Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Sayın Prof. Dr. Ömer Demircan’a Yanıt Yıldız Cıbıroğlu “Ortaçağ Karanlığı” tartışmalarına farklı bir yaklaşım Betül Çotuksöken, betulc@maltepe.edu.tr S CBT 1314/ 18 25 Mayıs 2012 ayın Prof. Dr. Ömer Demircan, 11.5.2012 tarihli CBT’de çıkan yazısında benim adıma yanlış bir çıkarımda bulunmuş: 4.5.2012 tarihli CBT’de basılan yazımdan yalnızca bir cümleyi, o da eksik alıntılayarak, bu çıkarıma gerekçe yapmış: Oysa o cümlemin tamamında ise 1996’da M sesiyle ilişkili ilk araştırmama merak, kuşku ile başladığımı ifade ediyorum; sonuç çıkarma, yargı olmadığı açık! “Türkçede M ile başlayan sözcükler yok” yargısına sahip olmadığımın kanıtı son kitabım: Anadolu’da Kadının Kültürel Şifreleri. (Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2011) Orada M sesiyle kadın arasındaki ilişkiyi TDK DS’de (Türk Dil Kurumu, Derleme Sözlüğü) M ile başlayan sözcükler üzerine yaptığım araştırmayla ortaya koyuyorum. İlk sayfada “Bu araştırma, DS’nin M bölümündeki (yazıya geçirilmemiş) konuşma diline ait olan toplam 3352 adet sözcükle sınırlıdır” dedikten sonra “Bu sözcükler Türklerin geldiği Asya topraklarından getirdiği ve burada karşılaştığı halkların dilinden alıp Türkçe söyleyişe uydurduğu sözcüklerdir” şeklinde açıklamışım. DS’nin M bölümündeki sözcükleri Altayca ve Uygurca sözlüklerde de buldum, ortak sözcüklerin sayısı az değil, fakat sözlüklerde B ile başlayan sözcükler onlardan kat kat fazla. Roman Jakobson 1941’de M sesini kadınla, B sesini erkekle ilişkilendirmiş. Kitabımda M sesinin onomatopik (yansılamalı) olduğunu gösteren örnekler var: Benim savıma göre M sesi koyun, keçi, inek gibi hayvanların sesine öykünüyor. DS’deki M ile başlayan sözcükler bölümünün başlıca sınıflandırmaları şunlar oldu: Sığır, davar, kedi cins isimleri; bu hayvanlara ait nesne, kavram ve durumların adları; çocuk dilinde bu hayvanların adları, çocuklara ilişkin nesne, durum ve kavramların adları; erkek (daha çok) kadıncinsiyete ilişkin nesne, durum, kavramların adları; annelerin cinsel eğitim için yarattığı çocuk oyunlarının, oyunlardaki nesnelerin, durumların, kavramların adları M sesiyle başlatılmış. En büyük kategori ise 750 sözcükten oluşan aşağılayıcı sözcükler: İnsan, hayvan, bitki, nesne, durum hakkında aşağılayıcı, değersizleştirici olumsuz sıfatlar daima M ile başlayan sözcüklerle oluşmuş. Bu kitabımla, ‘kadına olumsuz bakışın’ kemikleşmiş bir zihniyet olduğunu, dilin içinde gizlendiğini göstermek, farkındalık yaratmak istedim. Çünkü M sesi milletler ortaya çıkmadan önceki, evrensel kadın kodu, bir arketip! Türkçe konuşan kadınların da hiç kuşku yok başat koduydu. Fakat sözcükler/dil sabit kalmaz, çeşitli etkilerle değişime uğrarlar. Türkçede çok güçlü bir ‘M Anne’ dili olmasaydı, bu denli sert bir tepkiyle karşılaşılmaz veya B diline dönüşmezlerdi. Türk mitolojisinde M ile başlayan birçok mitsel adsözcük var. Önceleri M iken sonradan B ile başlatılmış çok sayıda kelime var. Araştırmacılar (biri de Lee Allane) kilimin Orta Asya’dan çıktığını belirtiyorlar (kilim Avrupa’da yoktu). Türkçe konuşan halkların kadınları, bu hayvanların yününden yaptıkları ‘kilim’i/dokumayı ve sütlerinden besinleri ilk ortaya koyanlar veya ilk ortaya koyanlar arasında olduklarına göre; onların sözcüklerinin M ile başlamamış olması mümkün olabilir mi? Üreme ve üretim odaklı, ‘Anne’ kimlikli M dili ‘kadının varoluşunun’ sesiydi: Men, mana, menem kadının üremesinden ve üretiminden doğan sahipliğinin mirasıdır. Erkekler de eskiçağlarda haklı olarak buna B ile varoluşsal bir yanıt verdiler; ben, bana, benim, dediler. Bir tür adı konulmamış dil mühendisliği! Bu olgu birçok dilde bulunur. (Anadolu’da Kadının Kültürel Şifreleri adlı kitabımda bu rekabeti, M ve B rekabeti başlığı altında anlatacaktım. Fakat daha sonra onu başlı başına bir kitap yapmaya karar verdim.) Ömer Demircan’ın Türkçe’den verdiği ikileme örneklerinin (ip mip, top mop, kitap mitap, gemi memi vb.) asıl sebepleri yaşamın içindedir: Türkçenin arkaik döneminde ‘Anne’yle ilişkilendirilmiş güçlü M sesi sonradan baskı altına alındı ve M’li sözcükler volkanik dağın patlaması gibi, bir başka yoldan (ikileme sözcükler görünümünde) dışarı fışkırdılar. O rtaçağ Yazıları’nın yeniden basımına yazdığım “önsöz”de de belirttiğim gibi, “ortaçağ” çoğun, yaşanan olumsuzlukları “daha iyi”, “daha çarpıcı” bir biçimde anlamak, betimlemek, anlatmak için kullanılan bir terim durumunda ülkemizde. Oysa adına “ortaçağ” denilen tarihsel kesitteki her türlü insan ilişkisi ya da insantoplum, insankurum ilişkisi tekdüze bir nitelemeler toplamının altında bir araya getirilebilir mi? Tarihsel, toplumsal, kültürel dönemler salt olumlu ya da salt olumsuz yargılamaların konusu olabilir mi? Ortaçağa elbette çok farklı yönlerden bakılabilir. Her çağ bilime, sanata, felsefeye ilişkin tutumları bakımından değerlendirilebilir. Bu değerlendirmelerde felsefenin son derece kuşatıcı bir konumda olduğunu ileri sürebiliriz. Çünkü felsefe tekiltümel ilişkilerini mercek altına alır. Örneğin, “felsefe” başarıları açısından ortaçağa bakmak, tarihin bu kesitindeki tekiltümel karşılaşmasına, tekiltümel gerilimine yönelmek demektir. Bu aynı zamanda, bilginin oluşumuna da ayna tutmak demektir. Ancak çoğun, bilim insanlarının bu noktanın farkında olmadıklarına tanık oluyoruz. Daha ayrıntılı olarak, felsefe tekiltümel geriliminde insandünyabilgi arasındaki ilişkilere yönelmekse, bu konularda daha kapsamlı bakış açılarına gereksinim vardır. “Ortaçağdaki felsefi düşünmenin tekiltümel gerilimi bağlamındaki yürüyüş yolu, önerilen çözüm denemeleri kaba ya da sıradan gerçekçilik olarak adlandırılabilecek bir düşünme biçiminden; daha incelikli, daha insansal bir düşünme biçimine doğru gidişin hangi durak noktalarından geçtiğini gösteriyor. Aralarında her zaman için ilişkisel bir bağlılık olmakla birlikte, varlıksal olanla bilgisel olanın henüz tam olarak sorunlaştırılmadığı, varlıksal ve bilgisel olanın ayrıştırıl(a)madığı bu dönemde bir bakıma, zamanın büyük anlatıları birçok şeyin üstünü örtmüş, yetkeyi öne çıkaran, mutlak olanı kutsayan, genellikle düzeni, özellikle de sıradüzensel (hiyerarşik) olanı içselleştiren bir dünya tablosu kendini göstermiştir. “Ancak böyle bir dünya tablosunda çekinik de olsa, farklı olan da kendine yer bulmuştur. Dış dünyayı, bedeni ve onunla bağlantılı olarak duyusal olanı, duyulara karşılık geleni varlıkça önceleyenler; ama aynı zamanda bilme bağlamında kavram yaratmanın gerekli ve yeterli koşulları üzerinde düşünenler daha uzun erimli görüşlerin temsilcisi olmuşlar, bilimsel bilginin de yolunu açmışlardır.” (Betül Çotuksöken, Ortaçağ Yazıları, gözden geçirilmiş ve genişletilmiş yeni basım, İstanbul: Notos Kitap Yayınevi, 2011, s. 11.) Ortaçağda çekinik de olsa, nominalist (adcı) ontolojinin öne çıktığı, bireyin öneminin anlaşılmaya başlandığını görüyoruz. Ortaçağın insan başarılarında yol aldırıcı yanlarını da görmek, hazır ortaçağ imgeleriyle yetinmemek gerekiyor. Bize kalanlardan anlıyoruz ki “(…) Toplumsaltarihselkültürel bir varlık olarak insan, bu bağlamdaki temsilci olarak “ortaçağlı filozof”, dünyaya ve bilgiye tüm belleğiyle yöneliyor. Kimi temsilciler dış dünyayı, doğayı ve onun öznel uzantısı olan bedenini inanç içerikleriyle perdeleyerek anlamaya çalışıyor; kimi temsilciler de yüzü geleceğe dönük olarak bireysel varoluşunu her türlü düşünsel yaklaşımın sıçrama tahtası yapıyor.” (Agy., ss. 1011.) Hazır kalıplarla yetinmeyen Nermi Uygur bakın bu bağlamda neler söylüyor: “Genellikle ortaçağ tartışmalı bir kültür dönemidir. Bunun en inandırıcı belgesi, ortaçağla ilgili değerlendirmelerin dolandığı karşıtlıklar, en çok da önyargılardır. Ne yazık ki yurdumuzda, pek çok önemli çağdaş konu için geçerli olan şey, ortaçağ konusunda da geçerlidir: Yetesiye bilimsel yaklaşımlardan yoksunuz. Yüzyıllar boyunca nice insan topluluklarının soluk alıp verdiği bir kültür iklimi oluşturan ortaçağ, bir araştırma konusu olarak, ya bağnaz nitelikli birtakım amaçlara gerekçe olarak kullanılmak istenir; ya da, yalnızca uzmanlara düşen bir iş diye umursanmaz. Oysa katkılı değerler kadar olumsuz etkiler yönünden ortaçağı anlayıp anlatmak, ortaçağla hesaplaşmak kaçınılmaz bir görevdir. Nerelerden gelip nereye gittiğini bilmek isteyen insana, çağdaş düşünme, modern örgütlenme, geleceğe dönük atılım yönünden gereklidir bu.”(Nermi Uygur, “Önsöz”; Betül Çotuksöken, Petrus Abelardus’un Ahlak Anlayışı (Doktora Tezi), İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, 1988, s. 5.) Balkan Matematik Olimpiyatlarının Şampiyonu Türkiye TÜBİTAK Bilim İnsanı Destekleme Daire Başkanlığı’nın (BİDEB) organizasyonuyla gerçekleştirilen 29. Balkan Matematik Olimpiyatı’na 11 Balkan ülkesi ile farklı coğrafyalardan 10 misafir ülkeden 123 öğrenci katıldı. Ülkeler altı öğrenci, bir lider ve bir lider yardımcısından oluşan ekiplerle temsil edildi. Beş gün boyunca devam eden olimpiyatta öğrenciler Sonlu Matematik, Geometri, Sayılar Teorisi, Analiz ve Cebir alanlarında yarıştı. Olimpiyata ev sahipliği yapması nedeniyle ülkemizi 2 ekip temsil etti. Ekipler, 19.Ulusal Bilim Olimpiyatı ile Matematik Branşı Takım Seçme sınavında başarı gösteren öğrenciler arasından seçildi. Türkiye A Ekibi; Mehmet Efe Akengin, Ufuk Kanat, Berfin Şimşek, Yunus Emre Demirci, Mehmet Sönmez, Mehmet Akif Yıldız’dan; B ekibi ise Eray Aydın, Fatih Kaleoğlu, Burak Varıcı, Eren Durlanık, Muhammed İkbal Ulvi ve Orhan Tahir Yavaşcan’dan oluştu. Olimpiyatların akademik yöneticiliğini ve jüri başkanlığını ülkemizden Doç. Dr. Azer Kerimov, Problem Komitesi Başkanlığını Dr. Okan Tekman, Sınav Komitesi Başkanlığını ise Doç. Dr. Şahin Emrah yaptı. Ülkemiz adına yarışan iki takımdaki öğrencilerden Ufuk Kanat, Berfin Şimşek, Yunus Emre Demirci, Mehmet Sönmez ve Muhammed İkbal Ulvi altın madalya kazandı. Mehmet Efe Akengin, Mehmet Akif Yıldız, Fatih Kaleoğlu, Burak Varıcı, Eren Durlanık ve Orhan Tahir Yavaşcan gümüş, Eray Aydın ise bronz madalyanın sahibi oldu. Türkiye A Takımı ülke sıralamasında birinci, B takımı ise dördüncü oldu. Ülkemizin ilk kez 2002 yılında yine Antalya’da ev sahipliğini yaptığı Balkan Matematik Olimpiyatları, ilk kez 1984 yılında Yunanistan’da düzenlendi. Olimpiyatlar, 11 üye Balkan ülkesinin yanı sıra dünyanın çeşitli coğrafyalarından misafir ülkelerin katılımıyla, 29 yıldır devam ediyor. Katılımcı ülkeler takımlarını, kendi seçim kriterlerine göre ulusal matematik olimpiyatları sonucunda belirliyor. Birçok ülkede, Balkan Matematik Olimpiyatı’na katılan ekip Uluslararası Matematik Olimpiyatı’na (IMO) da katılıyor. 29. Balkan Matematik Olimpiyatı hakkında daha detaylı bilgi için: http://bmo2012.tubitak.gov.tr/ Balkan Matematik Olimpiyatları