Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
GÜNCELTIP Mustafa Çetiner cetiner.m@superonline.com www.mustafacetiner.com Sağlık Sydney Pollack’ın o ünlü filminde olduğu gibi, bu ülkede herkes koca bir dans pistinde ayakta kalabilmek için şuursuzca, acımadan, can havliyle dans ediyor. Çok azının ulaşabileceği büyük ödül için inançlarını, değerlerini, dostluklarını, gençliklerini, hayallerini, sevgilerini çaresizce harcıyor. 21 Eylül Dünya Alzheimer Günü Kesin olarak bir tedavisi olmayan ve diğer tıp dışı tedavi yöntemleri ile birlikte erken tanının hastanın sosyal çevreye kazandırılması açısından Alzheimer hastalığı önemlidir. 21 Eylül Dünya Alzheimer Günü dolayısıyla Vehbi Koç Vakfı Amerikan Hastanesi Nöroloji Bölümü’nden Dr. Bülent Kahyaoğlu hastalık hakkında bilgi verdi.Dr. Bülent Kahyaoğlu Vehbi Koç Vakfı Amerikan Hastanesi Nöroloji Bölümü Alzheimer hastalığı nedir? Alzheimer hastalığı halk arasında bunama olarak bilinen, tıp dilinde demans olarak adlandırılan bir hastalık tablosudur. Bunama sebepleri içinde en sık görülen hastalıktır. Hastalık, her yaşta görülebilir ama özellikle 60 yaşından sonraki yaşlarda görülme sıklığı artış gösterir. Kişinin aklını kullandığı bütün alanlarda ilerleyici bir kayıpla giden hastalık tablosudur. Hastalığı tetikleyen nedenler nelerdir, stresi de b u n ede nl er den bi ri o la ra k sa ya bi lir mi yi z? Alzheimer hastalığının kesin nedeni bugünkü bilgilerimize göre bilinmemektedir. Hastalık oluşumunun, belirli genetik eğilimleri taşıyan bireylerde çevresel etmenlerin yardımı ile geliştiği düşünülmektedir. Çevresel etmenlerden en çok suçlananlar; besinlerle geçen ağır metal zehirlenmeleri, viral enfeksiyonlar ve radyoaktivite olarak sayılabilir. Bu faktörlerden hiç birini tek başına neden olarak doğrulayan bir çalışma yoktur, ancak sözkonusu faktörler genel sağlığı bozarak her çeşit hastalıkta olduğu gibi Alzheimer’e da uygun zemini hazırlarlar. Stres genel anlamda bağışıklık sistemini baskılayarak her tür hastalık gelişimini kolaylaştırır. Alzheimer da kronik bir hastalık olarak başlangıç ve gelişim dönemlerinde stresten son derece etkilenir. En belirgin belirtileri nelerdir? Başlangıçtaki belirtiler çeşitli olabilir. Hastalık, kişinin eğitim, sosyoekonomik ve gündelik uğraşları ile ilişkili olarak daha önce yapabildiği şeyleri yapamaması şeklinde kendini gösterir. Genel anlamda ilerleyici unutkanlık herkesin dikkatini çeker. İsim ve küçük eşyaların yerlerini unutmak gibi doğal yaşlanma unutkanlıklarını aşar ölçüde unutkanlıklar başlar. Unutkanlık kişinin günlük ilişkilerini etkiler boyuta ulaşır. Kişilik değişiklikleri, alınganlıklar ve başkalarını suçlayıcı ifadeler kullanmalar başlangıç belirtileri olabilir. Alışverişte para üstü alıp vermede ya da alınacak şeylerin unutulmasında yaşanan zorluklar giderek artar. Yön bulma duyusunun bozulması ile yakın çevre dışındaki yerlerde kaybolmalar kendini gösterir. Hastalığın daha ileri evrelerinde, yeni şeyleri öğrenmede yaşanan zorluklar nedeniyle gazete okuma, televizyon seyretme gibi gündelik işlevler yapılamaz hale gelir. Hastalar yapamadıkları ve giderek uzaklaştıkları bu uğraşları “Hep aynı şeyler var, sıkılıyorum, zaten istemiyorum” diyerek geçiştirme eğilimindedirler. Hastalık kimlerde ve ne sıklıkla görülür? Cins ayrımı yapmadan her yaş diliminde görülebilir, ancak yaşlanma ile birlikte görülme sıklığı artar. 40 yaşında 100 binde 40 olan sıklık, 60 yaşında 140, 80 yaşının üstünde 10 bine kadar çıkar. Damar sertliği öyküsü olan ve tansiyon, şeker, kolesterol yüksekliği olan kişilerde beyin damar yaşlanmasının hızlanması nedeniyle görülme sıklığı ve şiddeti artar. Genetik yatkınlık olmakla birlikte ailede yakın bireylerin Alzheimer olmaları diğer bireylerin riskini çok fazla artırmaz. Nasıl teşhis edilir? Hastalığın tanısı klinik olarak konulur. Tedavi edilebilir bunama nedenlerinin uygun laboratuvar görüntüleme yöntemleri ile dışlanması sonucu, gerek nörolojik muayene gerekse nöropsikolojik testler yardımı ile hastanın tablosu isimlendirilir. ‘PET’ ismi verilen beyin hücrelerinin glukoz kullanma hızını ölçen özel bir test yardımı ile özellikle başlangıç evresinde beyin metabolizması değerlendirilerek doğru tanının erken dönemde konulması sağlanabilir. Hastalıkta erken tanının önemi var mıdır? Hastalığın tedavisinde kullanılan ve elimizde şu anda bulunan ilaçlar ilerlemeyi durdurucudur ama iyileştirici değildir. Bu nedenle ne kadar erken dönemde tanı konur ise hem ilaçlardan yararlanma, hem de sosyal çevrenin düzenlenmesi açısından yararlı olur. Hastalığın evreleri nasıl seyreder? Hastalığın evrelerinin gelişimi tümüyle kişiseldir. Bazı insanlarda çok hızlı seyir gözlenirken bazılarında oldukça yavaştır. Bütün sinir sisteminde görülen dejeneratif hastalıklarda, hastalık belirtilerinin ortaya çıkmasından önce uzun süreli belirti vermeyen bir dönem vardır. Bu dönemlerde gözden kaçabilecek küçük değişiklikleri yakalamak tanı ve tedavi açısından önemlidir. İleri evrelerde tedavi ve bakım kalitesi sürecin gidiş hızını ve sonunu belirler. Hastalığın tedavisi var mıdır, varsa nasıldır? Özellikle erken ve orta evrelerde kullanılmak üzere iki grupta sınıflandırılan ilaçlar vardır. Bu ilaçlar hastalığın ilerlemesini yavaşlatma etkisine sahiptirler. Henüz belirtileri geri çevirecek ilaç yoktur. Bu ilaçların tek başına ya da birlikte kullanımı ile kişiye ve evreye özel tedavi düzenlenir. Özellikle orta ve ileri evrelerde hastanın kendine olan bakımı ve beslenmesi de bozulacağı için, bunların izlenmesi gereklidir. Sağlıklı ve düzenli beslenme, diğer hastalıklardan mümkün olduğunca korunma ve yatağa bağlı hale gelmiş hastalarda özel bakım hizmeti çok önemlidir. Alzheimer hastaları; beslenme bozuklukları, enfeksiyonlar ve nedeni tam olarak bilinmeyen nedenlerle yaşıtlarına göre daha erken ölürler. Alzheimer genetik bir hastalık mıdır ya da bulaşıcı mıdır? Bulaşıcı değildir. Genetik yatkınlığı olan kişilerde görülür. Ama kuşaktan kuşağa çok net geçişi yoktur. Yakalanmamak için alınabilecek önlemler var mıdır? Vücut ve zihin sağlığını mümkün olduğunca zinde tutmak çok etkilidir. Özellikle damar sertliğine yol açabilecek aşırı kilo, tansiyon yüksekliği, şeker yüksekliği, hareket azlığı, kolesterol yüksekliği gibi nedenler hastalığa zemin hazırlar. Sağlıklı beslenme, temiz havada bol egzersiz ve özellikle zihni açık tutacak her türlü çalışmaya katılmak koruyucu olarak etkilidir. Yaş ne olursa olsun yeni şeylerin merak edilerek öğrenilmesi zihin sağlığı için çok önemlidir. Atları da Vururlar Filmin adı tam olarak şu: They shoot horses, dont they? Ülkemizde “Atları da vururlar” ismiyle biliniyor. Başrolünü Jane Fonda’nın oynadığı bu 1969 yapımı Sydney Pollack filmi, 1929 yılında Amerika’da yaşanan büyük ekonomik kriz sırasında düzenlenen bir dans yarışmasını anlatıyor. Yarışmaya katılanlar, pistte hiç dinlenmeden en uzun süre kalarak 1500 dolarlık büyük ödülü kazanmaya çalışıyor. Film boyunca bu yoksul çiftler çaresizce, sınır tanımadan, ölümüne ve günler boyu büyük ödülü kazanmak için durmadan dans ediyor. “Atları da vururlar” son zamanlarda o kadar sık aklıma gelmeye başladı ki… Bu ülkede SBS (Seviye Belirleme Sınavı) adı altında bir sınav yapılıyor. Yaşları 1314 olan genç insanlar –çocuklar– yıllar boyu binlerce test sorusu çözerek birkaç saat sürecek bir sınava hazırlanıyor. Kendilerine sorulan seçeneklerden doğrusunu işaretleyerek yapılan, ölçme ve değerlendirme gücü sınırlı bu acımasız sınav sonrasında çok küçük puan farklarıyla çeşitli liselere yerleştiriliyor. Daha sonra bu gençler, şaibesi ayyuka çıkmış başka sınavlara, önce YGS’ye (Yüksek Öğretim Geçiş Sınavı), daha sonra LYS’ye (Lisans Yerleştirme Sınavı) hazırlanmaya başlıyor. Bu iki sınav da önceki gibi doğru yanıtı bulmak üzerine kurulu bir değerlendirme aslında. YGS ve LYS sınavında başarılı olan öğrenciler, yine küçük puan farklılıkları ile yüksek öğretim kurumlarına yerleştiriliyor.Bu yüksek öğretim kurumlarında sayıları ve kaliteleri giderek azalan, kalanların ise çözümsüz dertlerle uğraştığı bir akademisyen grubu tarafından eğitiliyor.Gençler, ulaştıkları bu yerlerde çoğunlukla dünya standartlarının gerisinde bir eğitim alıyor. Sonunda büyük zorluklarla bu üniversitelerden mezun oluyor ve meslek ediniyor. Ama yetmiyor. Aynı gençler, tamamı getirimci ve dışa bağımlı “al takke ver külah” usulü yürüyen gerçek hayat içinde iş bulamıyor, parasız kalıyor, uzmanlıkları olmayan alanlarda çalışmaya zorlanıyor. Kamu personeli olabilmek için KPSS’ye (Kamu Personeli Seçme Sınavı) hazırlanıyor, devlet memuru olup kimilerinin bir gecede harcadığını aylarca çalışarak alabilmeyi umuyor. Üstelik koca yaşamı dolduran, çocukluktan orta yaşa kadar ki bu uzun süreçte haksızlıklar, yolsuzluklar diz boyu… Bunları bilerek, yine de yaşamak için savaşıyor. Bir bölümü gerçekten savaşıyor. Ölümüne savaşıyor. Neden olduğunu bilmedikleri gerçek bir savaşta toprağa düşüyor birer birer. Birer birer, bazen bir arada, bazen onlarcası gencecik yaşlarında bu yaşamdan göçüp gidiyor. Bu ülkenin insanları koca bir pistte ayakta kalabilmek için, şuursuzca, acımadan, can havliyle dans ediyor. Çok azının ulaşabileceği o büyük ödül için inançlarını, değerlerini, dostluklarını, gençliklerini, hayallerini, sevgilerini harcıyor. Atlar vuruluyor, düşüyor teker teker… Düşmeyenler ayakta kalmak için şuursuzca çırpınıyor, kan revan içinde dans etmeye devam ediyor. Bir yandan da ödül koyucular, bu çaresiz kalabalığı daha da yalnız olmaya, daha da sessiz olmaya, daha da çaresiz olmaya, büyük ödülden başka bir şey düşünmemeye doğru itekliyor. “Her eve üç çocuk” baskısıyla dans edecek 3 kat daha fazla “at” sahibi olmaya, bu atları daha 66 aylık iken dans pistine fırlatmaya hazırlanıyor. CBT1331/17 21 Eylül 2012