23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

İhracat Stratejisi Üzerine Tınaz Titiz, tinaztitiz@gmail.com, http://tinaztitiz.com S on söyleneceği baştan söylemek gerekirse: İhracat amaç değil araçtır. Amaç, toplumun (değer) ihtiyaçlarının karşılanmasıdır. Bir şeyin (değer)i, ona sahip olmaktan doğan tüm hak ve çıkarların toplamı olarak tanımlanabilir. İnsanoğlu hangi uygarlık düzeyinde yaşarsa yaşasın, ihtiyaç ve isteklerinin karşılanması sorunu ile yaşam boyu uğraşmak zorundadır. Bu yolda kendi ihtiyaçlarını karşılamak için, başkalarının ihtiyaçlarını karşılamaya razı olan kişi, karşısındakilerden göreceli zekâ, kurnazlık veya zorbalık üstünlüğüyle bu takas işleminde avantaj sağlamak ister. Yani, ihtiyacının (değer)inden daha az zaman + çaba + para + vd (değer) harcamaya çalışır. Bu aslında bir (değer) değişimi, yani takas işlemidir. Takas işlemine esneklik kazandırmak amacıyla oluşmuş pazar sisteminde kullanılan para, standardize edilmiş (değer) olup, herhangi bir 1 birim para, o birimdeki paranın ne kadar emek veya üzüm ya da “şey” almaya yeter olduğunun ölçüsüdür. (Not: Bu standardizasyon sıradan insanlar için olup, aklı, kurnazlığı ya da zorbalığı daha yüksek olanlar için söz konusu değildir. Onların para birimleri ne olursa olsun, 1 birim paraları herkesinkinden “daha fazla eşit”tirler.) Buna göre örneğin, ithal etmek zorunda olduğumuz petrolün bedelini ödemek için: • Ürettiğiniz (değer)lerin ihtiyaç fazlasını vererek satın alacağınız, kabul edilir bir para birimi (yani döviz) ile ya da • (Değer)i söz konusu bedele eşdeğer olabilen bir mal veya hizmet karşılığında (ihracat). Alan ve satanların, her iki durumda da bu işlemlerden tek beklentisi vardır: Verdiği (değer)den daha fazlasını almak; en kötü durumda başabaş olmak. Bunun için akıl, kurnazlık ve sopa gibi etkili araçlar kullanılır. Herkesin bildiği bu ansiklopedik bilginin tekrarlanmasındaki amaç kimseye bir şeyler öğretmek gibi absürd bir amaç olmayıp, en derinde yerleşmiş olduğu için çoğu zaman gözden kaçmaya en yakın olabilen bilgilerin üzerine üfleyip tozları uçurmaktır. bu, o ülkeler için bir zorunluktur. Türkiye bu ülkelere ihracat yaparken az da olsa aslında (değer) ithal etmiş olur. (2) İhtiyacı olan (değer)leri üretebilen, ama üretim maliyetleri (=değer) yüksek olduğu için, daha düşük maliyetlerle (değer) üretebilen ülkelerden ithal edip, (değer) ithalini de becerebilen ülkeler. Zengin ve gelişmiş ülkelere Türkiye’nin ihracatı, ihraç edilen (değer)ler onların maliyetlerinden (değer) düşükse gerçekleşebiliyor. Bu nedenle de, nominal değeri yüksek olan TL, Türkiye’nin net değer kaybı anlamına geliyor. Görülüyor ki, ikinci sırada sayılan ülkelerle bir (değer) transferi savaşı yaşanıyor. Kim ürettiği ürünün maliyetini (değer) azaltıp, satış fiyatını (+değer) artırabiliyor ve yine de hedef ülke maliyetlerinin altında kalabiliyorsa, Türkiye’ye bir (değer) katıyor. Böylece oluşan katma değer, düşük (değer) harcayıp yüksek (değer) üretebilmek anlamına geliyor. Bu ise, üretimin her türlü girdisinin maliyetini (değer) artıran sorunları çözebildikçe katma değer’in artması demektir. Yani Katma Değer = Sorunlarını Çözebilme Kabiliyeti’ demektir. Katma Değeri düşük ihracat bir ölümcül sarmaldır.. Bu açıklamalara göre salt ihracat artışı bir hedef olamaz. Düşük katma değerli ihracat, bir ülkenin çeşitli türde (değer)lerini, daha düşük (değer)ler karşılığında takas etmek demektir. Bu sürekli olduğu takdirde ise ölümcül sonuçlar vermesi kaçınılmazdır. Genel ve o derecede basit kural, Katma Değer (KD) üretim sorumluluğunun her zaman, her yerde, herkesçe ve her bağlamda olduğudur. Örneğin: • İletişimde KD (değer iletişimi), • Bilgi KD: Man, Machine, Material, Money, Marketing, Management (6M) girdilerini birbirine bağlayan çekirdek element “bilgi”dir. Bu 7nci element küçük olduğu takdirde diğer 6 element bir önem taşımıyor. • Güvenlik görevlisi ve KD: Korumakla yükümlü olduğu yere hırsız / uğursuz uğramaması, uğrarsa zarar verememesini en iyi yapabilecek beceri ve bilgiye sahip olunması. • Yönetim Kurulu Başkanı ve KD: Yönettiği kurumun kaynaklarını en az maliyet ve en çok etkililikte yönetebilme bilgi ve becerisine sahip olunması. Özetle, KD üretiminden sorumlu olmayan hiç bir yurttaş olmamalıdır. Bir başka deyişle KD üretimi belirli bir sınıfın değil, tüm yurttaşların kendilerinin ve gelecek nesillerinin varlıklarını sürdürebilmeleri için zorunlu işlevleridir. Tüm nüfusu sarmalayan böylesi bir vizyon, bir kişi ya da kurumun işi olamaz. Bunun nasıl gerçekleştirilebileceği kuşkusuz güç ama mümkün bir iştir. Ama ilk adım, bundan daha önemli çok az işimizin olduğunun takdiridir. Değer üretimi ihracatı da kapsar için bir vizyon önerisi.. “Cumhuriyet’in kuruluşunun 100.’ncü yılında, toplumsal rekabet gücü’nün bir ölçüsü olan Rekabet Gücü Endeksi ve İnsani Gelişme Endeksleri’nde ilk 10 sıra içinde yer almak.” Ya da da daha sembolik bir deyişle “100. yıl’a kadar, sorunlarının çözümü için kurtarıcıya ihtiyaç duymayan bir sorun çözme kabiliyeti düzeyine sahip bir toplumsal yapıya erişmek”. Bu bağlamda çeşitli ifadeler geliştirilebilir; ama öz, “rakiplerimizle yarışabilecek düzeyde katma değer üretebilecek bir sorun çözebilirliğe erişmek”tir. KATMA DEĞER’İ KİMLER ÜRETMELİ? ÇÜNKÜ BU BİR KATMA DEĞER SAVAŞIDIR Türkiye iki tür ülkeye ihracat yapabiliyor: (1) İhtiyacı olan (değer)leri üretemeyen ülkelere ki CBT 1351/ 15 8 Şubat 2013 Türkiye’ye (değer) kazandırabilecek zenginlikteki ülkeler, fındık, aluminyum tencere, torna tezgahı ya da otomobil üretemedikleri için Türkiye’den ithalat yapmıyorlar. Türkiye, o mal / hizmetlerin o ülkelerdeki (değer)lerden daha düşük (değer) karşılığında yani döviz geliri karşılığında ihraç ediyor da onun için.. Böylece, Türkiye’den dışarı bir (değer) transferi oluyor. Halbuki bizim (değer) açığımız olduğu için transferin ters yönde olmasına ihtiyacımız var. Bir bakıma ihracat yapıp (değer) kazanmak amaçlanırken, ürünle birlikte (değer)de ihraç etmiş oluyoruz. Ama, mesela yüksek teknolojili silah (İsrail), domates tohumu (Hollanda) ya da banker (Belçika) ihraç eden bir ülke, (değer) ithal etmiş oluyor. Ne ilginç bir matematik değil mi! TÜRKİYE’NİN SORUNU DEĞER ÜRETİMİDİR Tüm canlı birimleri için olduğu gibi tıbbi bilimlerde de yeni bir aşamaya geçiş yaşanıyor. Evrimsel yaklaşımın tıbbi bilimlere yansıması sonucu, hastalık ve sağlık kavramları yeniden tanımlanıyor. Günümüz insan hastalıklarının asıl olarak, insanın içinde yaşadığı çevrenin, evrimleştiği çevreden farklı olmasından kaynaklandığı ve yaşam tarzının düzenlenmesiyle birçok hastalığa çözüm bulunabileceği görülmeye başlandı. Bu nedenlerle halk sağlığından klinik uygulamalara kadar, her aşamada evrimsel bilginin çok işlevsel araçlar sunduğunun bilincine varıldı. Ayrıca, tıpta doğrudan veya dolaylı olarak ciddi sosyal ve ekonomik açılımları olabileceği tahmin edilmekte. Bunların tümü çeviri editörlerinin önsözünde şu ifadelerle vurgulanıyor: UNESCO, düşünce tarihine katkısına atfen, 2009 yılını Darwin yılı olarak ilan etmişti. Bir yılın Darwin’e atfedilmesi, biyolojinin düzenleyici ilkesi olan evrimin tüm canlı bilimlerinde işlevselliğinin kavranması ve bilgi üretiminin itici gücü haline gelmiş olması nedeniyledir. Canlı bilimlerinin diğer alanları için olduğu gibi, insan biyolojisinin ve dolayısıyla tıbbın bunun dışında kalması düşünülemez. Kalmamıştır da! Ancak, evrim yaklaşımının biyolojideki kapsayıcılığı, 1980’li yıllardan sonra belirgin olmak üzere, yirminci yüzyıl boyunca iyi bir şekilde anlaşılmış olmasına karşın, tıp ve ziraat gibi temel bilimler dışındaki alanlarda işlevselliğinin kavranması sadece bu sürecin geç dönemlerine denk gelmiştir. Bu nedenle 1990’lı yıllarla birlikte evrimsel tıp alanında yayın sayısı artmaya başlamış ve bu çalışmalarla birlikte evrimsel yaklaşımlar tıbbi bilimleri yeni bir evreye taşımıştır. Çünkü, “evrimsel biyoloji molekül düzeyinden toplum düzeyine kadar olan kavrayışımızı bütünleştirir, ıraksak biyolojik süreçlerin, tıbbın büyük bölümünün ilgilendiği biyoloji olan yakınsak biyolojiyi nasıl yönlendirdiğini anlamamız için bir temel sağlar (ETI, sayfa 277).” Çeviri editörleri kitabı şu nedenlerle seçtiklerini belirtiyor: Kitabın en yeni bilgilerin ışığında hazırlanmış olması, arı bir bilimsel yaklaşımla ve alandaki polemiklerle ilgilenmeden kurgulanmış olması ve de kitapta temel evrimsel yaklaşım, yöntem ve bilgiler doğrudan tıbbi örneklerle ustaca ilişkilendirilerek sunulmuş olması. Ayrıca editörler, edebi eser tadında bir dille yazılmış bilimsel bir eser olduğunu da not ediyor. Evrimsel Tıbbın İlkeleri üç kısımdan oluşmakta: İlkinde, özgül örnekler kullanarak, insan sağlığı ve hastalığına evrimsel ilkelerin uygulanmasına ilişkin sistematik bir yaklaşım sunulmakta. Bu kısım evrimsel süreçler, moleküler evrim, insanların evrimi, yaşamöyküsü teorisi ve evrimsel gelişim biyolojisi ile ilgili bölümleri kapsıyor. İkinci kısım bu ilkelerin beslenme, metabolizma, üreme, enfeksiyon hastalıkları ve stresle mücadele etme ve insan davranışlarına ilişkin anlayışımıza uygulanmasını ortaya koyuyor. Son kısım, pratik terimler bağlamında evrimsel tıbbın ilkelerinin tıp pratiği ve halk sağlığına nasıl uygulanabileceği konusunda genel bir çerçeve sunuyor. Palme Yayıncılık’tan çıkan kitabın çeviri editörlüğünü Prof.Dr. Battal Çıplak (Akdeniz Üniversitesi, Fen Fakültesi), Prof.Dr. Oğuz Kerim Başkurt (Koç Üniversitesi, Tıp Fakültesi) ve Prof.Dr. Hilmi Uysal (Akdeniz Üniversitesi, Tıp Fakültesi) üstlendi. Kitabın Türkçe baskısının içerik, sunum ve dil olarak sağlık bilimciler başta olmak üzere her canlı bilimcinin, hatta canlı bilimlerinde uzmanlığı olmayan ok sayıda okurun anlayacağı nitelikte olduğunu belirtmek istiyoruz. Evrimsel biyolojinin ne kadar etkin araçlar sunduğunu merak edenlerin özel bir ilgi duyacağını tahmin etmek güç değil. Ancak, biyolojik olarak kendini tanımak isteyen herkese bu kitabı okumalarını özellikle öneriyoruz. Evrimsel Tıbbın İlkeleri
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle