24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

• KÜLTÜR • DOĞAN KUBAN İstanbul’da kentsel dönüşüm ne demek? Bizim 2700 yıllık kentimiz sayısız dönüşüm geçirdi; Megaralı Greklerin kolonisi Bizantion’dan bugüne. Kentsel dönüşüm var olan bir şeyin değişmesidir. Ormanı kesip gökdelen dikmek değildir. Bugünkü İstanbul Menderes döneminde başlayan bir kentsel değişme ile 1980’den sonraki bir azmanlaşmanın sonucudur. K entsel Dönüşüm deyimi aynı zamanda biyolojik bir içerik taşıyor. Fakat bizde her şeyi saklayan bir örtü, her yapılana kent planı onayı veren bir damga olmuş. İstanbul surları içinde de yıkılan mahallelere neoOsmanlı apartman yapmak bir kentsel dönüşümdür. Ama tarihi çevre koruma değildir. Dudullu’da, Şile’de ormanları yok eden bir plan ise kentsel dönüşüm değildir. 1440 hektarlık suriçini 350 bin ya da 400 bin hektarlık kent alanı içinde tarihi karakteriyle koruyamayıp Boğaz öngörünüm alanında yeşil yerine bir site yapmak da kentsel dönüşüm değil. Sadece yeşil alan soykırımıdır. İstanbul devleşmesi olağanüstü bir nüfus patlaması sonucudur. Roma çağından bu yana Anadolu’nun nüfusu 8 milyon civarında değişmeden 20. yüzyıla ulaşmıştı. Bugün 75 milyon. Cumhuriyetin başında %90’ı okumamış köylü olan bu nüfusun %70’i kent dediğimiz planlanamayan agglomeralarda yaşıyor. Kökten bir değişim. Toplumun kültür seviyesi bu kökten değişime bir yanıt getiremezdi. Hele bu fırtına her düzeyde eleştirinin yok olduğu bir toplumda olunca sonuç sadece kargaşa oldu. Kente göç edenin bütün yaşam konforu iyileşti. Gecekondusu kendine ait bir eve dönüşünce yüzyıllar boyunca mal sahibi olamamış köylü ilk kez köle olmadığını hissetti. Belediyeler ve partiler de kent toprağı spekülasyonunun altın değerinde olduğunu öğrendiler. İstanbul akıl almaz bir hızla bir megalopolise dönüşünce bir kent tarihi bilinci topluma ve idarecilere ulaşmadı. Gelenler İstanbul’la hemen özdeş olamıyorlar. Anadolu ne kadar parçalı ise İstanbul daha fazla parçalı. Megalopolis toplumu bütünleştirici değil, parçalayıcı bir rol oynuyor. Planlama sadece bir dosya kapağıdır. Nüfusunu sayamayan ve kaçak inşaat oranı %60’a ulaşan bir kentte plandan söz etmek ancak alay olabilir. Politikacılar için tek gerçeğin gelenlere yer tahsisine dönüşmesi diğer kavramları içi boş başlıklar yaptı. Ortaasya bozkırından Anadolu’ya göçenler doğaya nasıl davrandılarsa İstanbul’a gelen köylü de doğaya öyle davrandı. Bu durum gecekondu aflarıyla onaylandı. Politik oya dönüştü. Toprak yağması politik oy eşitliği kurulduktan sonra yerine rasyonel bir planlama düzeninin geçmesini beklemek hayal olurdu. Köylüler spekülatörlerin öncüsü oldular. Bu olgu Türkiye’de kent toprağının en büyük gelir kaynağı olarak ekonominin baş köşesine oturmasını sağladı. Yapılaşmayı yönlendiren idari etkinlik de sadece spekülatif inşaatın amaçlarını gerçekleştirmeye indirgendi. Bugün toprağın altın değerinde getirisinin devam etmesi için yataydaki yağmanın düşeyde devamını sağlayan yüksek yapı aşamasına geldik. Bu İstanbul’un yeni damgasıdır. Her yere vuruyoruz. Bugünün kent modeli geçmişte yok. Enerji kıtlığı su kıtlığı, küresel ısınma, tarımsal kıtlık, küresel açlık , ekonomik kriz , geçen yüzyılda kimsenin söz etmediği biotik çevre dengesi gibi sorunlar yeni sorunlardır. Fakat cehalet ve ekonomik gelir dengesizlikleri sağlıklı kent gelişmesine olanak vermiyor. Ülkenin sadece yapısal, kentsel geleceği açısından değil, ekonomik geleceği açısından da en olumsuz gelişme budur. Bugün bir gelişme gösterisi sayılan bu olgu, birkaç yıl sonra ekonomik ve sosyal çöküntünün göstergelerinden biri olabilir. Amerika’da 2008 krizinin inşaat sektörünün kredi politikası nedeniyle olduğunu bizimkiler kavramadı. Yüksek yapı pahalı bir yapıdır, sürekli enerji yutar. Kente en büyük zararı ulaşım ve hava kirliliği bağlamındadır. Yüksek yapı ucuz arsa kapatıp onun üzerine istediği kadar kat koyan müteahhitten başka kimse için ucuz değil. Halkın beyni inşaat gösterileriyle yıkanıyor. Bu etkinlik bütün diğer etkinliklerin yeterince gelişmemesinin de nedenidir. Öğretim para yiyici ve kötü. Ülke bütün uç teknolojileri ithal ediyor. Tarımsal üretim dışarıya boyun eğmiş, ithalat ihracattan çok. Borç yükü dünya sıralamasında görkemli bir düzeyde. Birkaç yıl önce Rem Koolhaus Harvard Üniversitesi için hazırladığı ‘Mutations = Dönüşümler’ adlı ilginç bir kitap yayınladı. Bu kitap kentsel dönüşümlerden söz ediyor, dünyadan örnekler veriyordu. Çin’de Hong Kong’un kuzeyinde İnci Nehri Deltası adı verilen ve büyük şehirleri içeren bir bölgedeki gelişmeleri anlattıktan sonra Asya tipi bir gelişmeden söz ediyor. O bölgede nüfus toplamı 15 milyon tutan beş kent var; 2030’da 32 milyona çıkacakmış. Fakat bu bölgede 2000’de 2000 km karayolu var. Bölgede ayni tarihte kentlerde ve nehirler üzerinde 1260 köprü varmış. Hong Kong’u kuzeye bağlayan asma köprü 2.2 km açıklığı ile dünyanın en uzun asma köprüsü. 1995’de bu bölgede 5 havaalanı var. Yolcu sayısı yılda 45 milyon. Uluslararası Guangzhou hava alanında saatte 15 uçak iniyor ve kalkıyor. Koolhaas şöyle diyor: Burada Asya ile Avrupa karışımı bir uygulama var. Bu insanların büyük bir çoğunluğu için tarihin hiçbir önemi yok. Bu her şeye yeniden başlamak ‘tabula casa’ yöntemi. Rem Koolhaus Singapor’dan söz ederken her şeyin yeni ve yapay olduğunu, yapıların birbirleriyle ilişkisi olmadığını vurguluyor. Asyalılar ‘biz modernini yaratıyoruz’ diyorlarmış. Koolhaas bunun bir aldatmaca olduğunu söylüyor. “Asya yok oluyor.” Asyalılar kendi ülkelerinde turist oldular. Ne önemli mimarileri ne de önemli mimarları var. Ve kentlerin oluşumunda önemli olan hiçbir uzmanları yok. ‘Urbanism’ sözcüğünün içeriği kalmamış. Bu bir trajedi. Olağanüstü yapılaşma yeni bir Asya mimarisinin yaratılmasına paralel olmamış. Toplum mimarları bir kenara atmış. Politik sistemleri ortak toplumsal değerlere önem vermiyor. Varsa yoksa pazar ekonomisi. Belki kentin pazarlamasından söz edilebilir. Rem Koolhaas Çin için böyle diyor. Bu, bizi de anlatmıyor mu? İstanbul, tarih dışında, hiçbir ölçüte göre bir dünya kenti değildir. Türkiye zenginlikte, bilimde, teknolojide, öğretimde, sanatta, edebiyatta dünya kategorisinde değil. Sadece borçta dereceye giriyor. Ne var ki Çin’in sanayi üretimi 2015’e kadar Amerika’ya yetişecekmiş. Bizim nerede olduğumuzu bilen var mı? REM KOOLHAUS’UN KİTABI D Ü N Y A G Ö S T E RG E L E Rİ Tayfun Akgül Afrika’dan gelen güzel haberler Afrika’nın pek çok ülkesi son beş yıl içinde, çocuk ölümlerinde ilk kez çok büyük bir düşüş gerçekleştirdi. Afrika’daki çocuk ölüm oranlarının son yıllarda büyük bir düşme kaydetmesiyle, kıtanın “umutsuz” olarak nitelendirilen şöhreti nihayet değişecek gibi duruyor. Aşağıdaki tablo, son beş yıl içinde canlı doğan, beşyaşüzerindeki her 1.000 çocuğa düşen ölüm oranındaki değişiklikleri gösteriyor. Bunun için 2005 yılından bu yana demografik ve sağlık araştırmaları yapılan 20 ülke ele alındı. Bu 20 ülkenin 16’sında düşüş görünüyor. Ancak tablonun en etkileyici tarafı, 12 ülkede görünen düşüş oranının yüksekliği. 19902015 arasında çocuk ölüm oranlarının üçte iki oranında azaltılmasını öngören milenyum kalkınma hedefini tutturmak için, genel olarak yılda %4.4 oranında bir düşüş gerekiyor. En büyük düşüşü gerçekleştiren Senegal ve Ruanda şu anda ölüm oranı açısından Hindistan ile aynı seviyede. Hindistan 25 yılda her 1.000 çocuğa düşen ölüm ora nını 120 çocuktan bugünkü 72 seviyesine düşürmeyi başardı. Oysa Ruanda ve Senegal bu seviyeye 5 yılda eriştiler. Washington’daki bir düşünce kuruluşu olan Küresel Kalkınma Merkezi’nden Michael Clemens, bu gelişmeyi şöyle yorumluyor: “Kalkınma hamlesinde bugüne dek tanık olduğumuz en büyük ve en başarılı öykü” . CBT 1315/ 5 1 Haziran 2012
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle