Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ZÜMRÜTTEN AKİSLER A. M. Celal Şengör Aşırı alkol tüketiminin beyin üzerinde olumsuz etki yaptığı yeni bir bilgi değil. Farelerle, alkolün diğer olumsuz bir yönü daha ortaya çıktı. Aşırı alkol tüketimi, beyinde korkuyu işleyen ve travmatik deneyimlerle başa çıkabilmeyi sağlayan bağlantıların işlevini bozuyor. İnsanlar travmatik bir olayın ardından, yaşanan tehlikenin geçtiğini öğrenmek zorunda. Bu çaba sırasında bilişsel beyin merkezleri duygusal olanları kontrol ediyor, diyor North Carolina Üniversitesi’nden Thomas Kash, Nature Neuroscience dergisinde. Bu mekanizma düzenli olarak aşırı miktarda alkol alınması halinde çok kısıtlı olarak işlemeye devam ediyor. Ayrıca travma ve alkol arasındaki etkileşimin başka nedenleri de olabilir: Alkol trafik kazalarındaki tehlikeli arttırıyor. Aşırı alkol, beyinde korku mekanizmasını bozuyor Gazete haberlerine göz atarken, üniversiteye giren öğrencilerin fizik, kimya, jeoloji, biyoloji gibi temel bilimleri hemen hiç tercih etmediklerini okudum. Bu, şu demektir: Bilim insanları ilk kez doğuştan varolan koku körlüğünü bir gen terapisiyle tedavi etti. Farelerde, burnun koku hücrelerindeki duyu kıllarının körelmesine yol açan bir mutasyon düzeltilmiş. İnsanda da görülen bu bozukluk, koku duyusunu engelliyor ve tedavisi de bulunmuyordu. Son araştırma koku hücrelerindeki ilave bir genle bozukluğun giderilebileceğini gösterdi. Fareler sadece 24 saat sonra koku duyusunu geri kazanmışlar. Koku alma hücrelerinin duyu kılları tekrar işlemeye başladı (Nature Medicine). Farelerin gerçekten de koku alıp almadığını öğrenmek isteyen araştırmacılar farelere farklı yoğunlukta kokular koklatırken, beynin koku merkezindeki akımları ölçmüşler. Daha önce koku körü olan fareler, normal farelerinkine benzer bir reaksiyon verdiler diyor Michigan Üniversitesi’nden Jeremy Mclntyre. Bu da gen terapisinin sadece duyu kıllarındaki işlev bozukluğunu gidermekle kalmayıp, koku duyusunu da geri kazandırdığını kanıtlamakta. Terapinin olumsuz yanı şu: Burnun koku hücreleri çok uzun yaşamadıkları ve sürekli yenilendikleri için, tedavinin etkisi kalıcı değil. Farelerde yeni gen, varlığını yaklaşık olarak bir ay korumuş. Fakat burun hücreleri kolay ulaşılabilir olduğu için, yedek genin bir burun spreyiyle aktarılabileceği söyleniyor. Koku alma yetisi, gen terapisiyle geri kazanıldı nin yaşlılıkta bile yaşam süresi üzerinde olumlu etki yaptığını gösteriyor, diyor Stockholm Karolinska Enstitüsü doktoru Debora Rizzuto British Medical Journal dergisinde. Araştırmanın başlangıcında (1987 yılı) 75 yaş veya üstü 1800 kadın ve erkeğin sağlık durumları ya da hayatta olup olmadıklarını 18 yıl takip ettikten sonra, 2005’te sosyokültürel durum, eğitim durumu, meslek, sosyal etkinlik ve yaşam biçimiyle ilgili veriler de incelenmiş. Gerçi araştırmaya katılanların yüzde doksanı bu tarihte ölmüştü ama yarısı doksan yıldan fazla yaşamıştı. Hayatta kalanların büyük bir kısmı kadınlardı. Daha iyi eğitim alan bu kadınların sosyal iletişimleri de daha kuvvetliydi ve daha sağlıklı bir yaşam sürmüşlerdi. Uzun yaşam şansı ve boş zaman etkinliği arasındaki ilişki bedensel hareketlere dayanıyordu. Düzenli olarak yürüyüş yapanlar, yüzenler veya jimnastik yapanlar ortalama olarak iki yıl daha uzun yaşamış. Sigara içenlerse ortalama olarak bir yıl daha az yaşamış. Yeterli derecede hareket eden, sigara ve alkol kullanmayan düşük riskli katılımcıların ömrü ortalama olarak 5,4 yıl daha uzun olmuş. Bilim insanları sağlıklı yaşam biçiminin kronik hastalıklara sahip seksen beş yaş üzerindeki insanlar üzerinde bile olumlu etki yaptığını söylüyorlar. Bu insanlar sağlıklı bir yaşam sürerek dört yıl daha uzun yaşayabilirler. Hareket etmek, sigara içmemek, alkolü ölçülü tüketmek ve sağlıklı beslenme: Uzun yaşamla ilgili bu temel kurallar herkes için geçerli, hatta son bir araştırmaya göre çok yaşlı insanlar için bile. Yetmiş beş yaşındaki erkekler bu kurallara uyduklarında altı yıl, kadınlarsa beş yıl daha uzun yaşıyor. Araştırma sonuçlarımız, sağlıklı bir yaşam biçimi CBT 1330/ 7 14 Eylül 2012 Yaşam biçimi yaşlandıktan sonra da önemli Çocuk yaşta düzenli kullanılan astım spreyi büyümeyi önlüyor. Sonuç, Amerika’da bini aşkın çocukla gerçekleştirilen bir araştırmaya ait. Budesonid etki maddesi içeren astım spreyini düzenli kullanan çocuklar yetişkinlik döneminde, Plasebo v e y a başka bir e t k i maddesi alan çocuklara kıyasla 1,2cm daha kısa oluyor. Sonuç, büyümeyi engelleyici etkinin geçici olduğunu düşünen bilim insanları için şaşırtıcı olmuş (New England Journal of Medicine). Kortikosteroidlere dahil olan Budesonid, iltihap önleyici ve bronşları rahatlatıcı etkiye sahip olması nedeniyle kronik astımlılara verilir. Sonuç, bu etki maddesiyle ilgili tedavinin hemen kesilmesi gerektiği anlamına gelmiyor. İlacın kronik astım üzerindeki olumlu etkisi, 1,2cm’lık boy kısalığı yüzünden görmezden gelinemez. Araştırmalar Budesonid maddesinin ağır astım nöbetlerini ve hastane ziyaretlerini önemli ölçüde azalttığını gösterdi. Ayrıcı bu maddeyi alan çocuklar daha az ilave ilaç kullanmak zorunda kalıyor. Yine de Budesonid dozajının minimum seviyede tutulması öneriliyor. Nilgün Özbaşaran Dede nozbasaran@yahoo.com Astım spreyi büyümeyi engelliyor Toplumumuzdaki gençler, parazit olarak yaşamayı tercih etmekteler, zira tüm diğer üniversite branşlarının temsil ettiği meslekler bu tercih edilmeyenlerin ürettikleri bilgilere dayanır. Elinden cep telefonunu düşürmeyen zat, fizik olmadan bunu yapabilir miydi? Hastalandığında ilaç isteyen, güzelliğinin derdine düştüğü zaman makyaj malzemesi arayan, bulaşığını yıkarken deterjan kullanan, kimya olmadan bunları nasıl yapacak? Almanya bizden giden üzümlerin içindeki kimyasalları görünce ödü patlamış. Doğaya bu tür müdahalelerde doğru yolu bize biyolog olmadan kim gösterecek? Tarımda bir hastalık bazan bir ürünü öyle bir yok eder ki, o ürüne tekrar kavuşabilmek için tohumlarını veya fidanlarını başka yerlerden gidip almak gerekir. Bu tür işlerin ülkemizdeki diğer bitkilere zarar vermeden, hayvan dengesini bozmadan yapılmasına biyologsuz mu karar vereceğiz? Ya jeoloji? Su ararken jeoloji lazım, petrol veya gaz ararken jeoloji lâzım, yapı malzemesi ararken ve işletirken jeoloji lazım, baraj yaparken, maden çıkarırken, iklim değişmelerini izlerken, sele, heyelâna karşı tedbir alırken jeoloji lazım. Ya deprem??? Bir ülke düşünün ki, yukarıda saydıklarımın hepsi konusunda kafa yormak zorunda ama gençleri jeolog olmak istemiyor. Onun yerine diyor ki, ben rahat rahat işyerimdeki masamda oturayım, birileri bunları benim için yapsın. Tabiî birileri bunları yapar. Ama bir gün gelir sizi de o koltuğunuzdan sepetler ve birden kendinizi onun hizmetkârı olarak buluverirsiniz. Muhterem hocam ve sevgili dostum Prof. Doğan Kuban yazılarında sürekli, cahiller ülkelerinin sömürge ülkeleri olduğunu işliyor ve bilhassa Müslüman dünyasındaki cehaletin altını çiziyor. Altı çizilen cehaletin en büyük kısmı işte bu fizik, kimya, biyoloji ve jeoloji cehaletidir. Buna içinde oturulan evi tanımama cehaleti de diyebiliriz, zira bu bilim dalları bize içinde yaşadığımız dünyayı tanıtan bilimlerdir. Bu cehalet, 1950 yılından beri körüklenen ve AKP iktidarıyla da artık şahlanan doğa bilimi düşmanlığının, onun yerine hayal âlemi olan dini ikame etme çabalarının neticesidir. Okulların tamamının imam hatip okulu yapılmasını isteyen milletvekillerimiz var. Yani bu zat milletimizi yedinci yüzyılda yaşamaya davet etmektedir! Sevgili okuyucularım, bilimle din bağdaşamaz. Zira bilim hakikatı sürekli arayan, din ise bunu bulduğunu iddia eden iki düşünce sistemidir. Tarih boyunca bilimle din hep çatışmış, hep sonunda dinin dediklerinin doğru olmadığı görülmüştür. Avrupa bunu ilk fark eden toplumu barındırdığı için yüzyıllarca dünyaya hükmetmiştir. Bilim gerçeği bulduğunu değil, yanlışı teşhis edip onu elediğini iddia eder. Evrim kuramını ele alalım: Bilim kutsal kitaplarda yazılan ve kökleri Sümer mitolojisine dayanan yaradılış efsanesinin doğru olmadığını ispat etmiştir. Sırf insanı ele alsak bile, en az üç akıllı insan türünün birbiriyle eskiden aynı anda var olduğunu biliyoruz. Bunlardan ikisinin soyu tükenmiştir. Bu konuda hangi dinde tek satır bilgi vardır? Bunlar, insan soyunun ataları oldukları en azından üç büyük din tarafından kabul edilen Âdem ile Havva’dan olmuş olamazlar. Olurlarsa, o zaman Âdem ile Havvâ bizden olmuş olamazlar ki bu kutsal kitaplarda anlatılan efsane ile çelişir. Düşününüz ki bugün tüm bilim dünyası tarafından istisnasız kabul görmekte olan evrim teorisinin “bilim tarafından niçin kabul görmediği” gibi düpedüz bir yalanı temel alan bir sözde bilimsel toplantı bir üniversitemizde yapılabilmektedir. Tüm bunlar toplumu cahilleştirme veya cahil tutma politikasının Türkiye’de başarı kazandığını gösteren emarelerdir ki son üniversite tercihleri bunu doğrulamıştır. Bu durumda derdi imam hatip okullarını yaygınlaştırmak olan bir iktidarı yönetimde ısrarla tutan bir halk, bilim insanlarına açıkça “Bu ülkeden gidin, sizi istemiyoruz” demiştir. Eh bize de bu karara (isteyerek olmasa da) boyun eğmekten başka çare kalmamıştır. Bazı gazeteci dostlar benim Türkiye’yi terk etmeyi düşündüğümü söylemem üzerine “aman sakın” yazıları yazdı. Sağolsunlar, ama hangisinin gazetesinin bilim ekleri, hatta sadece bir bilim sayfası var? Hangisi bir bilim muhabiri veya bilim yazarı istihdam etmekte? Bunlar için hangisi kaç yazı yazdı, kaç televizyon programı yaptı, kaç röportaj yayımladı? Bilim “aman olsun” demekle olmaz, onu gerçekten istemek lazımdır. İstenmediği yerde bilim durmaz ve beraberinde içinden kaçtığı toplumun yaşam kavgasında ayakta durabilme gücünü de alıp gider. Bir Toplumun Çöküşünü Üniversite Tercihlerinde İzlemek