17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ZÜMRÜTTEN AKİSLER A. M. Celal Şengör Şişmanlık dünyamızı, nüfus artışından daha fazla tehdit ediyor Londra Hijyen ve Tropikal Tıp Okulu bilim insanları, dünya genelinde artan şişmanlığın, dünyamız üzerinde bir milyar fazladan insan kadar olumsuz etki yapacağını hesapladılar. Dünyamız üzerindeki tüm insanların toplam ağırlığını hesaplayan ekip, Kuzey Amerika’daki ortalamanın en yüksek olduğunu söylüyor. Oysa burada dünya nüfusunun sadece yüzde altısı yaşıyor. Amerika buna rağmen dünyadaki şişmanlığın üçte birinden sorumlu. Hesaplamalara göre dünya nüfusunun toplam ağırlığı 287 milyon ton. Bunun on beş milyon tonu fazla kiloya, 3.5 milyon tonu da şişmanlığa bağlı. WHO’nun 2005 yılı verilerine göre bir insanın ortalama ağırlığının 62 kilo olduğu hesaplanmış. Fakat bu oran bölgelere göre değişiyor. Kuzey Amerika’da bu değer 80.7 iken Asya’da 57.7 kilo. Dünya nüfusunun yüzde altmış biri Asya’da yaşamasına rağmen, Asyalılar şişmanlığa bağlı ağırlığın sadece y ü z d e 13.3’ünden sorumlular. Araştırmaya katılan bilim insanı Jan Roberts, çevrenin sürdürülebilirliği üzerinde düşündüğümüz zaman hemen nüfusa odaklanıyoruz diyor. Bilim insanları ayrıca en ağır ve en hafif ülkelerin listesini de çıkarmışlar. Buna göre Amerika listenin başında yer alıyor. Geriye kalan dünya nüfusu Amerikalılar gibi şişmanlayacak olursa, gezegenimiz için dramatik sonuçlar ortaya çıkacaktır diyor Roberts. Her ülkede Amerika’daki kadar şişman insan yaşasaydı, dünyamıza fazladan bir milyar insanın ağırlığı eklenirdi. Vietnam ve Etiyopya gibi ülkeler listenin sonlarında yer bulmuşlar. Fakat uzmanlar zayıflığın bir fakirlik faktörü olmadığının altını çiziyorlar. Mesela Japonya gibi ülkeler diğerleri için örnek olabilir. 2005 yılında Amerika’da ortalama beden kitle endeksi 28.7 idi. Oysa Japonya’da bu değer 22. Sonuçta insanlar fakirlik olmadan da zayıf kalabiliyor ve Japonlar bunu anlamış görünüyorlar diyor bilim insanları. Listede ilk onda yer alan bazı ülkeler ise sürpriz olmuş. Mesela Kuveyt, Hırvatistan, Katar ve Mısır gibi. Bilim insanları bu ülkelerde insanların çok fazla yemediklerini ama genelde hep otomobille yolculuk ettikleri için şişmanladıklarını sanıyorlar. Araştırma sonuçlarını Genetics dergisinde yayımlayan Chris Li ve ekibi, solucanlarla gerçekleştirdikleri deneyler sonucunda, diyabetli hastalardaki yüksek Alzheimer riskinde, ensülin gibi indirgenen bir Alzheimer geninin önemli bir rol oynadığını tespit etmiş. Alzheimer hastalığının tedavisi henüz bulunmuş değil. Hastalara verilen ilaçlar sadece hastalığın ilerlemesini yavaşlatıyor. Ailesinde birden fazla Alzheimer hastası bulunan kişilerde uzmanlar, amiloid proteinlerinin indirgenmesinden sorumlu bir gende değişimler saptamışlardı. Son araştırmada uzmanlar C.elegans solucanında da benzer bir geni inceleyerek, söz konusu genlerin ensülinin üretimi ve indirgenişi ile ilişkili kimyasal reaksiyonlar üzerinde etkili olduğunu öğrenmişler. Li’ye göre diyabet 2 hastalarının Alzheimer’a yakalanma olasılığı daha yüksek. Ensülinin üretimi ve indirgenişi metabolizmanın birçok sürecinde rol oynuyor, buna sinir sisteminin sağlığını korumak da dahil. Yeni bilgilere rağmen, bu olası ilişkinin ve etkilerinin araştırılması için yeni çalışmaların yapılması gerekiyor. Sevgili okuyucularım: Bu yazı ne politika ile, ne de gündelik olaylarla ilgili. İlhamını daha 29 Haziran 2012’de olan bir olaydan aldığı halde, yazı tamamen ‘tutarlılık’ ilkesi ile ilgili. TBMM’de Bir Sıkılmazlık Simgesi Yaşamınızda tutarlı değilseniz, bu sizin bileceğiniz bir iştir, çünkü başınıza ciddi dertler açabilir. Bilimde tutarlı değilseniz, ciddiye alınmayacağınız için bilim yapamazsınız. Politikada tutarlı değilseniz, bu sizi suç işlemeye kadar götürür. İşte okumakta olduğunuz yazı tutarsızlığının farkına varamadığı için, hatta Anayasa’ya karşı suç işlemekte olan bir politikacının içine düştüğü durumdan başlayarak, eğitimde ciddi bir mantık ve bilimsel yöntem temelinin verilmesinin önemine vurgu yapmakta. 29 Haziran’da eski milli eğitim bakanlarımızdan Doç. Dr. Hüseyin Çelik Bey’in “Kemâl Gürüz’ün mahkeme önüne çıkarılması ve tutuklanması aslında hakkın yerini bulmasıdır. Düşmüş adama bir tekme de ben vurmak istemem ama bu memlekette yapılanlar ortadadır” sözleri yayımlandı. Ben de bu sözleri dehşet içerisinde dinlemek bahtsızlığına uğradım. Sözlerdeki, insanın tüylerini diken diken eden basitlik ve insanlık dışılığa burada yer vermeyeceğim. Bunu gazetelerimiz «şok sözler» diyerek zaten hakkıyla değerlendirdi. Beni ilgilendiren, üstelik adının önünde akademik unvan taşıyan bu zatın, Kemâl Gürüz’ün yaptıklarının tamamen Anayasa ile belirlenmiş yasalar çerçevesinde yapıldığını, mesela Gürüz tarafından uygulanan türban yasağının tamamen yasal bir mecburiyetin YÖK tarafından yerine getirilmesi olduğunu düşünememekte olmasıdır. Anayasa ve kanunları yapması gereken yer, kendisinin de üyesi olduğu Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. Eğer Gürüz’ün mecburen uyguladığı yasalardan şikâyeti varsa bunu Gürüz’e değil, aynaya bakarak kendisine ve Meclis’teki diğer milletvekillerine yapması gerekirdi. Beyefendi’nin imâ ettiği bir diğer şikâyet ise, hep meslek okulları mensuplarının üniversiteye girerken kendilerine uygulanan puan haksızlığı iddiası oldu. Burada YÖK’e verilen yetki, lisedeki hazırlığını en iyi yapan çocuğun üniversitede en çok arzu ettiği yere girebilmesini temindir. Lise hazırlığı ise çocuğun zekâ ve çalışkanlığı dışında tamamen lise müfredatı ile belirlenir. Bu müfredatı belirleyen Meclis’in kendine verdiği yetkiye dayanarak Beyefendi’nin bir zamanlar maateessüf işgal etmiş olduğu Milli Eğitim Bakanlığı olduğu gibi, liselerimizi perişan eden dershane endüstrisine izin veren yasaları çıkaran veya mevcut yasaların uygulanmamasına memleket çapında göz yuman da yasama ve bilhassa yürütmedir. Çelik, kendisi bakan olduğu zaman bu konuda İmamHatip yaygarası koparmak dışında olumlu hiçbir şey yapmadığı gibi, Gürüz’ün daha önce hazırladığı fevkalâde akılcı programla ilgilenmeyen de kendisidir. Ortada mağduriyet varsa bunun sebebi Gürüz değil, Beyefendi ve kendisi gibi çalışan diğer Milli Eğitim Bakanlarıdır. Hem hani hukuk bağımsızdı? Hani hukuka dıştan baskı yapılamazdı? İktidarın bir milletvekili böylece Gürüz’ü mahkemeye bile çıkmadan suçlu ilân ediverdi! Gerçi Çelik Beyefendi’nin bu konularda tek lâf etmeye ne bilgisi ne de görgüsü müsaittir. Darwin kuramı Marksistlerin, akıllı tasarım ise inançlı insanlarındır diye bir vecizesi olan bu zat, ne Darwin kuramı ile Marksizm arasındaki uyumsuzluğu bilmektedir, ne de akıllı tasarımın bilim dünyasınca bir kuram değil, bir zırvalık olarak görüldüğünün farkındadır. Bunu Nature veya Science veya Naturwissenschaften veya Comptes Rendus de l’Académie des Sciences (Paris) veya Proceedings of the National Academy of Sciences veya Transactions (veya Proceedings) of the Royal Society gibi dergilere başvurarak öğrenebilirdi, ama aksi tesadüf Çelik Bey, bu dergilerin yayımlandığı dilleri bilir mi, bilse ne kadarını anlar, bilemem.. Bu tür görüşlerini ve 29 Haziran’daki incilerini dile getirdiği Türkçesi dilin ses kurallarını o derece zedelemektedir ki her duyduğumda kulaklarım isyan etmektedir. İşe yarayacağından emin olsam kendisine bir fonetisyenin adresini vereceğim ve işe uzun ve kısa a ve e seslerinin talimleriyle başlamasını tavsiye edeceğim. (Bu arada hatırlatayım: Beyefendi edebiyat fakültesi doçentidir. Orada kendisine biraz mantık ve bilimsel yöntem öğretilemez miydi acaba? Veya telâffuzunun bozuk olduğu doktora veya doçentlik imtihanında farkedilmemiş miydi?) Öğrencilerimizi mağdur eden gerçek neden işte Hüseyin Çelik Bey gibi bilmediğinin farkında bile olmadan herşeyi «düzeltmek» iddiasında olanların mevcudiyetidir. Kemâl Gürüz hakkında söyledikleri ise her uygar insanın midesini bulandıracak mahiyette sözler olmakla kalmaz, şikâyetçi olduğu konuda kendisinin mesuliyetini göremeyecek kadar da bilgisiz ve ilgisiz olduğunu gösterir. Bunlara mı kaldı bakanlıklarımız? Vah bize! İşte ülkesine ve milletine âşık, Atatürk’ün hemşehrisi kaliteli bilimci ve bilim yöneticisi Gürüz’ü hapishane hücresinde göz yaşlarına boğan, yemeden içmeden kesen, bu acı gerçeklerdir. New York City College bilim insanları diyabet ve Alzheimer hastalığı arasında genetik bir ilişki saptadılar. Diyabetli hastalarda Alzheimer riskinin daha yüksek olduğu aslında uzun süredir biliniyordu, ama nedenleri araştırılmamıştı henüz. CBT 1320/ 7 6 Temmuz 2012 Diyabet ve Alzheimer arasındaki ilişki Erken çocukluk döneminde yaşanan şiddetli stres, sadece bilişsel ve duygusal bozukluklara yol açmakla kalmayıp, duygusal algılamayı da olumsuz olarak etkiliyor. Yokohoma City Üniversitesi bilim insanları farelerle gerçekleştirdikleri deneyler sonucunda, sosyal izolasyonun, beyindeki moleküler mekanizmaları ne şekilde etkilediğini buldular. Anlaşıldığı üzere sinir hücrelerindeki AMPA reseptörü önemli bir rol oynuyor. Bilim insanlarının her gün birkaç saatliğine annelerinden ayrı tuttukları fare yavrularının şinapslarında daha az AMPA reseptörü oluşmuş. Reseptörlerin dağılımı, önemli ölçüde CaMK II enzimine bağlı. Bu enzimin etkinliği yalnız kalan farelerde iyice azalmıştı. Yavru farelerde ayrıca kortikosteron olarak bilinen stres hormonu seviyesi de yüksek çıkmış. Takuya Takahaşhi ile çalışan ekip bunun nedenini düşük enzim etkinliğine bağlıyor. Fare mesela burun kıllarıyla bir şeye dokunduğunda AMPA reseptörleri beyne giden sinyalleri etkiliyor. Moleküler değişimler yüzünden farelerin dokunma duyarlılığı iyice zayıflamış, bu da sosyal etkileşim yetisini önemli ölçüde sınırlamakta diyor uzmanlar. Yavruluk döneminde yaşanan yalnızlığın etkileri yetişkin farelerde bile hâlâ görülebiliyor. Bilim insanları yavru farelerin beyinlerindeki stres hormonu kortikosteronun etkisini engelledikleri zaman, yalnızlığın moleküler sonuçları önlenmiş ve fareler normal gelişimlerini tamamlamışlar. Nilgün Özbaşaran Dede Yalnızlık duyarsızlaştırıyor
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle