim için ilginç ve düşündürücü bir örnek olmalı. Macarcada üniversite sözcüğünün bile karşılığı var. Yabancı dillerden alınan sözcükleri özensiz kullanarak gülünç denebilecek yanlışlar da yapıyoruz. Türbin (bir makine), filament, rögar, ralanti, sübvansiyone, laminat, dekape (décapé)… yerine tribün, flaman, lögar, rölanti, süpvanse, laminant, DKP … diyenler var. HIV veya HI (he, i) virüsü yerine HIV virüsü denemez. Express bir değil, iki s ile yazılır. Orsay Müzesi yerine Müze D’Orsay veya D’Orsay Müzesi demek yanlıştır. Ulusumuzu bir kanser gibi saran teslimcilik ve mandacılık her alanda direnme gücümüzü zayıflattığından, güzel Türkçemiz yeniden yabancı dil boyunduruğuna girme tehlikesi ile karşı karşıya kalıyor. Artık yabancı tutkusunu, yabancı hayranlığını bırakalım. Teknik alanda çalışanlar da yaratıcılıklarını önce karşılaştıkları yeni yabancı sözcüklere karşılık bulmada kanıtlamalıdır. Eskilerin Arapça, Farsça tutsaklığının Osmanlıyı cahil bırakan etmenlerden biri olduğu düşünülürse, onun yerini şimdi İngilizce tutsaklığının alması tüm ilgililer için bağışlanamaz bir yanlış olur. Dil toplumsal kimliği ve ulusal birliği oluşturur. Alman kimliğinin oluşmasını Luther’in (14831546) İncil’i Almancaya çevirmesi sağlamıştır. Yabancı dil sözcüklerine düşkünlüğümüzün ruhsal ve toplumsal nedenlerinin açıklanmasını beklerken, Türkçeyi savunmak için önlemlerimizi alalım. Orta ve yüksek öğretimdeki verimsizlik, düzey düşüklüğü bir ölçüde yabancı sözcükleri bilinçsizce kullanmaktan kaynaklanabilir. Bilgi, teknoloji ve yenilik yarışı çağında, dilini bile geliştiremeyen bir toplum nasıl başarılı olabilir, nasıl yaşayabilir? Üniversite ve Demokrasi S CBT 1355/ 18 8 Mart 2013 Süleyman Çelik (scelik44@gmail.com) ayın Celal Şengör, 22 Şubat 2013 tarihli CBT’deki yazısında, “demokrasinin üniversiteye uygun olmadığını” öne sürmekte ve “bilim demokrasiyle yönetilmez” demektedir. Türkiye’yi 60 yıldır yöneten sağcı politikacıların demokrasi anlayışıyla yaklaştığımızda, bu görüşe katılabiliriz. Bu anlayışa göre demokrasi, seçim sandığından çıkan oy oranı ve Meclis’teki parmak sayısıdır. Seçimi kazanıp Meclis’te çoğunluğu sağlayan parti, daha doğrusu partinin lideri istediğini yapabilir. Bu anlayışa göre muhalefet “uslu çocuk”, diğer bir deyimle “majestelerinin muhalefeti” olmalı. İktidar, muhaliflerin Meclis’te oturup milletvekilliğinin tadını çıkarmalarını ister. Hatta kürsüye çıkıp ‘seçmenlerine selam’ niteliğinde konuşmalar yapmalarına da katlanabilir. Fakat işlerini ciddiye alıp yasama görevine katılmak ve özellike yürütme’yi denetlemek istediklerinde demokrasi biter. Zaten bu konularda iktidar milletvekillerinin bile yetkisi yoktur. Başkan ne derse o olur. Başkanın isteği engellendiğinde, Menderes’in yaptığı gibi, “Tahkikat Komisyonu” kurularak muhalefet Meclis’ten atılır veya son ‘4+4+4’ yasasının çıkarılmasında görüldüğü gibi “cebir” kullanılır. Oysa demokrasi özgür tartışma demektir, eleştiri demektir, sorgulama demektir. Karşıt görüşleri saygı ile dinleyerek gerçeği, doğruyu, daha iyisini bulmaya; ortak akıl üretmeye çalışmak demektir. Tüm bunlar tam da bilimin doğasında olan niteliklerdir. Bir lisans öğrencisi bile, bir profesörle, derste anlattığının doğru olmadığını düşünerek eleştirip tartışabilir (bilmelidir). Lisansüstü tez konusunu, öğrenci danışmanıyla tartışarak belirler. Araştırma projelerini, asistanından doçentine profesörüne, projede çalışacak herkes birlikte tartışarak hazırlar, buna göre araştırma yürütülür ve elde edilen veriler, aynı şekilde değerlendirilerek çalışma bitirilir. Üniversitelerin, tüm yetkileri elinde toplamış (tek adam) rektör yerine, seçilmiş senato ve yönetim kurulları tarafından yönetilmesinin bilime aykırı bir yönü yoktur. Fakülte, bölüm ve bilim dallarının yönetiminin de aynı şekilde demokratik olmasında bilime aykırı bir durum yoktur. Bugün ülkemizdeki 170 kadar üniversite arasında, rektörü demokratik yöntemle seçilmiş tek üniversite ODTÜ’dür. Şöyle ki YÖK usulü rektör adayı belirleme seçimleri öncesinde, öğretim üyeleri tüm aday adaylarının katıldığı bir toplantı yapmış ve onlardan şu sözü almışlardır: “En çok oyu almadığım halde atanacak olursam, görevi kabul etmeyerek istifa edeceğim.” Öğretim elemanları, öğrencileri ve tüm çalışanlarıyla ODTÜ’lülerin, 12 Mart ve12 Eylül faşist askeri cuntalar dönemindeki direnişleri bilindiğinden, atama makamları bunalım çıkarmayı göze almamışlar ve en çok oy alanı atamışlardır. Son ODTÜ olayları sonrası, ODTÜ rektörünün ve diğer (majestelerinin) rektörlerin duruşlarını gördük. Hangisi akademik duruş idi? Bu durum demokrasinin ancak, haklarına sahip çıkan bilinçli/yetkin ve yürekli bireylerle yaşam bulabileceğinin göstergesidir. Darısı diğer üniversitelerimizin ve güzel yurdumuzun başına!..
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle