24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ZÜMRÜTTEN AKiSLER önemli bir rol oynar. Mesela klavyeyi tuşlamak veya bir kutu açabilmek gibi. Felçli insanların bu tür gelişmelerden doğru dürüst yararlanabilmeleri için gelecekteki makinebeyin arayüzlerinin aynı anda birden fazla uzvu çalıştırabilmeleri gerek diyor Miguel Nicolelis. Amerikalı nörobiyolog, Duke Üniversitesi’nde bu alanda önemli bir adım atan Peter Ifft ile birlikte çalışıyor. dıran çok ağır bir yıldızın kalıntısı. Diğer tür ise bir galaksinin merkezinde dönen süper kütleleli karadelik. Fakat 1970’li yıllardan bu yana, ilk patlamadan sonra çok daha hafif karadeliklerin oluşmuş olabileceği ve bunların neredeyse görünmez bir halde uzayda dolaştıkları düşüncesi de hâkim olmaya başladı. Dünyamız kadar hatta daha az bir kütleye sahip bir cisim, ancak bir yıldızın önünden geçerken ve küçük bir yerçekimsel mercek etkisiyle hafif bir parlaklık oynaması meydana geldiğinde görülebilir. Amerikalılar şimdi Kepler uzay teleskopunun verilerinde bu tür düzensiz olayları aradı. Uygun olmayanlar elendiğinde ilk önce 17 ilginç olay kalmış geriye. Fakat bunlar da çok fazla ortaya çıktıkları için bilim insanları kuyrukluyıldızların bilinen yörüngelerini kontrol ederek parlaklık oynaması gösteren iki gökcismi bulmuşlar. Listemizden kuyrukluyıldız vakalarını da çıkardığımızda geriye karadelik için tek bir aday bile kalmadı diyor Kaliforniya Üniversitesi’nden Kim Griest. Gerçi bazı teorik modeller ilk patlamadan sonra oluşan “ilkel karadelikler”in varlığına işaret eder. Fakat ne var ki bugüne dek bir tanesi bir tespit edilememiş. Eğer bunlar gerçekten de varsa belki karanlık maddenin bir kısmını oluşturuyor olabilir. A. M. Celal Şengör Sevgili okuyucularım, son iki yıldır posta ve gümrükten çekmediğim kalmadı. Bunların bana tesadüf eden gelişigüzel talihsizlikler olduğunu sanırken bir de bizim postacıdan ne öğreneyim: Benim başıma gelenler sıradan olaylar olmuş. Yani, posta çalışmıyor, gümrük zır cahillerin elinde. Bana Avrupa’dan gönderilen birkaç yayın paketi bizim postaneye dahi gelmeden “adres bulunamadı” bahanesiyle geri gönderilince merak ederek, adresleri kontrol ettik. Tek bir tanesi dahi yanlış değil. Yani son 25 senedir oturduğum evi bulabilen posta idaresi, son iki senede bizim evi bulamaz oldu. Üstelik bulunamayacağı kararını bizim postane değil, merkez dağıtım veriyor. Bunun üzerine postacımıza sorduk. Derler ya bir dokun bin ah işit! Efendim, posta idaresi taşerona devredilince, her şey aksamaya başlamış. Pek çok paket «otomatikman» geldikleri yere geri gönderiliyormuş. Dağıtım zaten çok aksamış. Pek çok mektup ve paket uzun zaman bir yerde biriktirilip ondan sonra dağıtılıyormuş. Hele bu son ifade neden Avrupa’dan eskiden en çok bir haftada gelebilen paketlerin bazen iki ayda geldiğini açıklayıverdi. Tevekkeli, Almanya’da giderek daha çok yayımcı ve sahaf kitaplarını Türkiye’ye göndermeyi reddediyorlar. Bir şey ısmarladığınız zaman «O ülkeye teslimat yapılmamaktadır» ibaresi karşınıza çıkıveriyor. Bunu şikâyet edelim dedim: postacımız güldü: Kime? diye sordu. Bu soru üzerine birden kendime geldim: Öyle ya, kime gidecektim. Bu rezilliğin sebebi bizzat Ulaştırma Bakanlığı’dır. Bakanlığı bakanlığa mı şikâyet edecektim? Sonra gene son bir buçukiki senede gümrükten gelen yayın paketlerinin falçata ile düz yüzleri kesilerek gönderilmeye başladığını fark ettik. Birkaç sefer içindeki kitaplar da kesilmiş olarak gelince bu işleri bilen bir avukat arkadaşımıza gümrüğü dava edebilir miyiz diye sorduk. Tabii, dedi ama hava alacağınızı garanti edebilirim. Bir kere dava uzun sürer; iki, gümrükte bunu kimin yaptığını tesbit etmek imkânsız gibidir. Gümrük idaresi de binbir bahane ile bu işin içinden sıyrılır. Siz kitabınızı kaybetmiş olmanın üzerine bir de hem para hem de sinir kaybına uğrarsınız. Taşeron lafını (Fransızca ırgat anlamındadır), devlet dairelerinin kalitesiz yandaş doldurulmaktan çöktüğünü hep duyuyordum da, bunun bana bu kadar yakından dokunmuş olduğunu bilmiyordum. Türkiye Postaları ben gençken örnek bir kuruluştu. En olmayacak adresleri bulur, postayı yerine hızla teslim ederdi. Postacılık onurlu bir meslekti. Bu örnek kuruluş yerini şimdi tamamen çökmüş, uygar dünyanın olmazsa olmaz işlerinden biri olan posta taşımacılığını yapamaz hale gelmiş bir ahlaksızlık ağına bırakmış. Bu nasıl olur diye düşündüm? Buna halk nasıl isyan etmez? Geçenlerde gümrükteki zebanilerden biri 250.000 Amerikan Dolarlık bir tabloyu falçatalamış. Sahibinin ne yaptığını öğrenemedim çünkü esas sorumlunun bu sefer posta değil de gümrük olduğunu öğrenince soluğu orada almış. Bunları öğrenince kös kös kütüphaneme döndüm. Acaba bu bir kâbus mu diye düşündüm? Sonra birden aklıma geldi: Ülkemizi yönetenlerin en önemli referansı artık din değil midir? Birden rahatladım: Biliyorum ki tarihte hangi toplumda din yönetime bulaşmış, yönetimi etkilemişse, o toplumda ahlaksızlık tavan yapmış ve pek çok kere toplum içten çözülerek çökmüştür. Ortaçağın sonlarına doğru papalığın tarihine bir göz atın. En aşağılık, en rezil, en pespaye davranış şekillerini görürsünüz. Sonra ne olmuştur? Katolik kilisesi paramparça olmuş, papalığın otoritesi sıfırlanmıştır. Ortodoks Bizans’ın tarihine bakın: Koca Roma’nın devamı Justinianus’un Ortodoksluğu tek egemen haline getirmesinden sonraki tarihi sürekli ve acılı bir çöküş olmuştur. Sevgili, merhum dostum, büyük Osmanlı uzmanı ve Türk dostu Gilles Veinstein’in Kanuni dönemi tarihini bir okuyun. Bu dindar padişahın yaptığı rezilliklerin yanında toplumun rüşvet ve para karşılığı kundaktaki çocukları «müderris atamak» ve benzeri ahlaksızlıklarla nasıl çözülmeye başladığını ve bunun, aynen Bizans gibi, devleti nasıl kemirerek yok ettiğini görürsünüz. Eh, şimdi biz de benzer bir tecrübe yaşıyoruz. Geçen gün bir genç iş adamı bana Türkiye hakkında ne düşündüğümü sordu: Birkaç on yıllık ömrü kalmış bir toplum dedim. Bundan Türkiye’nin toprak kaybedeceğini söylediğimi sandı. Güldüm, ha o da olabilir dedim, ama en mühimi halk içindeki ahlak seviyesi o kadar düşecek ki, bir toplumda yaşamı zevkli, hatta mümkün kılan karşılıklı güven, emniyet, karşılıklı yardım, topluma güven hisleri hemen hemen tamamen yok olacak, hukuk hiç kalmayacak (bu duruma Balyoz davası sonuçlarının gösterdiği gibi neredeyse ulaştık), insanlar menfaatlerinin peşinde koşmakla kalmayacak (bunu her insan her toplumda yapar), toplum bireyleri bırakın birkaç yıl ileriyi, birkaç gün ileriyi bile göremez hale gelerek birkaç saat sonraki menfaatleri için en aptalca ve akla gelmez pespayeliklere tevessül edecekler. Diyorlar Türkiye’ye ileri ..... getirdik. İşte o ileri! Kutlu olsun. Türkiye Postalarının Çöküşü ve Gümrük Rezaletleri Parlak obsidiyen lav kütleleri uzun bir süredir katılaşmış olmasına rağmen hâlâ akmaya devam ediyor. Şili’deki PuyehueCordon Caulle yanardağındaki püskürmeden bir yıl sonra bile katı lavlar hareket halindeler. Amerikalılar lavların günde üç metre ilerlediğini söylüyor (Nature Communications). Obsidiyen Orta Amerika’daki kültürlerin aletleri, sanat objeleri ve silahları için değerli bir hammaddeydi. Parlak siyah lav camı, çok büyük yanardağ patlamalarından sonra püskürtülen belli başlı lav tipinden oluşur. Bu lav türü çok az akışkan olduğu için çok yavaş hareket eder. Bu lav tipi bir buzun buzulu gibi yavaşça öne doğru hareket eder, diyor Lancaster Üniversitesi’nden Hugh Tuffen. Silikat zengini eriyik katılaştığında, kristal yapılar yerine amorf ve kristal olmayan katı bir madde cam oluşuyor. Fakat Şili’de obsidiyen lav bu durumda bile hâlâ hareket ediyormuş. 1960, 1921 ve en son 2011’de patlayan yanardağın lavlarından her sefer obsidiyen oluşmuş. Son püskürme Nisan 2012’de durdu. İşte bilim insanları o zamandan bu yana düzenli olarak lavların durumunu inceliyor. Patlamadan bir yıl sonra bile lavlar günde bir ila üç metre ilerlerlemiş. Lavların üst tabakaları çoktan katılaşıp cam gibi parlamasına rağmen, kırk metre kalınlığındaki lav kütlesinin içi hâlâ akışkan ve kızgın. Bugüne dek bunun imkânsız olduğu sanılıyordu. Sadece taze ve bazalt lav tipinin akışkan kaldığı, dolayısıyla da içteki sıcaklığın daha uzun süre kalıcı olduğu, obsidiyenin ise daha kısa sürede soğudu düşünülüyordu. Obsidiyene dönüşen lavlar hareket halinde Galaksimizde dolaşan olası mini karadelik arayışı yine sonuçsız kaldı. Karadeliklerin iki farklı türü var. Birincisi yaşamını bir süpernova patlamasıyla sonlan Görünürde mini karadelikler yok Nilgün Özbaşaran Dede nilodede@hotmail.com CBT 13927 / 22 Kasım 2013 Bugüne dek yenidoğanlarda enfeksiyon riskinin daha yüksek olması, bağışıklık sisteminin henüz tam gelişmemiş olmasına bağlanıyordu. Fakat fare ve insanlarındaki kan hücrelerini inceleyen Amerikalılar, başka bir sonuca ulaştı: Yenidoğanlar bağışıklık sistemlerini baskılıyor. Bu şekilde sağlığa yararlı bakterilerin, bağırsaklarına yerleşmelerine izin vermiş oluyorlar. Anlaşıldığı üzere bağırsak bakterilerinden gelecek yarar, zayıf bağışıklık sistemine bağlı enfeksiyon riskinden daha önemli (Nature). Cincinnnati Çocuk Hastanesi’nden Sing Sing Way, sonuçlar yenidoğanlarda enfeksiyon riskinin niçin daha yüksek olduğuyla ilgili yepyeni bir açıklama getirdi, diyor. Doğumdan sonraki ilk günlerde bakteriler, henüz steril olan bağırsaklara ulaşıyor. Bu şekilde bağırsak bakterilerinden oluşan ve ömür boyu kalıcı olacak olan karma bir popülasyon gelişiyor ve bu sürecin bozulmaması için de bağışıklık sisteminin hiçbir şeyle savaşmaması gerekiyor. Bu yüzden mikropları tolere etmeyi öğrenene kadar geçici olarak baskılanıyor diyor araştırmayı yöneten Way. Bu engelden öncü kırmızı kan hücreleri sorumlu. Yenidoğanlarda enfeksiyon riski niçin daha yüksek?
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle