Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Tıbbi araştırmalardaki etik aldırmazlıklar ve deontolojik hatalar Tutuklu geçen 3 yılın ardındaki Prof. Dr. Mehmet Haberal gerçeği 24. Dönem Zonguldak Milletvekili seçilen Prof. Dr. Mehmet Haberal, tutukluluğunun üçüncü yılını doldurdu. Ü Prof. Dr. Levent DoğancıAnkara lkemizdeki akademik çalışmalarda gözlenen etik yanlışlıklar, ne yazık ki Cumhuriyet Bilim Teknik dergisinin yakından irdeleyip eleştirdiği intihal ile sınırlı kalmamaktadır. Özellikle tıbbi araştırmalarda deontolojik yanlışlıkların akademik hırs uğruna belirgin bir hale gelmesi ülkemizi insan hakları ve etik değerler perspektifinde zor durumda bırakabilecektir. Son on yılda Anadolu yarımadasında epidemik bir boyut kazanan KırımKongo Kanamalı Ateşi (KKKA) gibi ölüm oranı yüksek hastalıkların tanı ve tedavisine yönelik çalışmalar bu yanlışlıklar açısından yakından irdelenmelidir. Yapılan etik yanlışlıkların uluslararası yansımaları bilimsel medyada haklı olarak yer almaya başlamıştır (1,2). Ölümcül hastalıklarla ilgili bu tür araştırmalarda seçilecek bilimsel yöntemlerin hasta hakları açısından ciddi bir ön sorgulamadan geçirilmesi gerek şarttır. Saygın ve etki faktörü yüksek tıbbi dergilerin hemen hemen hepsi bu gerek şartı son derece titiz olarak irdelemektedirler. Etik değerlendirmelerin tam tarafsız, empatik, objektif ve bilimselliğe uygun olarak her türlü politik, ticari ve kişisel yönlendirmelerden arınmış olarak yapılması da bir zorunluluktur. Bu zorunluluğun yerine getirilmesinde son zamanlarda kurulan veya güncelleştirilen çeşitli kurullar da, maalesef “yandaş” bir tavır takınarak, değerlendirmeleri objektif metotlarla yapamamaktadır. Hasta hakları açısından deontolojik değerlerin ihlali özellikle KKKA gibi ölümcül hastalıkların plasebo kontrollü araştırmalarında meydana gelebilmektedir. KKKA yeni tanımlanmış bir hastalık olmadığı gibi Dünya Sağlık Örgütü dahil birçok saygın merkez tarafından nasıl tedavi edilmesi gerektiği de açık olarak tarif edilmektedir (3). Ölüm oranlarının azaltılması açısından erken ve doğru tanı ile erken antiviral tedavinin etkinliği, salgının yaygın olduğu birçok ülkedeki araştırıcılar tarafından da bildirilmektedir (4,5,6). Olgu kontrollü (case controlled) retrospektif çalışmaların ve tedavi rehberlerine yansımış etkin tedavilerin ışığı altında KKKA hastalığının tedavisi için kontrol grubu oluşturularak çalışma yapmak, AÜTF Deontoloji Kürsüsü’nden Sn. Prof. Dr. Berna Arda’nın son uluslararası makalesinde de (1) belirttiği üzere etik olmadığı gibi, insan haklarına aykırı bir durum da teşkil etmektedir. Kontrol grubu olarak oluşturduğunuz ve antiviral tedaviden mahrum bıraktığınız grupta meydana gelen ölümlere nasıl bir bilimsel mesaj vereceksiniz? Bu kaybedilen insanların yakınlarına bilim uğruna öldüklerini mi söyleyeceksiniz? Bu grupta yaşaması mümkün “bir tek hasta” olsa bile, telafisi mümkün olmayan can kaybını bir bilim adamı veya doktor olarak vicdanlarınıza nasıl sığdıracaksınız? Bu vicdanı dar bilimsel (!) araştırıcılara sormak gerekir: KKKA’lı bir hastanın tedavisi sırasında elinize iğne batar ise, kontrol grubunda mı olmak istersiniz; yoksa DSÖ’nün önerdiği ve olgu kontrollü çalışmaların % 100 başarılı bulduğu antiviral tedaviyi mi tercih edersiniz? Lütfen biraz empati! Çünkü giden can geri gelmemektedir. İdare ise yandaş zihniyetin yaptığı her türlü hatayı vurdumduymazlık ile görmezden gelmektedir. Megalomaninin bilimsellikte yeri olmadığı gibi, bilimsel hırs insani değerlerimizin önünde değil kesinlikle yanında olmalıdır. Kaynaklar : 1.Arda B, Aciduman A, Johnston JC. A randomised controlled trial of ribavirin in CCHF: ethical consideration. J Med Ethics. 2011 Oct 12. 2. Doganci L. Ethical concern. J Infect. 2009 Oct;59(4):28990; 3. The Sanford Guide to Antimicrobial Therapy. 2011. 4. Nazeri HR et al. Nosocomial outbreak of CrimeanCongo haemorrhagic fever. Epidemiol. Infect. Jun;139(6):8626. 5. Maltezou H C , L Andonova, R Andraghetti, M Bouloy, O Ergonul, F Jongejan, N Kalvatchev, S Nichol, M Niedrig, A Platonov1, G Thomson, K Leitmeyer, H Zeller. Perspectives CrimeanCongo hemorrhagic fever in Europe: current situation calls for preparedness . Eurosurveillance, Volume 15, Issue 10, 11 March 2010 6. Tasdelen Fisgin N, Ergonul O, Doganci L, Tulek N. The role of ribavirin in the therapy of CCHF: early use is promising. Eur J Clin Microbiol Infect Dis. 2009 Aug;28(8):92933. P CBT 1314/ 19 25 Mayıs 2012 rof. Dr. Mehmet Haberal tarafından gerçekleştirilen ilk kurumsal yapılanma, 1980 yılında kurulan Türkiye Organ Nakli Yanık ve Tedavi Vakfı’dır. Bunu, 1982’de ilk Diyaliz Merkezi ve 1985 yılında Başkent Hastanesi’nin, Ankara’da hizmete açılışı izledi. Hemen ardından da, 1986 yılında Prof. Dr. Mehmet Haberal Eğitim Vakfı kuruldu. 1994 yılında ilk öğrencilerini alan Başkent Üniversitesi, şimdi, bir zamanlar bozkır olan Ankara’daki Bağlıca Yerleşke’sinde, 9500’ün üzerinde öğrencisi, 1400’ün üzerinde öğretim elemanı, 8000 çalışanı ve 18000’e ulaşan mezun sayısı ile, Türkiye’nin en saygın üniversitelerinden biri. 18 yıl gibi, bir üniversite için kısa sayılacak bir sürede gelinen noktayı özetleyecek olursak, Başkent Üniversitesi bünyesinde halen: 11 Fakülte, 1 Devlet Konservatuvarı, 5 Meslek Yüksekokulu, 5 Enstitü, İngilizce Hazırlık Okulu, Orkestra Akademik Başkent, Atatürk İlkeleri Uygulama ve Araştırma Merkezi, Kültür ve Sanat Araştırmaları Merkezi, Afet Uygulama ve Araştırma Merkezi, Deney Hayvanları Üretim ve Araştırma Merkezi, Mithat Çoruh Kalite Yönetimi Araştırma Merkezi gibi toplam 13 Uygulama ve Araştırma Merkezi; 62 Lisans programı, 26 ön lisans programı, 29 yüksek lisans programı, 10 doktora programı; Başkent Üniversitesi’ne bağlı ilk ve ortaöğretim kurumları olan Ankara’da Başkent Üniversitesi Kolej Ayşe Abla Okulları ve Adana’da Adana Özel Başkent Okulları bulunmakta. Başkent Üniversitesi, Ankara Hastanesi ve Bağlıca Kampusu başta olmak üzere 15 merkezde sağlık hizmeti veriyor. Üniversiteye bağlı yan kuruluşlar olarak, Türkiye’nin haber ve bilgi kanalı KanalB Televizyonu, Radyo Başkent, Bütün Dünya dergisi, Ankara Kızılcahamam ve Gölbaşı Patalya otelleri, ilk planda sayılabilir. Kızılcahamam’da kurulan çiftlikte, Kazan’daki süt ve süt ürünleri fabrikasının ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik üretim faaliyetleri sürmekte. Yine Kazan’da kurulan Transplantasyon ve Gen Bilimleri Enstitüsü’ndeki Biyoteknoloji, Bitki Genetiği ve Transplantasyon Teknolojisi Araştırma Laboratuvarları’nda, sağlık, endüstri ve tarım alanlarında değerlendirilmesi mümkün olan, moleküler ve biyokimyasal düzeyde araştırma ve uygulama çalışmaları yapılmaktadır. Başkent Üniversitesi, “kadın ve özürlü farkındalığı” konularında, Ankara’da en yüksek istihdamı sağlayarak, birincilikle ödüllendirildi. Üniversitemizin “ilk”leri kadar, Haberal’ın “ilk”leri son derecede çarpıcıdır. Bunların da bazıları: 3 Kasım 1975 tarihinde Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Bölümü’nde, Türkiye’de ilk kez, annesinden 12 yaşındaki bir çocuğa, akrabalar arası böbrek naklini gerçekleştirdi. 10 Ekim 1978’de Avrupa Transplantasyon Birliği’nden (Eurotransplant) sağlanan ölü böbreği ile Türkiye’de ilk defa kadavradan böbrek transplantasyonununu gerçekleştirdi. 2238 sayılı “Organ ve Doku Alınması, Saklanması, Aşılanması ve Nakli” yasasının hazırlanıp, 3 Haziran 1979’da yürürlüğe girmesini sağladı. 1983’te, O zamana kadar tüm dünyada en fazla 36 saat saklanabilen kadavra böbreklerin saklanma sü resinin 111 saate kadar uzatılmasını sağlayan çalışmasını yaptı. 8 Aralık 1988’de, Kuzey Afrika, Ortadoğu ve Türkiye’de ilk kez, kadavradan karaciğer naklini gerçekleştirdi. 15 Mart 1990’da, Kuzey Afrika, Ortadoğu, Avrupa ve Türkiye’de ilk kez, çocuklarda canlıdan segmental karaciğer naklini gerçekleştirdi. 24 Nisan 1990’da, dünyada ilk kez, yetişkinlerde canlıdan segmental karaciğer naklini gerçekleştirdi. 16 Mayıs 1992’de dünyada ilk kez yapılan bir uygulamayla, aynı vericiden, aynı anda hem kısmi karaciğer naklini, hem de böbrek naklini gerçekleştirdi. 2000’de, Dünya Organ Nakli Derneği tarafından “Milenyum Madalyası” ile ödüllendirilen ilk Türk ve Müslüman bilim adamı oldu. 2010’da, Amerikan Cerrahlar Koleji’nin 97 yıllık tarihinde, “Şeref Üyeliği” payesi ile ödüllendirilen ilk Türk cerrahı oldu. 785’i uluslararası olmak üzere, toplam 1428 yayın ile, Türkiye’de uluslararası literatürde ilk kez bu kadar çok bilimsel yayını bulunan öğretim üyesi oldu. Ülkemizde demokrasiye ara verilen dönemlerin bugün yargılanmaya başlanan icraatlarına dayanak oluşturan ve evrensel hukuk normlarına hiç de uygun olmayan yasaların günümüzdeki uzantıları, böylesine uzayıp giden ve bir tür infaza dönüşen tutuklu yargılamalar için de dayanak oluşturmaktadır. Yasalar değişir, yenileri yazılır. Dün ağır suç sayılan eylemlere, bir de bakarsınız, gün gelir alkış tutulur; ya da dün alkış tutulmuş eylemler, gün gelir yargılanma konusu olur. İşte bu yüzden de, asıl olan, değişmez olan, evrensel hukuktur, kutupyıldızı gibi, adaletin bulunduğu yerde ışıldar durur. Hukukun olmazsa olmaz niteliği, hiç kuşku yok ki, vicdanlarda adalet çağrışımları uyandırması ve akla uygunluğudur. Evet, herkes yargılanabilir ve herkes adalet önünde eşittir. Ancak, bir ülkede, üniversite kurmuş, hastaneler açmış, dünyanın en çok bilimsel yayın yapan duayen tıp adamları arasında en ön sıralarda yer almış ve yaşamını insan sağlığına, eğitime vakfetmiş bir bilim adamı; üstelik milletvekili adayı olması ve seçilmesinde, Yüksek Seçim Kurulu gibi, aynı adalet mekanizmasının bir başka yüce organınca hiçbir sakınca görülmemişken, “silahlı terör örgütü kurmakla” suçlanabiliyorsa, o noktada herkesin biraz durması ve düşünmesi gerekir. Başta sayın Cumhurbaşkanımız ve Meclis Başkanımız olmak üzere, Başbakanımız ve bakanlarımızın çoğu, uzayıp giden tutuklu yargılamalardan rahatsızlık duymakta ve bu rahatsızlıklarını da sık sık kamuoyuyla paylaşmaktadır. Yürütme ve yasama erkini mutlak bir çoğunlukla elinde bulunduranlara düşen görev, yakınmak değil, adalete duyulan güveni ciddi ölçüde zedeleyen bu duruma hızla çözüm üretmektir. Biz, Başkent Üniversitesi Ailesi olarak, Atamızın ilk ateşlediği günden bu yana hep ellerimizde övünçle taşıdığımız alev alev yanan meşalelerimizle, çevremize bilimin ışığını saçmak ve onun emanetine sahip çıkabilecek sağlıklı ve aydın nesiller yetiştirmek için çalıştık. Bizleri bu misyon çerçevesinde bir araya getiren, tüm söylemlerinde Atatürk ilke ve devrimlerinin korunup savunulmasının hepimiz için en öncelikli görev olduğunu vurgulayan Kurucu Rektörümüz ile aynı vizyonu ve hizmet anlayışını paylaşarak, hiç yılmadan yol almaya, ülkemizi daha aydınlık günlere taşıyacak katkılar sağlamaya kararlıyız. Başkent Üniversitesi Rektörlüğü