Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
OOOF OFF LINE Tanol Türkoğlu (tanolturkoglu@gmail.com) EDEBİYATIMIZDA EVRİM DÜŞÜNCESİ Bilginin önemi bilgi çağında olduğumuzla ilgili değildir. Çağlar öncesinden gerek bilge kişiler gerekse de dini önderler bilginin önemini vurgulamışlardır. Sabahattin Ali ve Evrim Teorisi 1940’lı yılların düşünürleri ve yazarları, evrim teorisini ve gerçeğini halka anlatmaktan geri kalmadılar. Sabahattin Ali de, “Devlerin Ölümü” başlıklı hikâyesinde dinozorların yaşamını ve yok oluşlarını bir masal tadında dile getirmişti. Osman Bahadır bahadirosman@hotmail.com Bilgi Çağında Bilgi “Artık önemli olan bir şeyler bilmek değil; bilgiye nasıl ulaşılacağını bilmektir.” “Bir veri tabanına değer kazandıran şey, inşa ediliş şekli değil, içindeki bilgilerdir.” “Ne kadar bilirsen bil, anlatabildiklerin karşındakinin anlayabildiği kadardır.” (Mevlana) “Ne kadar okursan oku, bilgine yakışır şekilde davranamazsan cahilsin demektir.” “Bilginin efendisi olmak için, çalışmanın kölesi olmak gerekir.” (Balzac) “Bilginlerle birlikte düşün, halkla birlikte hareket et.” (Berkeley) “İnsanın cahil olduğunu bilmesi, bilgiye atılmış ilk adımdır.” “Korkunun kaynağı bilgisizliktir.” “İnsanın bilgisi arttıkça huzursuzluğu da artar.” “Zengin, bilgisi çok olan insandır.” (Hz. Ali) “İnsan bilmediği şeyi isteyemez.” “Bilmediklerimi ayağımın altına alsaydım, başım göğe ererdi.” (İmamı Azam) “Mutluluk bilgi ile kazanılır.” “Bilgi, bölüşüldükçe artan bir hazinedir.” “Cahil kişinin yanında kitap gibi sessiz ol.” (Mevlana) “Bilgiyle dirilenler, ölmez.” (Hz. Ali) “Bilgili adamın uykusu ibadetten üstündür.” (Mevlana) “Bilgisiz kişi savaş davuluna benzer; sesi çok, içi boştur.” (Sadi) “Düşünmeden öğrenmek faydasız, öğrenmeden düşünmek tehlikelidir.” “Eğitimin en üst seviyesi (sonucu) toleranstır.” “Uykuya dalmış bilgisiz kişiye öğüt vermek, çorak yere tohum saçmaktır.” (Mevlana) CBT 1323/ 12 27 Temmuz 2012 S Devlerin Ölümü” abahattin Ali (19071948), “D adlı öyküsünü 1946 yılında yazdı. Sabahattin Ali bu öyküsüne temel olarak dinozorları alıyor, onların yaşamını ve yok oluş nedenlerini inceliyor fakat aynı zamanda genel olarak canlıların ve insanın evrimi hakkındaki düşüncelerini de açıklıyordu. Öyküsüne “Çok, çok eski zamanlarda, bundan yüz milyonlarca yıl evvel, dünyamız henüz bilginlerin ‘ikinci devir’ adını verdikleri çağlardayken, yeryüzünde birtakım kocaman, korkunç devler yaşamaktaydı.” sözleriyle başlayan yazar, öyküsüne daha sonra şöyle devam ediyor: “Bugün bildiğimiz hayvanların çoğu o zamanlar daha ortada yoktu. Canlı yaratık olarak denizlerdeki balıklar, birçok kuşlar, pek küçük bazı memeli hayvanlar ve kurbağalar vardı. Bir de bu söylediğimiz devler. Bunlar da çeşit çeşitti. Boyları sekiz on metreden tut da, yirmi beş metreye kadar olurdu. Kimisinin kalın, pul pul, sırtı dikenli derileri, küçük bir oda büyüklüğünde başları, bir adam boyu dişleri ve boynuzları, kimisinin dört beş metre uzunluğunda bir boynun ucunda küçücük başları vardı. Hemen hepsinin kuyrukları uzun, peçeleri tırnaklıydı. Sürüngen hayvanlar soyundan olan ve damarlarında sıcak kan dolaşmayan bu devler loş or raklık, yine insan aklının zor kavrayacağı kadar uzun yıllarda, bu devlerin rahat, yumuşak yurtları olan bataklıkları, sulak yerleri kuruttu. Bol yapraklı loş ormanlar seyrekleşti. Yeni şartlara uymasını bilen, yaradılışları buna müsait olan mahluklar yeni yeni gelişmelerle çeşitlenirler, ürerlerken, bu canavarlar, dev vücutlarının aradığı bol rutubeti bulamayarak birer birer kırıldılar.(...) Zayıflıklarını hissettikçe, eski saltanatlarının yıkılmaya, ömürlerinin sona ermeye yüz tuttuğunu anladıkça vahşilikleri arttı. Kendi yumurtalarını, kendi yavrularını bile parçalayıp yediler. Kokmuş, çamurlaşmış su birikintilerinin başında, birbirleriyle boğuşup, yüzlercesi birden öldüler. Ama hayat durmadan akışına devam etti, yeryüzünden izleri bile silinen devlerin bir zamanlar hüküm yürüttükleri yerlerde yeni canlılar türedi, o mini mini memeliler gelişti, hele onların vücutlarındaki küçücük, yumuşacık bir parça, beyin dedikleri beyaz bir yığın, git gide kudretini arttırdı. O devlerle kıyaslanınca bir solucan kadar küçük kalan bir mahluk dünyaya pençeleri, dişleriyle değil, kafasıyla hâkim oldu. Bulanık hatıraları, çeşitli mahlukların on binlerce nesillik değişmelere rağmen, bilinmeyen yollardan bize kadar ulaşan bu devlerin varlıklarını bile o meydana çıkardı. Uçsuz bucaksız bir araştırma, bilme isteğiyle her yerleri kurcalayıp eşelerken, o devlerin nasılsa çürüyüp yok olmamış kalıntılarını buldu. Hayalinde onların şekillerini canlandırdı. Onlara çeşit çeşit isimler taktı. Şurdan burdan topladığı kemikleri oyuncak gibi bir araya getirdi ve seyretti. İşte böylece, bir zamanlar kudretlerine son yokmuş gibi görünen, yeryüzünden silinip gidecekleri akla bile gelmeyen bu devlerin şimdi sadece bataklıklarda tek tük kemikleri, müzelerde iskeletleri ve masallarda korkunç, fakat zararsız hatıraları kaldı. Çünkü hayatın durdurulmaz akışı bunu böyle istiyordu.” Sabahattin Ali, Almanya’daki öğrencilik günlerinde. “Devlerin Ölümü” öyküsü burada bitiyor. Sabahattin Ali, dinozorların yok oluşlarının nedeni olarak kuraklığın başlamasını gösteriyor. O, bu öyküsünü yazarken dinozorların ortadan kalkması iklim koşullarındaki değişmeyle açıklanıyordu. Fakat 1980’li yıllardan itibaren Nobel Ödüllü ABD’li fizikçi Luis Alvarez ve oğlu jeolog Walter Alvarez, dinozorların bir göktaşının dünyaya çarpması sonucunda yok olduklarını ileri sürdü. Bu görüş 1990’lı yılların başlarında bilim çevrelerinde kabul edilmeye başlanmış ve günümüzde de ortak kabul edilen bir görüş niteliği kazanmıştır. Buna göre 65 milyon yıl önce yaklaşık 10 km. çapında bir göktaşının dünyaya çarpmasıyla oluşan toz tabakasının atmosferi kaplamasıyla, yıllarca süren karanlık ve soğuk dönemde bitkilerin fotosentez yapamamasıyla besin zinciri yıkılmış ve dinozorlarla birlikte canlı türlerinin %70’inden fazlası yok olmuştur. Sabahattin Ali, gerek dinozorların yaşamını ve yok oluşlarını, gerekse diğer canlı türlerin evrimini bir masal gibi anlatıyor. Onun bu öyküsü gerçekte de Sırça Köşk (birinci baskı 1947, 12. baskı Şubat 2012, YKY) adlı kitabının masallar bölümünde yer almaktadır. Ülkemizde bilimsel bilgilerin ve konuların özellikle de çocuklar söz konusu olduğunda bir masal gibi anlatılmasına ne kadar çok ihtiyaç var. “Alimler peygamberlerin mirasçılarıdır.” (Hadis) “İlim öğrenmek, beşikten mezara kadar farzdır.” (Hadis) “Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?.” (Kuranı Kerim 39:9) “Hayatta en hakiki murşit (yolgösterici) ilimdir, fendir.” (K.Atatürk) manlarda, sulak, bataklık yerlerde yaşarlar, ot, et, ne bulurlarsa yerlerdi. (...) Onlara kaygısız ve rahat yaşamak imkânını veren ne cesaretleri ne de zekâlarıydı. Sadece dev yaradılışlarına dayanarak etraflarını kasıp kavuruyorlardı. Bir yerde göründükleri zaman bütün canlılar oradan kaçışır, balıklar suyun derinlerine, kuşlar göğün maviliklerine, öteki hayvanlar ağaç kovuklarına, inlere dalarlardı. İlk bakışta yer yüzünün bu tembel fakat doymak bilmez, bu aptal fakat kuvvetli, bu korkak fakat zalim devlerden kurtulacağı akla bile gelmezdi. İleride zekâ ve bilgisiyle bütün varlıklara hükmünü yürütecek olan insan, henüz yapraklar arasında ürkek ürkek dolaşan ve yere çekine çekine inen avuç içi kadar bir memelinin cevherinde saklıydı. (...) Yirmi tonluk gövdelerini doyurup beslemekten gayri dertleri olmayan bu mahlukların ne günlerinden, ne geleceklerinden korkuları vardı. Dünya onları beslemek, onların rahat ömür sürmelerini sağlamak için kurulmuştu. Ama yeryüzünde hiçbir şey, ne kadar uzun ömürlü olursa olsun, sonsuz değildir. Milyonlarca sene ortalığı kasıp kavuran, uçsuz bucaksız dünyaya kayıtsız hükmeden devlerin de sonu göründü. Tabiat ve hayat şartları, önüne geçilmez sebeplerle değişmeye başladı. Bu birdenbire olmadı. Belli belirsiz kendini gösteren bir ku MASAL GİBİ ANLATIYOR