24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

OOOF OFF LINE Tanol Türkoğlu (tanolturkoglu@gmail.com) Yarının dijital kitabı nasıl olacak? Belki de dijital kitap, bugünün kitabı gibi matbaadan çıktığı andan itibaren sürüden ayrılmış bir yetim olmayacak. Yanında kendisiyle ilgili tüm dünyayı da taşıyacak. Türkiye’de petrol üretiminin başlaması Dünyada petrol üretimi ilk kez 1859 yılında ABD’de gerçekleştirildi. Bizim ülkemizde ise petrol bu tarihten 40 yıl sonra üretilebildi. Osman Bahadır bahadirosman@fhotmail.com CBT 1314/ 12 25 Mayıs 2012 Geçtiğimiz günlerde ABD’deki üniversitelerle ilgili yayınlanmış olan bir infografikteki bilgilere göre ABD’deki üniversitelerin %90’ı derslerde sosyal medyadan istifade etmekte. Öğrencilerin %32’si en az bir tane internet üzerinden verilen derslerden alıyor. Internet üzerinden eğitim modelinin yüzyüze eğitimin gerisinde olduğunu düşünen eğitim uzmanlarının oranı ise ancak üçte bir. Genelde internet, özelde sosyal medya eğitim sistemini de kökten sarsıyor. Bu sarsıntı, diğer alanlarda olduğu gibi, eğitimde de altyapısal konularla başlıyor. Yukarıdaki istatistiklerde de görüldüğü üzere şimdilik ölçümlenen şey bazı bildik süreçlerin bildik yöntemlerle değil de internet üzerinden yapılmaya başlanmasıyla ilgili. Derslerin %90’ında sosyal medya kullanılıyor olması, sosyal medyayı çok büyük bir değiştirici, dönüştürücü olarak değerlendirmek anlamına gelmez. Olsa olsa sosyal medya vasıtasıyla internetin de iletişim medya kanallarından birisi olarak kabul edilmiş olduğunu gösterir. Oysa dijitalleşmenin tıpkı yaşamın diğer alanlarına olduğu gibi eğitim alanına da getirecekleri bunun çok ötesinde olacaktır. Ülkemizde de şimdilik bu genel eğilime paralel bir yaklaşım sergileniyor. Öncelikle dijitalleşmenin bir araç olarak değerlendirilmesi ve bu nedenle araca erişim, aracın kullanımını yaygınlaştırma odaklı projelere öncelik veriliyor. Bu çerçevede internet erişimi ülkemizin dört bir yanına götürülmekte (gerek fiber, ADSL, gerekse de 3G gibi teknolojilerle), tablet kullanımının ilköğretimdeki tüm öğrecilere ulaştırılması için FATİH Projesi hayata geçirilmekte. Ancak Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Sn. Binali Yıldırım’ın geçtiğimiz günlerde ifade ettiği üzere “internetten verimli bir şekilde istifade etmek” sadece altyapı yatırımları ile sağlanabilecek bir ilerleme değildir. Doğrudur; yazar olmak isteyen bir kişi önce okumayazmayı öğrenmek ve iyi bir okuryazar olmak zorundadır. Ancak bu, yazar olmak için yeterli koşul değildir. Interneti gerek eğitim alanında gerekse de diğer alanlarda verimli kullanmak ise bu altyapı katmanının üstüne inşa edilmesi gereken en az iki kat ile sağlanabilir. Birinci katta gündelik hayattaki süreçlerimizde dijital imkânları kullanmayı başarabilmek gelmektedir. İkinci katta ise internetin sağladığı potansiyeli birinci katta yaşayarak öğrendikten sonra, bu nasıl bambaşka alanlarda, bambaşka buluşlarla hayat kalitesini artırmada uygulanabilir sorusuna pratik cevaplar bulmak yer almaktadır. Örneğin kitabın dijitalleşme sürecinde birinci katta ekitap denilen dönüşüm var. Bugünkü haliyle ekitap, aslında bildik kitabın dijital ortamlardan gösterilmesi. Kitap içerik ve format olarak yine bildik içerik ve formatta. Yeryüzü kültürü ekitabı gündelik yaşamında kitabın yerine geçirip, onu deneyimleyip idrak ettikten sonradır ki ikinci katta “dijital kitap” diye bambaşka bir olguyu keşfedebilsin. Yarının (dijital) kitabı nasıl olacak? Belli ki kâğıda basılı değil, dijital cihazlarla okunabilen bir formatta olacak. Bu yetmez!. Yarının kitabı belki de o kitabı okumuş kişilerle etkileşim kurmayı da kitap metninin yanı sıra okurlarına sunuyor olacak. Kitapta bahsedilen hususlarla ilgili ek bilgilere kolayca erişilebilecek. Dijital kitap, bugünün kitabı gibi matbaadan çıktığı andan itibaren sürüden ayrılmış bir yetim olmayacak. Yanında kendisiyle ilgili tüm dünyayı da taşıyacak. “İnterneti Verimli Kullanmak” A BD’de ve Romanya’da 19. yüzyılın ikinci yarısında üretilmeye başlanan petrolün büyük ekonomik değeri anlaşıldığında bile, Osmanlı ülkesini yönetenler kendi topraklarında da varlığı anlaşılmış olan petrole gereken önemi vermediler. Birinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesindeki günlerde bile, hangi topraklarında petrol olduğunu, petrolün aranması ve işletilmesi imtiyazlarının kimlere verildiğini bilmeyen ve zaten sorduğunda da, jeoloğu, petrol mühendisi, işletmecisi vb. gibi uzmanları bulunmadığı için yerel yönetimlerinden cevap alamayan bir devlet yönetimi bulunuyordu. Volkan Ş. Ediger, bu durumu çok özlü olarak şu şekilde ifade etmektedir: “Bir zamanlar gerçek anlamda bir cihan imparatorluğu olan Osmanlı, taş kömürünün zirveye ulaştığı yıllarda, onun yerine geçecek olan petrolü elde etmek için yapılan savaşta yenik düşerek dağılmıştır. Gelişmiş Avrupa ülkeleri petrole, Bağdat Demiryolları vasıtasıyla Anadolu üzerinden karadan mı, yoksa donanmaları vasıtasıyla Basra Körfezi üzerinden mi ulaşacaklarının mücadelesini verirken, Osmanlı bütün imkân ve kabiliyetini ‘Allah’a giden kutsal yol’ kisvesi altında, yakında bozulacağını tahmin ettiği iç düzenin korunması için Hicaz Demiryolları’nı döşeyerek harcamıştır. Üstelik, varını yoğunu döktüğü demiryollarının yarıdan fazlasının, çok yakında patlak verecek savaş sonrasında belirlenecek yeni sınırlarının dışında kalacağını hesap edemeden...” Osmanlılar 1890’lı yıllarda Musul ve Bağdat yöresinde ancak doğal olarak kayaçlardan sızmış olan petrollerden yararlanabiliyordu. Bu bölgede Osmanlı hükümeti veya Osmanlı uyruğu kimseler tarafından daha sonra da herhangi bir araştırma kuyusu açtırılmamış ve kuyu sondajıyla petrol üretimi gerçekleşmemiştir. Anadolu topraklarında ise Trakya’da Mürefte yöresinin imtiyazına sahip Halil Rifat Paşa, Gaziköy civarında 1898 yılında 108 m. ye inen bir kuyu açtırmışsa da bulunan petrol ve doğalgaz belirtileri önemsiz düzeyde kalmıştır. Aynı yıl Şarköy ve Mürefte’de Osmanlı Bankası ve bir Fransız şirketi tarafından birkaç sığ kuyu açılıyor. Şarköy kuyusu 82 metrede ekonomik olmayan petrol belirtileri veriyor. Mürefte kuyusunda ise 74 metrede linyit ve petrol izine rastlanıyor. 1899’da European Petroleum Company adlı petrol şirketi İngiltere’den bir jeolog getirterek yörede jeolojik araştırma yaptırtıyor. Bu çalışmaların sonucunda Horadere’de 1900’de açılan 98.5 metrelik bir kuyuda petrole rastlanıyor. Bu kuyudan bir süre için, günde 2 ton kadar petrol elde ediliyor. Bu kuyudan sağlanan üretimin, ülkemizdeki ilk ekonomik değerli petrol üretimi olduğunu söyleyebiliriz. 1901 Aralık ayının sonuna kadar bu kuyudan 47 ton petrol elde ediliyor, fakat verim gittikçe azaldığı için bir süre sonra kuyu terk ediliyor. Aynı şirket 1906 yılına kadar Hora, Mürefte ve Şarköy dolaylarında yeni kuyular açıyor, fakat bu nispeten sığ kuyulardan elde edilen petrol miktarı önemsiz düzeyde olduğu için bir süre sonra kuyular terk ediliyor. Cumhuriyetin ilanından sonra petrol aramaları devlet tarafından sürdürülmüş ve bu amaçla da Dr. M. Lucius adında bir jeolog, arama çalışmalarını yönlendirecek bir rapor hazırlamak üzere Türkiye’ye getirtilmiştir. Alanının en yetkin uzmanlarına rapor hazırlatarak yola çıkmak ilkesi, erken Cumhuriyet yönetimlerinin her zaman en temel tutumları olmuştur. Lucius, 1925 yılında bütün ülkede petrol bulunma potansiyeli olan yöreleri inceleyerek bir rapor hazırlamıştır. Bu rapor gerçekten de ondan sonraki petrol araştırmalarında öncü ve önemli bir rol oynamıştır. 1926’da, yeni bir petrol kanunu çıkartılmıştır. Bu kanun hükümlerine göre Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisindeki tüm petrol arama ve işletme hakkı hükümete verilmiştir. Bu çerçevede 1928 yılında ABD’li bir petrol jeoloğu, Mürefte, Boyabat ve MardinCizre bölgelerinde kapsamlı gözlemlerde bulunmuş ve gördüğü sahaların stratigrafik özelliklerini vermiştir. 1929’da Cizre yöresi ve 1930’da da Mürefte civarı ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi jeolojik bakımdan yeniden incelenmiştir. Cumhuriyet döneminde ilk derin sondaj, Mardin’de Basbirin kuyusuyla yapılmıştır. Bu kuyu Cumhuriyet döneminde açılmış olan ilk araştırma kuyusudur. Kuyu 1351 metrede kuru olarak terk edilmiştir. 1935 yılında Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü (MTA) kurulmuş ve petrol arama ve işletme idaresi de bu kurumun bünyesine alınmıştır. 1937 ve 1938 yıllarında Güneydoğu Anadolu’nun çeşitli yörelerinde açılan kuyularda ekonomik değere sahip petrol bulunamamıştır. Ancak Raman’da yapılan bir sondaj sonucunda, Raman1 kuyusunda 1048 metrede petrole rastlanmıştır. Bu petrolün bulunduğu tarih olan 20 Nisan 1940 tarihi, ülkemizin bu yöresindeki ve Cumhuriyet dönemindeki ilk petrol üretimi tarihidir. Raman1 kuyusu, ilk günlerinde 11 ton petrol verirken, sonraları verimi 3 tona düşmüş ve 1944 yılında % 98 oranında su vermeye başladığında da terk olunmuştur. Raman’da açılan başka kuyulardan alınan olumlu sonuçlar, bu sahanın ekonomik değerde petrol içerdiğini ortaya koymuş ve 1950 yılına kadar yeni açılan kuyulardan olumlu sonuçlar alınması üzerine 1951 yılında Raman sahası işletmeye açılmıştır. Osmanlılar petrole gereken önemi vermemişlerdi ve o dönemdeki ilk petrol üretimi de bir yabancı petrol şirketi tarafından yapılmıştı. Cumhuriyet yönetimi ise hem petrol arama ve üretim çalışmalarına çok büyük bir değer verdi, hem de bu çalışmaları kendi sorumluluğunda yürüttü. Erken Cumhuriyet dönemi petrol araştırmaları ve üretimi, boyutları küçük olmakla birlikte Ortadoğu’daki ülkeler arasında, ulusal çıkarlar doğrultusunda yönlendirilen yegâne çalışmalar olmuştur. Yararlanılan kaynaklar: Volkan Ş. Ediger; Osmanlı’da Neft ve Petrol, ODTÜ Yayıncılık, 3. Basım Mart 2007, Ankara. Ekrem Göksu; Türkiye’de Petrol, İTÜ Maden Fakültesi Yayını, İstanbul 1967. Kemal Lokman; Petrol Hakkında Bir Konferans, Ankara 1930.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle