27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

İTÜ Araştırma Görevlilerinden Cumhuriyet Bilim Teknoloji’nin 28.12.2012 tarihli sayısındaki yazısını okurken, Prof.Dr. Celal Şengör’ün, İTÜ araştırma görevlilerinin, YÖK tarafından gerekli görülmesi üzerine, yükseköğrenimde azami süreyi doldurdukları gerekçesiyle İTÜ Rektörlüğü tarafından işten çıkarılmalarını akademik bir kararın uygulanması olarak görme yanılgısını sürdürmekte olduğuna tanıklık ettik. İTÜ araştırma görevlileri çeşitli özel durumlarda azami süreyi aşabilmelerine imkân tanıyan kazanılmış hakları ihlal edilerek apar topar bir şekilde kapının önüne konuyor. Bu ihlallere örnek olarak doğum izninin, yurtdışında araştırma yapmak için verilen görevlendirme süresinin de azami süreden sayılmasını verebiliriz. Çalışanların temel haklarını görmezden gelen, sadece öğrenim süresini esas alan koşulsuz azami süre sınırı icadı ile birdenbire karşı karşıya kalan araştırma görevlileri, kendilerine ancak yollarının başındayken bildirilmesi halinde kabul edilebilecek böyle bir işten çıkarılma yaptırımına tabi tutuluyorlar. Peki, bu uygulama hukuksuz olmasına rağmen, apar topar hayata geçirilmesi neden göze alındı? Nedeni, üniversitelerde lisansüstü seviyedeki mevcut araştırmacı istihdamı yapısının bir an önce değiştirilmek isteniyor olmasıdır. Yeni yükseköğretim tasarımına ilişkin taslaktan ve tartışmalardan anlaşılan odur ki, amaçlananlardan biri de üniversitede lisansüstü seviyede istihdam yapısının da özelleştirilmesi, yani devletten maaşlı ve sosyal güvenceli çalışma şeklinin terk edilip, özel kaynaklara bağımlı, sosyal güvenceden yoksun olarak çalışmayı hâkim kılacak bir modele geçilmesidir. Bu karar ve ilgili uygulamalar akademik değildir, ekonomik ve politik temellidir. İşten çıkarma uygulamalarıyla amaçlanan, doktora sonrasında araştırma görevlisi olarak, yani 33/A kadrosunda istihdam edilenlerin sayısının artmasını mümkün olduğunca engellemektir. Doktor unvanlı araştırmacıların, araştırma görevliliğini sürdürmelerine getirilen kota engeli, sadece “sayı”ların düşünüldüğünün göstergesidir: Araştırma görevlilerinin öğrenimleri biter bitmez işsiz kalıp kalmayacağına, bölümlerindeki sayısal kadro dağılımına bakılarak karar verilmektedir. Soruyoruz: Niteliksiz kişilerin üniversitede yer tutmasının önünü kesmek amaçlanıyorsa, doktorasını tamamlayan araştırma görevlilerinin 33/A kadrosuna geçirilmesi için neden onların araştırmacılık nitelikleri değil de, kotalar öncelikli? Yaşananlar, bir istihdam biçimi, dolayısıyla iş meselesidir ve ekonomik ve politik karakterli bu meseleye elbette ki çalışan hakları açısından yaklaşılabilir ve karşı mücadele o temelde verilebilir. Buraya kadar yazdıklarımız, doktora sonrasında araştırma görevlisi olarak istihdama üniversitede yer olabileceği ön kabulümüze dayanmaktadır. Böyle düşünmeyenlere soruyoruz: Gerçek bilim, lisans mezuniyetinden emekliliğe dek nerede ve ne şekilde çalışan kişiler tarafından yapılabilir? Yanıt: Kamu üniversitelerinde, devletten maaşlı, kadrolu ve sosyal güvenceli olarak çalışan; kadroya alınırken başvuranlar arasında bilimsel sıralamaya tabi tutulmuş olan; proje kovalamayan; akademik yükselmeyi bir amaç haline getirmemiş, tersine bunu bilimsel faaliyetlerinin kendisine dolaylı bir getirisi olarak algılayan; mesai arkadaşları arasında sivrilecek derecede zayıf bir bilimsel faaliyete sahip olması durumunda uyarılacağını ve ancak uyarılara kulak asmadığı takdirde ve teknik açıdan itiraza yer kalmayacak şekilde gerekçelendirilerek işten çıkarılacağını bilen akademisyenler tarafından. Ayrıca, üniversitede kadro anlayış ve yapısının nasıl olması gerektiğine ilişkin birkaç öneri sıralamak istiyoruz: Kendi yetiştirdiği kişiyi hor görme gibi gülünç bir çelişkiyi dışlayan bir anlayış ve aşağıdan yukarıya doğru daralan, yardımcı doçentliğe geçiş için dev kontenjan duvarları örüp tartışmaların kaynağı olan doktora sonrası araştırma görevliliği kadrosunun önemini kendiliğinden artırmayan bir yapı. Konuya ilgi duyanların süreçle ilgili düşüncelerinin olgunlaşmasına biraz daha katkı sağladığımızı umarız. İTÜ Asistan Dayanışması Zehirbilimciler, kongrelerinde ilaçları ve kimyasalları tartıştı Günümüz insanı, doğal kaynaklı olanların yanı sıra binlerce sentetik kimyasal madde ile de birlikte yaşamak zorunda. Bu kimyasal maddeler ilaçlar, gıda katkıları, temizlik ürünleri, işyerlerinde kullandığımız maddeler ve bunlara ek olarak fiziksel çevremizde, soluduğumuz havada, yiyeceklerimizde ve içtiğimiz suda bulunan ancak çoğunlukla farkında olmadığımız kirleticilerdir. Türk Toksikoloji Derneği Kongreleri’nin 8.’incisi yapıldı. Prof. Dr. Hilmi Orhan, Türk Toksikoloji Derneği , 20112013 Yönetim Kurulu Başkanı 19. yüzyıldaki sanayi devrimi sonrasında çevremizdeki kimyasal madde miktarı ve çeşidi, öncesine kıyasla binlerce kat arttı. Bu durum, kimyasalların çevre ve insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerini araştıran ve kabul edilebilir miktarlarının belirlenmesiyle ilgilenen toksikolojiye büyük görevler yükledi.. Türk Toksikoloji Derneği ise, ülkemizde 25 yıllık bir geçmişe sahip. Dünyaya paralel olarak, günlük yaşantımıza girmeye devam eden kimyasal maddelerin çeşidi ve miktarındaki baş döndürücü artış, birçok sektörün ve bu arada üniversitelerimizin de dinamik ve gerçekçi stratejiler geliştirmesini gerektiriyor. Üniversitelerimizde yapılan bilimsel çalışmaların niteliğiyle ilgili sorunları göz ardı etmeden değerlendirecek olursak, dünyadaki gelişmeler karşısında ülkemizde toksikoloji dalının gerekli refleksi gösterebilen bilimsel disiplinlerden biri olduğunu görüyoruz. Nitekim TTD, kuruluşundan hemen 2 yıl sonra o tarihte yeni kurulan Avrupa Toksikoloji Dernekleri Federasyonu’na (EUROTOX; www.eurotox.com), 1998 yılında ise Uluslararası Toksikoloji Birliği’ne (IUTOX; www.iutox.org) üye olmuş, ardından TTD üyeleri, her iki kuruluşun yönetim kurullarında ve diğer organlarında aktif görevler aldı. Bu görevler dünyadaki çatı kuruluş olan IUTOX’un 20042007 yılları arasında 4 yıl süreyle başkanlığını da içermekte. Kimyasal maddelerin yasal düzenlenmelerine ilişkin çok hızlı ve yoğun gelişmeler var. Bu güncel yasal düzenlemelerin en çarpıcı örneği, Avrupa Komisyonu’nun 2007’de yürürlüğe soktuğu ve Avrupa Birliği’ne üye ülkelerin yanı sıra AB ile ticaret ilişkisi bulunan tüm ülkeleri bağlayan REACH (Registration, Evaluation and Authorization and Restriction of CHemicals) uygulamasıdır. Kimyasal maddelerle ilgili dünya tarihindeki bu en kapsamlı yasal düzenleme, ticareti yapılan yaklaşık 80 bin maddenin önemli kısmının kullanıma girdiği tarihlerdeki bilimsel ve teknolojik koşullar nedeniyle eksik olan güvenlilik verilerinin (toksisite testlerinin) üretici ya da ithalatçı/ihracatçı firma tarafından tamamlanmasını öngörmekte. Başta AB ülkeleri ile büyük ticaret hacmine sahip olan ABD ve Çin olmak üzere ülkelerin üretici ya da taşıyıcı firmaları, bu yeni yasal düzenlemeye uyum sağlamak için yoğun bir çaba içine girdiler. Bu yasal düzenlemelerin milyarlarca dolarlık hacme sahip ticareti doğrudan etkilemesi nedeniyle, bilimsel yorumların yanı sıra ulusal ve uluslararası çıkarlar, dolayısıyla politikalar da işin içine girebilmektedir. Kullanıma girmeden önce insan sağlığı riskleri açısından göreceli olarak en kapsamlı biçimde araştırılan kimyasal madde grubu ilaçlardır. Gerek Avrupa’da EMA (European Medicines Agency), gerekse ABD’de FDA (Food and Drug Administration) ya da Japonya’da PMDA (Pharmaceuticals and Medical Devices Agency) yönetmeliklerine göre, geliştirilmekte olan bir ilaç adayı, ortalama 1012 yıl süren çok masraflı (ortalama 300800 milyon USD) ve çok sıkı klinik öncesi ve klinik testlerden geçirilmek durumunda. Bu kadar emek, zaman ve harcamaya karşın yine de bazı ciddi toksik etkiler ilaç geliştirme sürecinde fark edilememekte, ilaç hastalarda kullanıma sunulduktan sonra bazen ölümcül de olabilen toksik etkilere yol açabilmekte. Çok sıkı araştırmalara karşın bu denli ciddi toksik etkilerin geliştirme sürecinde belirlenememesinin ana nedeni, bazı toksik etkilerin toplumda çok düşük sıklıkta (on bin, hatta yüz bin kişide bir) ortaya çıkması, buna karşın ilaç adayının toksisite potansiyelinin klinik fazda en çok 5000 hasta üzerinde araştırılabilmesidir. Zaman içerisinde bilimsel literatürde biriken çalışma sonuçları, ciddi toksik etkilerin önemli kısmının ilaçtan vücut içerisinde oluşan reaktif metabolitlere bağlı olduğunu gösteriyor. Kullanımdan geri çekilen ilaç sayısı son 30 yılda 118’dir ve bunların 30 tanesi ölüm dâhil ciddi toksik etkiler gösterdi. Kalpte ölümcül ritim bozukluğu nedeniyle kullanımdan geri çekilen ağrı kesici vioxx (rofekoksib), ya da yine inme ve kalp durmasıyla ölüme neden olan sibutramin, bunlardan ikisidir. Kongrenin “Toxicology in Preclinical Drug Development” başlıklı oturumunda, ilaç moleküllerinden vücut içerisinde oluşabilen reaktif metabolitler, bu metabolitlere bağlı olarak ortaya çıkan toksik etkiler, oluşumlarını belirleyen faktörler ve güncel olarak farmasötik endüstride ilaç geliştirme aşamalarında söz konusu toksisite potansiyellerini azaltmaya yönelik uygulanan stratejiler konularında sunumlar gerçekleştirildi. Ayrıca henüz yayınlanmamış olan yeni çalışma sonuçları ilk kez bu kongrede duyuruldu. İlaçlar dahil kimyasal maddelere maruz kalma sonucunda ortaya çıkabilecek sağlık sorunlarının öngörülmesi süreci olan Toksikolojik Risk Değerlendirmesi, toksikolojinin en temel iki işlevinden birisidir. Toksikolojik risk değerlendirmesi, toksik etki ortaya çıktıktan sonra zararı azaltma değil, toksisite ortaya çıkmadan önce olası riskleri öngörerek önlem alma stratejisine dayanır. Bu açıdan, günümüz biliminin ve analitik teknolojilerinin sunduğu olanaklar sayesinde risk değerlendirmesi, daha üst bir entelektüel ve bilimsel düzeyi ifade eder. 8. Uluslararası Katılımlı Türk Toksikoloji Derneği Kongresi hazırlanırken kongre bilimsel programı, yukarıda özetlenen konuları vurgulayacak şekilde düzenlendi. Toksikolojinin her zaman gündemde olan ana alanlarının yanı sıra ülke ve dünya gündeminde yer alan özel konular, 15’i yabancı olmak üzere 35 davetli uzman bilim insanı tarafından 1418 Kasım 2012 tarihlerinde Antalya’da derinlemesine tartışıldı. Kongre kapsamındaki ilk kurs olan “Developments in Risk Assessment: Basic Concepts and International Frameworks for Evaluating Toxicity Data for Human Health Risk Assessment” kongrenin açılışından bir gün önce yapıldı. Tam gün süren bu kurs, toksikolojik risk değerlendirmesi konusunda öncü kuruluşlardan ABD kökenli Toxicology Excellence for Risk CBT 1351/ 18 8 Şubat 2013
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle