17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

TEKNOLOJİPOLİTİK Baha Kuban [email protected] BİLİME KATKI TARİHÇİLİĞİMİZİN ACI KAYBI: Bu hafta, yeni kurulan ve kuruluş haberi henüz dolaşıma giren bir girişim üzerinden, bu köşede pek çok kez gündemimize giren bir konuya bir kere daha dikkat çekmek ve bu kez ülke olasılıklarını tartışmak istiyorum. Türkiye Yerel Yeşil Enerji Platformu, kurucularının ifadesi ile, “...ülkemiz elektriğinin yenilenebilir kaynaklar kullanılarak ve halk tarafından üretilmesinin yolunun açılması amacıyla kurulmuş bir bilgi paylaşımı ve fikir alışverişi platformu...” Dünyadan pek çok örneğin gösterdiği gibi, yenilenebilir enerji tedariğinin yerel ölçekte örgütlenmesi, ekonomik ve ekolojik faydalarının yanı sıra çok önemli toplumsal bir katkı sağlıyor. Enerji gibi yaşamsal bir girdinin kolektif kontrolü ve üretim/dağıtım/tüketimi üzerinde söz sahibi olmak, topluluğu bir çok anlamda güçlendiriyor. Siyasi ve ekonomik katılımcılığı geliştirerek demokrasi kültürünü zenginleştiriyor. Yerel yeşil enerji platformu sitesinde yer alan bilgilere göre, yerel yenilenebilir enerji üretiminde çok farklı mülkiyet modellerine rastlanıyor: • Kooperatifler • Yenilenebilir enerji kooperatifleri  • Diğer sektörlerden mevcut kooperatiflerin enerji üretimini de üstlenmesi • Yerel Yönetimlerin kurdukları şirketler ya da kooperatifler aracılığı ile üretim • Sivil Toplum Kuruluşlarının enerji alanına dahil olmaları • Eğitim kurumlarının veya başka yerel kurumların girişimleri • Büyük sayıda insanın yaşadığı konut veya çiftlik projeleri • Bu kuruluşların yaptıkları ortaklıklar yoluyla kurulan çokpaydaşlı mülkiyet modelleri  görmek olası. Platform, kısadan uzun vadeye bir de plan ortaya koyarak öncelikle bilgi paylaşımı ve etkileşimi, daha sonra da dünyada örneklerine artık sıkça rastlanmaya başlanan enerjide kolektif mülkiyet örneklerinin Türkiye’deki eşdeğerlerinin ortaya çıkması yolunda çalışmalar yapacak. Dünyada ve Türkiye’de bu alandaki haberlerin paylaşılabileceği internet sayfasında, siteye abone olmak ve tartışmalara katılmak, tartışmalar başlatmak mümkün. Başta da belirtildiği gibi, enerjide kolektif mülkiyet biçimleri, bu köşede sıkça yer aldı. Özellikle Almanya ve Danimarka örnekleri, ABD‘nin kâr amacı gütmeyen yerel kamusal elektrik şirketleri ve kırsal elektrik kooperatiflerinden söz edildi. Yenilenebilir enerji yatırımlarının, Almanya ve Danimarka’da önemli oranda yerel örgütlenmeler, halkın ya da belediyelerin kurdukları kooperarifler aracılığı ile yapıldıkları vurgulandı. Her ülkenin örgütlenme kültürü, yerel yönetimlerinin yetkileri ve özerklikleri bağlamında enerji üretim ve dağıtımına müdahaleleri de farklılaşabiliyor. Benzer bir şekilde, kooperatif türü toplumsal örgütlenmelerin de nitelikleri ve güçleri ülkeden ülkeye değişiyor. Türkiye, özellikle tarım sektöründe kooperatiflere ve birliklere yabancı değil. Mevcut kooperatif ya da birliklerin enerji alanındaki girişimlerine bir örnek olarak biyo etanol üretimi için kolları sıvayan Pankobirlik örnek verilebilir. Bu girişim tam olarak yerel yenilenebilir enerji üretimi ve tüketimi kategorisine girmeyebilir. Buna karşılık, mevcut tarım kooperatifleri yine de bu tür girişimlerin doğal ev sahibi olarak görülebilir, ilke ve sınırlar düzgün çizilmek şartıyla. Türkiye’de yerel yönetimlerin, sorumlu oldukları yerleşimlerin enerji gereksinimlerini karşılamaya yönelik kurdukları ve kolektif mülkiyet modellerine dayalı bir örgütlenme örneği henüz ortada yok. Ancak olmaması için bir neden de yok. Yenilenebilir enerji kaynağının yerel olarak kullanılmaya elverişli olduğu varsayımıyla, ki akla ilk gelenler tabii güneş ve rüzgâr uygulamaları oluyor, Türkiye’de tarım kooperatifleri dışında ilk akla gelen adaylar sendikalar, meslek mimar, mühendis odaları, büyük STK’lar ve tabii yurttaşlarını örgütlemeyi başarabilecek yerel yönetimler. Bu kuruluşların ve bu konuya ilgi duyan örgütlenmelerin Türkiye’de elektrik üretimine ilişkin mevzuatı sıkıca gözden geçirmeleri gerekir. Avrupa’da ve özellikle Almanya ve Danimarka’da enerji kooperatiflerinin tarihi, nükleer karşıtı çevre hareketlerine dayanır. Bu tür bir ortak gelecek kaygısı ya da umudu kuşkusuz önemli bir bileşen olmuş yenilenebilir enerji için örgütlenmede. Bu konuda Türkiye’nin seçeneklerini ve olasılıklarını tartışmak ve tabii hayata geçirmek yolunda yeni kurulan Platformun önemli bir işlev yerine getireceğine kuşku yok. Mahmut H. Şakiroğlu (1939 2 Ekim 2013) Zeki Arıkan Çoktandır ağır bir hastalığın pençesine düşmüştü. Geçirdiği ameliyattan sonra bir türlü düzelemedi. Bir ara iyileşir gibi oldu. İstanbul’da yapılan Türk Denizcilik Tarihi Kongresi’ne çağrıldı (58 Kasım 2012). Geldi. Ne bilirdim onu son görüşüm olacağını. İki ay önce de Isparta Halkevi dergisiyle ilgili telefonda bir şey sordu. Hepsi bu. Sonra yine hastaneye yattığını öğrendim. Çok geçmeden acı haberini aldım. Cenazesine gidecek durumda değildim. Anılarım canlandı. Yüksek Öğretmen Okulu’nun sıcak ortamında onu düşündüm. Okula ilk ayak bastığım gün beni o karşılamış ve Tarih III. sınıf öğrencisi olduğunu söylemişti, Hepimiz üniversite öğrencisiydik. Çapa Yüksek Öğretmen Okulu ise bizim evimiz, ocağımız, yerimiz, yurdumuzdu. Burada kaynayan bir kazan var demişti. Kendisi de yüksek öğretmenli olan Tanpınar, buna bir de “hürriyet”i ekler. Aradaki yaş ve sınıf farkına karşın Mahmut’la çabucak anlaşmıştık. Sanırım kitap merakımız bizi birbirimize yaklaştırmıştı. Bir iki hafta sonra bana, Köprülü’nün bir kitap oylumundaki “Bizans’ın Osmanlı Kurumlarına Etkisi” başlıklı makalesinin bulunduğu dergiyi getirdi. Heyecanla okudum, Köprülü, Bizans’ın Osmanlı kurumlarını etkilemediğini savunuyor, ama yazı ilerledikçe etkilediği anlamı çıkıyordu.. Daha sonra sordu: “Sen Köprülü’nün bütün o kaynakları gördüğüne inanıyor musun?” Bir şey diyemedim. Meğer Köprülü çevresindeki insanları seferber eder, bütün malzemeyi onlara toplatırmış! Teşekkür hak getire! Barthold’un ünlü eseri İslam Medeniyeti Tarihi’ne notlar eklerken kapağına iri harflerle yazarın adıyla kendi adını yazdırmış, çevirenin adı iç sayfada bir yere sıkıştırılmış, neredeyse kaybolmuştu. Mahmut, İtalyan lisesi çıkışlıydı. Tiyatroyla ilgilenir ve sahneye çıkardı. Arkadaşlar kendisine “Ağır Mahmut” diyorlardı. Bu, davranışlarının yavaşlığından değil, enine boyuna bir adam olmasından ileri geliyordu sanırım. Hocalarla ilişkileri rahattı. İtalyanca yanında İngilizce ve Fransızcayı da biliyordu. Daha o zaman İtalyancadan çeviriler yapıyordu. Her şeyden önce bir kitap kurdu, bir bibliyografya uzmanı olarak yetişti. O yıllarda Halkevleri dergilerinin bibliyografyasını hazırlamak gibi büyük bir işe girişmişti. Birçok kaynağa ulaştı. Fakat tamamlayamadı. Çalışma alanı genişti. İç Anadolu’da Göller Bölgesi’nde Konya, Antalya, Alanya ve Kayseri’de yaşayan, hatta Kula’ya kadar uzanan, Türkçe konuşan, Türkçeyi Grek harfleriyle yazan, kendilerine Karamanlı denilen topluluklar üzerine çalıştı. Bunlarla ilgili yayınları taradı. Karamanlılara ait şu dizeleri ortaya çıkaran ve bize tanıtan Mahmut oldu: Gerçi Rum isek de, Rumca bilmez Türkçe söyleriz. Ne Türkçe yazar, okuruz, ne de Rumca söyleriz Öyle bir mahluti hattı tarikatımız vardır Hurufumuz Yunanice, Türkçe meram eyleriz. Türkçe okur yazar olmamak, Arap elifbasını bilmemek anlamına gelir. Öyle anlaşılması güç yolumuz vardır ki Yunan alfabesini kullanır, fakat Türkçe konuşuruz, demek isterler. Mahmut çok geniş ölçüde bibliyografya çalışmalarına yöneldi. Sahafların dahi bilmediği kaynakları o bilirdi. Bu, yabancı dillerde basılan kitaplar için de geçerliydi. Tarih dünyasının bu açıdan az tanıdığı kimselerden biriydi. Bibliyografya çalışmaları sırasında geniş ölçüde Türk kültürünün ve Cumhuriyetin kaynaklarına yöneldi. İtalyan kaynaklarına dayalı olarak yapılan yayınları bize tanıttı. Bu yayınların önemini bizler onun çabalarıyla öğrendik. İtalyan dünyası tarihçiliğini çok iyi biliyor ve tanıyordu. Bu dilden çeviriler de yaptı. Bu çevirilerin son ikisi çok önemlidir. Bunlardan birincisi T. Bertele’den çevirdiği Venedik ve Kostantiniye’dir. Bu OsmanlıVenedik ilişkileri tarihine ışık tutan önemli bir çalışmadır. Ötekine gelince: Bu da Agustino Pertusi’nin İstanbul’un Fethi’yle ilgili dönemin kaynaklarını bir araya toplayan üç ciltlik bir eserdir. Bu çeviri, İstanbul’un fethinin 550. yılı için hazırlanmıştır. Kendisinin yaptğı düzeltme ve ekler, esere büyük bir katkıdır İngilizce, Fransızca ve Türkçe yayınlar için de aynı şeyi söyleyebiliriz. O, birçok yerli ve yabancı tarihçiyi tanıtmakla kalmadı. Bunların bibliyografyalarını da hazırladı. Henüz bilgisayarın ülkemize girmediği bir sırada bu eserlere ulaşmanın zorluğunu belirtmek gerekir. Tanıttığı belli başlı tarihçiler ve bilginler şunlardır: Çağatay Uluçay, Tahsin Öz, Ömer Lütfi Barkan, Tayyip Gökbilgin, Metin And, Cengiz Orhonlu, Cemal Tukin, Hikmet Turhan Dağlıoğlu, Yusuf Hikmet Bayur, Halil İnalcık, Alessio Bombaci, Agustino Pertusi… Mahmut’un bıraktığı boşluk, kolay kolay doldurulamayacaktır. Tarih dünyasına ve kederli ailesine başsağlığı dilerim. Yerel Yeşil Enerji Platformu CBT 1392 18 / 22 Kasım 2013 KARAMANLI TOPLULUĞU
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle