Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
HUKUK POLİTİKASI Türkiye adına utanç tablosu Ali Polat polat@uwindsor.ca Ekdeki iki tabloyu (Tablo 1 ve Tablo 2), dünyadaki en iyi popüler bilim yazarlarından evrimbilimci Richard Dawkins’in birkaç yıl önce okuduğum “Yeryüzündeki En Büyük Gösteri: Evrimin Kanıtları” kitabından aldım. Tablolar, Eurobarometer’in 2005’de Avrupa Birliği’ne üye veya aday 32 ülke arasında yaptığı anketin sonuçlarını göstermektedir. Tablo 1 “Bugünkü bilgilerimize göre insanlar daha önce yaşamış olan hayvan türlerinden türemiştir” önerisine verilen yanıtların yüzdesini ve ülkelerin sıralamasını; Tablo 2 ise “İlk insanlar dinozorlarla aynı zamanda yaşamıştır” önerisine verilen yanıtların yüzdesini ve ülkelerin sıralamasını göstermektedir. Bilimsel olarak Tablo 1’deki öneri doğru, Tablo 2’deki öneri ise yanlıştır. Bu tablolar ankete katılan ülkelerin bilim kültürü seviyesini ölçmektedir. Çağımız bilgi ve teknoloji çağı olması nedeniyle, tablolar aynı zamanda ülkelerin uygarlık seviyesinin sıralamasının da bir göstergesidir. Maalesef, her iki tabloda da ülkemiz en sonda yer almaktadır. Ülkemizin son 11 yıldır bilim karşıtı, din tüccarı bir zihniyet tarafından yönetildiğini dikkate alırsak, bugün tüm dünyada yapılacak benzer bir ankette de Türkiye’nin diğer Müslüman ülkeleriyle beraber tablonun yine en altında yer alacağını kolaylıkla tahmin edebiliriz. Hayrettin Ökçesiz okcesizhayrettin@gmail.com http://okcesizhayrettin.blogspot.com “Kurtuluş Kongresi” Hareketi İki hafta önceki, “ne dersiniz?” diyerek görüşlerinizi bildirmenizi dilediğim “Kurtuluş Kongresi” başlıklı yazıma birkaç facebook arkadaşımın katkısından başka bir ses veren olmadı. İki ay önce, okurlarımın üniversite anılarını bir kitapta toplamak için yaptığım çağrıya da iki hocamdan başka katılan olmamıştı. Olsun, ben yazmayı ve sormayı sürdüreceğim. Burada face’deki ve çevremdeki dostlarımın eleştirilerinden ve katkılarından esinlenerek böyle bir hareketin nasıl ete kemiğe bürünebileceğini, gerçekleşebileceğini düşünmeye çalışacağım: İlk sorunumuz ilçelerden Ankara’ya kongreye gelmesini istediğimiz delegelerin nasıl belirleneceğidir. Bunun yolu, “gelikçi”mizin(*) oraya giderek, iki delegeyi alıp gelmesidir. Şu halde gelikçilerimiz kim ise, delegeler de onların itibar edeceği kimseler olacaktır. Yaklaşık bin kasabaya gidebilecek gönüllü gelikçi sayısını bilmekle, bunların her birinin kaç kasabaya gidebileceğini, kaç delege getirebileceğini ortaya çıkarmış olacağız. Gelikçiler kendi kendilerini belirleyeceklerdir. Benim yapabileceğim şey, onların başvurularını almak, kendilerini birbirlerinden haberdar etmek ve yola çıkarken ağızbirliği çalışması yapmaları için toplanmalarını sağlamaktır. Tek başınaysam, tek başına dolaşacağım demektir, bu. “Ne Mutlu Atatürk’üm Diyene” diyebilecek bu yurttaşlarla delegelere ulaşmaya çalışacağız. Hiçbir yerden tek kuruş bağış almayacağız. Hiçbir maddi destek kabul etmeyeceğiz. Herkes kendi yağıyla kavrulacak. Delegeler de Ankara’ya gelirken öyle geleceklerdir. Kongrenin ortak giderleri ortaklaşa karşılanacaktır. Delegeler kasabalarından kendi renklerini, dertlerini, umutlarını, çözümlerini getireceklerdir. Tüm kongre o kasabanın kurtuluşu, esenliği için orada olacaktır. Tüm kasabalar da Türkiye’nin kurtuluşu, esenliği için orada olacaklardır. Sürüsel, kitlesel, totaliter, otoriter, ırkçı, dinci söylemlerle hareket karartılmayacaktır. İkinci duruş tarzımız, “tek başına, hep birlikte” hareket etmektir. İnsanın bireysel özgürlüğü ve sorumluluğu, tutumumuzun omurgasını oluşturacaktır. İç siyasal hedefimiz, demokratik, sosyal hukuk devleti’ni tüm kurum ve ilkeleriyle hayata geçirmek; dış siyasal hedefimiz ise tam bağımsız, uluslar arası hukukun temel ilkelerine bağlı, saygın ve onurlu bir devlet olabilmektir. Bu her iki bağlamda da vazgeçilmez saydığım bir kaldıraç hukuk kuralının anayasal düzlemde kabul edilmesi zorunlu görünmektedir: İşverene “sendikasız işçi çalıştırma yasağı”nın getirilmesi, serbest piyasa ekonomisinin kâr güdüsünü dizginleyip, insancıllaştırabilecek; üretim ahlakının ilkelerini toplumsal yaşamımıza aşılayabilecektir. Ülkenin iç ve dış politikalarının belirlenmesinde üretim güçlerinin sesinin daha güçlü çıkmasını sağlayacaktır. Öte yandan, bu hareket başsız, ayaksız bir hareket olacaktır. Ne boyunduruğa, ne de prangaya gelecektir. Çünkü, herkes bu hareketin başı, eli, ayağı, gözü, kulağı olacaktır. Satılmayacak, satın alınamayacaktır. Kimseyi kullanmayacak, kendisinin kullanılmasına asla izin vermeyecektir. “Kurtuluş Kongresi” Hareketine eylemli olarak katılmak isteyenlerin bana başvurmalarını; bu hareket hakkında önerisi ve eleştirisi olanların da ayrıntılıca yazmalarını diliyorum. Haydi, ülkemiz için birşeyler yapalım! (*) Gelikçi, bizim oralarda (Aksaray) düğüne davetiye götüren kişidir. *** ALAKARGA 500. sayısını aştı. “Alakarga yalnızca çenesi düşük, işgüzar birkaç koca karganın aforizmalarından ibarettir. Sahipsiz, aidiyetsizdir! Müdürü falan da yoktur, sabahları herkes uyurken gaklanır! “ Eposta adresi: alakarga1030@gmail.com CBT 139219 / 22 Kasım 2013 Türkiye Cumhuriyeti’nin en önemli devrimlerinden biri olan eğitim devrimi, Türk insanının akılcı ve bilimsel, yani gerçekci düşünmesini sağlamayı hedefliyordu. Devrimlerin mimari ve dünya tarihinde bilime en çok önem veren devlet adamı olan Mustafa Kemal Atatürk: “Türk milletinin yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet ilimdir” ve “Dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için, muvaffakiyet için en hakiki mürşit ilimdir, fendir. İlim ve fennin haricinde mürşit aramak gaflettir, cehalettir, dalalettir” diyerek, Türk Milleti’ne en doğru yolun bilim yolu olduğunu göstermiştir. Atatürk’ün ölümünden sonra bilime değil dine yatırım yapan iktidarlar, sonunda büyük çoğunluğunun hurafelere inandığı, evrensel gerçeklerden habersiz, aklına zincir vurulmuş, masal dünyasında yaşayan bir Türk toplumu yaratmıştır. Son 50 yıldır uygulanan bilimsellikten uzak, eleştirel düşünceyi ve sorgulamayı yadsıyan eğitim nedeniyle, diplomalı ve diplomasız cahiller arasında bilgi ve görgü bakımından pek bir fark kalmamıştır artık. Hatta, eğitimde ve bürokrasideki görevleri nedeniyle diplomalı cahiller, toplumun geleceği açısından diplomasız cahillerden çok daha tehlikeli bir konuma gelmişlerdir. Ülkemizi bu utanç tablosundan kurtarmak, bilimle donanmış her yurtseverin birinci görevi olmalı.