Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
HUKUK POLİTİKASI Türk Göğüs Hastalıkları Tarihi Türk Toraks Derneği Yayını Nuran Yıldırım, Mahmut Gürgan Editör: Muzaffer Metintaş, İstanbul 2012, 398 sayfa. Modern göğüs hastalıkları bilimi, fizik ve kimya gibi bilim dallarındaki yeni buluşların tıp alanına yansımalarıyla gelişmiştir. 19. yüzyılda gerçekleşen iki önemli buluş, 1819 yılında Laennec’in steteskopu ve 1848 yılında da Hutchinson’un spirometreyi bulması, solunum sisteminin ve hastalıklarının anlaşılmasında yeni ufuklar açmıştır. Pasteur’ün keşifleri, mikrobiyolojinin akciğer hastalıkları alanında da gelişmesini sağlamıştır. 1844’te Koch’un tüberküloz basilini izole etmesi sonucunda, bir mikrobiyoloji laboratuvarıyla birlikte çalışmak, her akciğer kliniği için vazgeçilmez bir ihtiyaç haline gelmiştir. 19. yüzyılın sonlarında, Wilhelm Conrad Röntgen’in x ışınlarını keşfederek 1895’te bilim dünyasına açıklamasıyla başlayan ve hızla gelişen radyolojik incelemeler, akciğer hastalıklarının tanısında çok önemli bir sıçramaya yol açmıştır. 19. yüzyılda sanayileşmede ve kentsel nüfusta patlama tarzındaki artış, pek çok salgın hastalıkla birlikte verem hastalığını da başlıca ölüm nedenleri arasına yerleştirmiştir. Verem tehlikesindeki artış, bazı hekimlerin özellikle verem hastalığıyla uğraşmasına ve verem hastalığı konusunda uzmanlaşmasına yol açmıştır. Bu kitapta, göğüs hastalıklarının ve hekimliğinin ülkemizdeki tarihi incelenmektedir. Kitabın yazarları olan Nuran Yıldırım ve Mahmut Gürgan; Türk göğüs hastalıkları tarihini, 1 Osmanlı Devleti’nde göğüs hastalıkları ve verem, 2 Cumhuriyet döneminde örgütlü mücadele, 3Verem mücadele cemiyetleri/verem savaş dernekleri, 4 Verem savaş dispanserleri, 5 Yataklı tedavi kurumları, 6 Göğüs hastalıkları eğitimi ve uzmanlığı, 7 Tüberküloz ve göğüs hastalıkları dernekleri, 8 Tüberküloz ve göğüs has talıklarıyla ilgili süreli yayınlar, 9 Verem mücadelesinin öncüleri başlıkları altında kapsamlı olarak incelemektedirler. Kitabın editörü Muzaffer Metintaş ise son bölümde, günümüz Türkiyesi’nde göğüs hastalıklarına hizmet eden kuruluşların ve kişilerin tam listesini vermektedir. Hayrettin Ökçesiz okcesizhayrettin@gmail.com http://okcesizhayrettin.blogspot.com Türkiye’nin İlk Kadın Doktoru: Safiye Ali Tarih Vakfı Yurt Yayınları Nuran Yıldırım Birinci baskı Mart 2012, 136 sayfa. Amerikan Kız Koleji’ni bitiren Safiye Ali (18941952), Osmanlı ülkesinde kadınların henüz tıp fakültesine kayıt yaptırma haklarının olmaması nedeniyle Almanya’ya gitmiş, orada Würzburg Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitirdikten sonra ülkesine dönmüştür. İstanbul’da muayenehane açan Safiye Ali, bununla yetinmeyip sosyal kurumlarda gönüllü olarak çalışmış, yoksul annelere modern çocuk bakımını ve beslenmesini, yani çocuklarını nasıl büyütmeleri ve sağlıklarını nasıl korumaları gerektiğini öğretmiştir. Sistemli kontrollerle bebeklerin ve küçük çocukların gelişimlerini izlemiş, gerekli sağlık müdahalelerini yaparak ihtiyacı olanlara süt, mama ve giyecek temin etmiştir. Bir yandan da İstanbul’da yeşermekte olan feminist harekete katılarak Türk kadınlarının seçilme hakkını kazanmaları için mücadele etmiştir. Resimli Ay dergisi, Ocak 1928 tarihli 47. sayısında Safiye Ali Hanım için şunları yazmıştı: “Şüphesiz daha o devirde kızlarını doktor yapmak değil, fazla okutmayı bile bir lüks telakki eden insanlar arasında Safiye Hanım’ın gösterdiği şevk ve gayret bir hayal telakki edilebilecek kadar aykırı bir fikirdi. Bilhassa genç bir Türk kızının yabancı bir memlekete yalnız olarak gitmesi o devrin zihniyetine göre hiç de kabili hazm bir şey değildi. Bu zihniyete rağmen Safiye Hanım Almanya’daki tahsilini, adi ve basit bir mesele telakki etmiş ve maruz kaldığı müşkülata rağmen sahai hakikate isalden de geri kalmamıştır.” Değerli Rektör adayları, Atatürkçüyseniz, solcuysanız, demokratsanız, özgürlükçüyseniz, üniversite değerlerine bağlıysanız, bunlardan en az biriyseniz YÖK’e “mülakat”a gitmeyeceğinizi ülke kamuoyuna duyurunuz. Çünkü gerçek bir Atatürkçü, gerçek bir solcu, gerçek bir demokrat, özgürlüğün ne olduğunu gerçekten bilen, üniversite değerlerine gönülden bağlı bir rektör adayı ülkesine, üniversitesine, bilime, kendisine yıllardan beri sinsice ve inatla dayatılan gerici, sömürgeci, devlet ve toplum dönüştürme projesine en azından bu tutumuyla karşı durmayı seçer. Değerli öğretim üyeleri, Atatürkçüyseniz, solcuysanız, demokratsanız, özgürlükçüyseniz, üniversite değerlerine bağlıysanız, bunlardan en az biriyseniz, oyunuzu YÖK’e “mülakat”a gitmeyeceğini söyleyen adaylara vereceğinizi ülke kamuoyuna duyurunuz. Çünkü gerçek bir Atatürkçü, gerçek bir solcu, gerçek bir demokrat, özgürlüğün ne olduğunu gerçekten bilen, üniversite değerlerine gönülden bağlı bir öğretim üyesi ülkesine, üniversitesine, bilime, kendisine yıllardan beri sinsice ve inatla dayatılan gerici, sömürgeci, devlet ve toplum dönüştürme projesine en azından bu çağrısıyla karşı durmayı seçer. Bu karşı durmanın bu süreçte en etkili eylem tarzı bugün, YÖK’e “mülakat”a gidilmeyeceğini ülke kamuoyuna yüksek bir sesle duyurmaktır. Tüm üniversite platformları, dernekleri, forumları, inisiyatifleri, konseyleri, her bir üniversiteli, nerede duruyorlarsa, oradan bu eyleme katılmalı, bu sese seslerini katmalıdırlar. Salt rektör seçmeye, seçilmeye çalışmakla ülkenin kıt zamanını heder etmeyiniz. “Mülakat”a gitmemeyi önceki yazımda Gandhi’nin “Tuz Yürüyüşü”ne, Atatürk’ün Anadolu İhtilali’ni başlatırken üniformasını çıkarmasına benzetmiştim. Bu sembolik eyleminizle siz bu büyük insanların yanı başında olmak onuruna kavuşacaksınız. Şimdi bütün sorun, bu onuru isteyip, istemeyeceğinizdir. Buradan birkaç sözüm de, önceki yazımda neden sessiz kaldıklarını sorduğum üniversiteli köşe yazarlarınadır. Sekiz aydan beri yoğunlukla dillendirdiğim “Direnen Üniversite”ye katılıyorsanız, üniversitelerinize, adaylarına yol gösteriniz; susmayınız, bir şeyler yapınız çok geç olmadan! Katılmıyorsanız, açık sözlü olunuz, onu da yazınız, çok geç olmadan. Bile(ye)yim yalnızlığımı… YÖK geçenlerde, Akdeniz, Ankara, Atatürk, Boğaziçi, Cumhuriyet, Çukurova, Dicle, Dokuz Eylül, Ege, Erciyes, Fırat, Gazi, Gaziantep, İnönü, İstanbul Teknik, Karadeniz Teknik, Ondokuz Mayıs, Orta Doğu Teknik, Trakya ve Yıldız Teknik Üniversitelerinin 14 16 Haziran 2012 tarihlerinde rektörlük seçimi yapacağını duyurdu. 2012 seçim üniversitelerinin kalan kısmı Eylül’de, İstanbul Üniversitesi Aralık’ta sandığa gidecek. Bu ağırlıklı üniversitelerin tüm öğretim üyelerinden ve rektör adaylarından böyle bir direnişi beklemeye her yurttaşın hakkının bulunduğunu düşünüyorum. Aldıklarınızı bu halka birazcık olsun geri vermek istiyorsanız, her uygar yolla, yöntemle direniniz. Daha önceki yazılarımdan birinde söylediğim gibi, Hitler’in de çok başarılı bilimcileri, yüksek okulları, en iyisinden, en ünlüsünden filozof rektörleri vardı, ama üniversiteleri yoktu. Olamazdı. İşini çok iyi yapıyor olmak, işinde çok iyi olmak bile, hiç kimseyi bu sorumluluktan kurtaramaz. Tam da en iyiler, bu yolda en önde yürümelidir. At gözlüklerimizi çıkaralım. Gerçeğe, yalnız gerçeklikle; gerçekliğe yalnız gerçekle bakılabileceğini hatırımızdan çıkarmayalım. Bunların yöntemsel kesinlikle kavranıp bilinebilmesinin en uygun yerinin yalnızca üniversite olduğunu; bu yüzden tüm yapıp etmelerimizin kamusal/siyasal yaşamı yönlendirip, biçimlendirdiğini; yine bu yüzden baskı ve boyunduruk altında tutulduğumuzu bir bilelim. İşte bu baskı ve boyunduruktan kurtulmak için direnelim. Adaylarımızı YÖK boyunduruğuna (en) uygunluk sınavına göndermeyelim. Boyunduruğa gönüllü ve uygun olanlarımızı seçmeyelim. Direnen üniversiteye aday olalım, direnen üniversite adayımıza çoğunluk oyumuzu vererek ilk hamlemizi yapalım. Bundan gerisi lafügüzaftır. Kaçmak için bahanedir. Kimseyi aldatmayalım. Ve çoğu az, azı çok göstermeden bir görelim, az mıyız, çok muyuz? Az isek işimizin çok ve çetin olacağını bilelim. 2012 Haziran’ı, siz isterseniz, “üniversiteye ve ülkeye özgürlük yürüyüşü”nün başladığı ay olabilir. Tehlikeye atacak hiçbir şeyiniz yok. Böyle görüp, eylemedikçe ama, ülkenizin ve üniversitenizin daha büyük tehlikelere sürüklenmesine izin verdiğinizi unutmayınız. Nihayet, oy gizli değil mi? Sandık şaşırtmalı! Gelecek yazımda, yazarsanız, pro contra, sizlerin sesine yer vereceğim. Ardından seçim sonuçlarını bekleyeceğiz. Bir Kassandra Çağrısı2 EMO’DAN AKADEMİK KAMP Elektrik Mühendisleri Odası (EMO) akademisyen üyelerine yönelik ilk kez kamp düzenledi. Akademik Kamp, 1720 Mayıs 2012 tarihlerinde Nesin Vakfı’nın İzmir Şirince’de bulunan Matematik Köyü’nde yapıldı. EMO Üyesi 51 yüksek lisans ve doktora seviyesinde araştırmacının buluştuğu kampın ana gündemi olarak, sanatın teknolojiyle buluşma noktası olması nedeniyle giderek artan bir ilgi gören “Sinyal ve Görüntü İşleme” konusu belirlendi. Ana gündemin yanında ilk gün programı kapsamında bilim etiğinden, teknoloji tarihine, mühendislik eğitiminden mesleki örgütlenmeye varıncaya kadar uzanan sunumlarla Akademik Kamp’a geniş bir perspektif kazandırıldı. EMOÜniversite işbirliğini güçlendirmeyi ve genç araştırmacıları, uzman akademisyenlerle buluşturmayı amaçlayan etkinliğin yılda iki kere, ülkenin değişik yerlerinde gerçekleştirilmesi hedefleniyor. Bahar ve kış kampları olarak düzenlenecek etkinliklerin ilkinde “Sinyal ve Görüntü İşlemede Son Gelişmeler” tartışıldı. Etkinlik kapsamında genç akademisyenler ile uzman akademisyenlerin eğitim, kongre ve benzeri etkinliklerden farklı olarak, daha doğrudan ve birebir iletişim kurabilmelerine olanak sağlanması hedefleniyor. Cumhuriyet Gazetesi çizerlerinden Semih Poroy da kampta katılımcılarla beraberdi. Sayılarla Akademik Kamp: 27 Yüksek Lisans, 24 Doktora Öğrencisi, Toplam 51 katılımcı, 35 ayrı üniversiteden katılım, 13 Öğretim Üyesi ders verdi. Kamp esnasında 13 ayrı konuda toplamda 32 saat ders yapıldı. Dersler 09:00 da başlayıp, 22:00 de sona erdi. Tel: 0312 425 3272 akademikkamp@emo.org.tr www.akademikkamp.org CBT 1314/15 25 Mayıs 2012