Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Sanat işletmeciliği sanatın doğasını bilmeyi gerektirir “Kıymetli olan nakit değil sanattır, kıyafetimizle karşılandığımız yerden fikirlerimizle uğurlanırız.” Sanat yönetimine yaklaşım ticari işletme mantığını öne çıkardığında, sanat dışı bir yol yürümeye başlar. İktisadın, “malhizmet, alımsatım, üretimtüketim” ilişkileri ve bu ilişkilerin organizasyonunu kapsayan “pazarpiyasa” hedefi konunun merkezine yerleşir. İnsan davranışlarının yönetilmesiyönlendirilmesi bu eksen üzerinden kâr amaçlı kurgulanır. Sanatın, “bilgiyaratımdeğerhazölçüdengeestetikkazançdeğişimgelişim” yaklaşımı dışlanmış/unutulmuş olur. Sosyalleşmenin hediyesi “politik” kavramı ile gündeme taşınan; “iktidarhırsmeta” kavramları, metalaşan anlamlar dünyası ve algısını besler, yüceltir. Sanat, bu tanımlanan dünyanın aykırı çocuğudur. Karakteri gereği uzlaş(a)maz ve ağır yara alır. Bitkisel yaşam ünitesine bağlı sanatın yönetilmesinin gereği de böylece ortadan kaldırılmış olur. Sanatın ne olduğu kavranmadan, yaratıcısının psikolojisi bilinmeden, disiplinlerarası bağı irdelenmeden onu yönetme alışkanlıkları daima eksikli kalacaktır. Katkı sağİktisat nedir, bilim midir, layabilmek düşüncesiyle; “İ disiplinlerarası ilişki içindeki konumu, politikle ilişkisi ne ölçüdedir?” sorularına cevap ararken iktisat odaklı bir pencereden sanatı yönetme kararlılığının karşımıza çıkaracağı tabloyu daha yakından görmeye çalışalım. İktisat; veri olarak aldığı yapıyı, kendi disiplininin mantık tutarlılığı çerçevesinde varsayımsal bir paradigmaya dönüştürür ve onun işlerliği ile ilgilenir. 1945 sonrası iç tutarlılığını güçlendirip, matematikselleşmiş bir dil kuran ve temel karakteri liberal olan iktisat disiplini; ne kendinin ideolojik rolünü, ne teorik aletlerinin depolitikliğini, ne de çözümlemelerindeki teknik mükemmeliyetin kapitalizmin tanımını bulanıklaştırdığının ayırdındadır. O, “apriori” temelli evrensellik kurgusu içinde politik alana ilişkin her analiz çabasında, yorumcularının emperyalizme destek baskısından (genelinde) bir türlü kurtulamamaktadır. On yedinci yy. sonrasında kârlılık yasalarına göre hesabı tutulan iktisadi işletmeler pratiği, günümüzde büyük sermaye ortaklıkları ile yönetim erkine yön veren güce dönüştü. On dokuzuncu yy. Avrupası’nda liberalizm ve sömürgeciliğin tohumlarının önceki yüzyıllardan atılarak geliştiği bir gerçektir.* “Thomas Hobbes’un (15881679) ırkçılığı savunmasının nedeni koruyucusu Lord Cavendish üzerinden Amerika’da bir koloni yöneten Virginia Şirketi ile bağlantısının olmasıdır. İngiltere’de direnme hakkını savunan ve köleciliğe karşı nutuk atan John Locke (16321704), Carolina’daki Amerikan koloni yönetimiyle bağları olan Royal African Şirketi’nin hissedarıdır.” Bu açıdan bakıldığında; her alanı ezber dışı bir dikkatle kavramak zorunluluğu ortadadır. İktisat nasıl bir bilimdir? İktisat bir disiplin olarak; sosyal bilimler içinde kendine dönük yapısını önde tutarak varlığını korumuştur. İktisadın sosyal bilimler arasında tanımlanmasına karşı olan çevrelerin varlığı bu açıdan tutucu iktisatçıları hiç rahatsız etmez. İktisadın toplumsal, politik ve kültürel dünyadan soyutlanamayacağı üzerine geliştirilen düşünceler ile iktisat alanı dışından yapılan açıklamalar da tutucu iktisatçıların yine ilgisi dışındadır. Onlar için iktisadın kendine dönük yapısı alanın bilim olma özelliğidir. İktisat teorik gücünü buradan almaktadır. İktisada yönelik iki farklı yaklaşım söz konusudur; bir teori, iktisadı derinleşen bir kriz olarak görürken, diğeri onu muhteşem bir bilim olarak algılar. Tutucu iktisatçıların sosyal bilimlerden uzak durma çabaları ve matematiği yoğun olarak alana katma istekleri iktisadı sosyal bilimlerden uzaklaştırarak yirminci yy.da matematiğe yaklaştırmıştır. Anakronik soru; “İktisat bilim midir?” Ekonominin iktisada, iktidarın politik bilime, toplumun sosyolojiye nesne olarak verildiği modern disiplinlerarası bölüşümde, diyaloğa teorik açıdan en uzak disiplin iktisattır. İktisadın diğer disiplinler yanında kendine dönük olması iktisadın diliyle ilgilidir. İktisadın kendini tanımlama ve kabul ettirme kararlılığı “kesin bilimler” arasında sayılma isteği iktisadın tarihini de oluşturmuştur. Yirminci yy.’la birlikte “bilim olma hassasiyeti” ile ilgili kriterin gerilerde kalmasına rağmen bilim felsefesi tartışmalarında, “iktisat bir bilim midir?” sorusu anakronik bir biçimde geçen yüzyılın son çeyreğinde bile tartışılmayı başarmıştır. İktisat günümüzde iç kurgusu, matematiksel dili ve kendi kapalılığı içinde bir bilim olarak varlığını koruyabilmektedir. İktisadın açmazı; siyasetin oyuncağı olmak tehdidinde aranmalı. “İktisat” ve “politik” kavramları; biri piyasaları vurgularken, diğeri iktidarı vurgulamak adına kullanılmaktadır. Pratikte iktidar ve piyasalar arasında çok yönlü ilişkiler ağının varlığı da bir gerçektir. İktisat kendi dilini önemseyerek öne çıkarırken, politik sözcüğünü alanı içinde sıkça kullanır. İktisadın inceleme alanında olduğu sanılan “liberalizm”, “sosyalizm”, “kapitalizm”, “mülkiyet”, “sosyal adalet” “burjuvazi”, “komünizm” vs. gibi politik kavramlar sanılanın aksine standart iktisat dilinde önemli ölçüde yer almazlar. Bu kavramlardan, alanında yazılmış teorik kitapların giriş bölümlerinde açıklayıcı olması bakımından söz edilir. İktisat dilinin politik kavramları bu denli teknikleştirmesi, bir anlamda “depolitize” etmesi, teorinin liberal karakteriyle ilgilidir. Dikkat gerektiren nokta; politik kavramının temel değişim yaşadığı süreçte, kapitalizmin oluşumu ve gelişimiyle birlikte burjuva sınıfının etkin gücünün kamusal alanda hissedilmesi gerçeğinin eşzamanlı oluşudur. Yönetime talip olan burjuvalar, demokratik devrimler yoluyla liberal anlayışla beslenen ve iktisadi teoriler ile sistemleşen bir (kapitalist) yapıyı da oluşturmuş oldular. Politika, giderek devleti yönetmekle özdeşleşen bir kavrama, politika bilimi de devlete ilişkin faaliyetlerin bilgisini hedefleyen bir disipline dönüştürüldü. “Kamusal alan” algısındaki değişim yaşamı değiştirdi. Batı politik düşünceciliğinde “kamusal alan” kavramına teorik olarak üç açıdan yaklaşmak mümkündür; “cumhuriyetçiyurttaşlık erdemi”, “söylemsel kamusal alan (kapitalist toplumların demokratik yolla yeniden örgütlenmesi)”, “liberal gelenek”. İktisat teorileri liberal karakterli gelenekten beslenmekteydi. Antik Yunan şehir devletlerinin ortak alanı kamusalken, haneler özel mülk olarak soyluların hüküm alanı sayılıyordu. Günümüzde kamusal alan kavramı genişleyerek özel alan kavramını silmek üzeredir. Bu da politik olanla toplumsal olan arasındaki ayrımın belirsizleşmesi anlamına gelmektedir. “Liberal” kavramı bu çerçevede artık geçmiş tanımların ötesinde bir tartışmanın odağındadır. Yaşam bu tartışmanın yarattığı farklılaşmanın etkisinde sürekli değişmektedir. Modern toplumların en yüce erdemi giderek servet birikimi olarak algılanmaya başlandı. Bu yaklaşımla servet politik güçle birleştirilmeye, ortaklık kurdurulmaya, artırılmaya ve korunmaya yönelik çabaların mücadelesinde anılır oldu. Günümüz modern toplumlarında devlet kamusallığın koruyucu ve kollayıcılığından uzaklaşarak, servet bekçiliğine yönlendirilmeye zorlanmaktadır. Göreceli çoğunluğun, görülebilir azınlığın menfaatları doğrultusunda davranma edimi, tikelin kendi labirentindeki kayboluşunun açmazıdır. Oy verenlerin tüketici, politik adayların üretici olarak kurgulandığı model; üreticinin tüketici karşısında piyasa şartlarında sergilediği davranışı çağrıştırmaktadır. Oysa bu ilişkide göz ardı edilen sosyokültürel ve sosyoekonomik eşitsizlikler; serbest piyasa koşullarının olumlanabilir değerini siler, sınıf farklarını keskinleştirir. Onursuzlaşmaya neden üretir. Umutsuzluğu, sıradanlığı geliştirir. Popüler olanın sanatlı olana tercihi üzerinden rant sağlamayı hedefler. Sıradanlık hücrelerimize işlediğinde akıl tutulmaları başlar. Liberal yaklaşımda; devlet yönetimi bir kamu idaresi aygıtıdır. Toplum, özel kişiler arasında piyasanın işleyişinin düzenlenmekte olduğu bir etkileşimler ağıdır. Politika, kişisel çıkarları bir araya getirip politik gücü elinde tutan yönetim aygıtına karşı bu yeni gücü ileri sürme işlevinden ibarettir. Bireyleri farklı cephe ve gruplara ayırmayı başaran her türlü yaklaşım “politik” tanımı içinde yer alabilir. Devletin yansız, bağımsız, laik, sosyal olma özelliği ve ilkesi dengelerin korunması adına bu noktada etik önem taşır. Liberal bireycilik; kolektif kimliklerin oluşumunu anlayamadığı gibi, toplumsal hayatın kolektif unsurunu da kavrayamaz. Politik’in forum işlevi görebilmesi için iletişime girenlerin yansız olmaları gerekir. Oysa liberal gelenekte yansızlığın kurumsal biçimi forum değil, piyasadır. Bu ilişkide aracı olan devletin varlığı ve müdahale Yazının devamı 17. sayfada CBT 1349/13 25 Ocak 2013 ZOR OLAN EZBER YIKMAKTIR