23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

POLİTİK BİLİM Aykut Göker http:/www.ınovasyon.org;hagoker@ttmail.com “Unutmayın, tüm çevresel değerlerin özünde de, enerji ve su kullanımını azaltmak var.” (Ömer Kuleli) ‘Yaşamın Çarklarını Çevirenler2’ Doğal çevreye verilen zararlarda, eğer bu zararın kaynağı teknoloji kullanımındaki tercihler ise, geçen hafta belirttiğim gibi, bunun sorumluluğu elbette, birinci derecede, o teknolojinin geliştirildiği ve kullanıma sunulduğu süreçleri kendi çıkarları doğrultusunda denetimleri altında tutan egemen güçlerdedir. Burada, ‘süreçler’ derken, önce, bir teknolojinin geliştirilip, üretimlerinde ya da ürettikleri ürünlerde kullanmaları için, üreticilere sunulduğu (elbette bedeli karşılığında) süreçleri kastediyorum. Tabii, üreticilerin kendileri de kendi kullanımları için teknoloji geliştirebilir; yeterince nemalandıktan sonra onu başka üreticilere de satabilirler. Bir de, o teknolojinin kullanıldığı ürünlerin pazara, yani doğrudan tüketicilerin kullanımına sunulduğu süreçler vardır ve işte o noktadan sonra o ürün üzerindeki denetim doğrudan tüketiciye geçer. Evet, sorumluluğun büyüğü egemen güçlerdedir ama, açık kalplilikle söylemek gerekirse, tüketicilerin çevreye verdikleri zararlar da korkunç boyutlardadır. Sonunda bir bakıyoruz ki, biz tüketiciler, bir bütün olarak sorumluluklarımızı üstlenebilmemiz için de, her şeyden önce toplum, gerçekte, kullandığımız ürünlerin değil, havasıydı, suyuydu, toprağıydı, toprağının altındakilerdi derken, üzerinde yaşadığımız gezegenin tüketicisiyiz. Ömer Kuleli’nin de zaten önce biz tüketicilere söyleyecek sözü var ve Yaşamın Çarklarını Çevirenler başlığını taşıyan kitabında, ‘sürdürülebilirlik’ ve ‘sürdürülebilir kalkınma’ kavramlarını hepimizin anlayacağı bir dille açıklayarak söze başlıyor. Bu iki kavram, bugünkü kuşağın olduğu kadar gelecek kuşakların da üzerinde insanca yaşayabilecekleri bir gezegenin sürdürülebilmesi sorununu gündeme taşıyor. Kuleli, sürdürülebilirlik konusunda, gezegenimizin, dolayısıyla da insanlığın karşılaşacağı enerji ve su kıtlığı, karbon gazları gibi büyük sorunları bir bir dile getiriyor. Bunu yaparken de hem tüketici olmamızdan kaynaklanan bireysel düzeydeki sorumluluklarımızı; hem de bu büyük sorunların üstesinden gelinebilmesi için sahip çıkmamız gereken toplumsal ve siyasi sorumluluklarımızı bize anımsatıyor... Bu sorunların ardındaki gerçekleri, üretimtüketim süreçlerinde ne olup bittiğini öğrenmemiz gerektiğini bize hatırlatıyor. Galiba, insanlara bunu hatırlatmanın en güzel yolu da, ona bilmediği bir şeyi anlatıvermek... Kuleli kitabında bunu yapıyor. Örneğin, çevre ya da sürdürülebilirlik konusunda daha duyarlı, daha bilinçli davranabilmek için, kullandığımız hemen her ürünle ilgili üretimtüketim döngüsünü merak edip öğrenmekte fayda var. Belki bazılarımız, doğal olarak diyecek ki, ‘üretimtüketim döngüsü’ de ne demek? Hah, işte bir bakıyorsunuz, Kuleli bu kavramı size “Özgeçmişiniz Nedir Sayın Otomobil?” başlığı altında anlatıvermiş... Kitabı okuduktan sonra, eminim, siz de çok kullandığınız birkaç üründe bu döngüyü kurma gereksinmesini duyacaksınız ve bu döngüyü bir kez kurduktan sonra da, yine eminim ki, o nesneleri kullanırken içinizden gelen bir fren sesi duyacaksınız. (Benim o döngüleri kurmama gerek yok; çünkü evde ne zaman su musluğuna, elektrik düğmesine, kâğıt havlu rulosuna elim gitse, çok geçmeden, sevgili eşimin acı fren sesini zaten kulağımın dibinde duyuyorum...) Kuleli’nin önce biz tüketicilere söyleyecek sözü var, demiştim ya; o arada çevrecilerin On Emir’ini de, tabii, On Birinci Emir’leriyle birlikte bize aktarıyor... Bir de uyarıda bulunarak: “Ama uyması kolay değil!” Onun elbette sanayi kesiminde yer alanlara da söyleyecek sözü var: Bu bağlamda, “Avrupalı sanayicilerin kamu kuruluşları ve sivil toplum örgütleriyle birlikte çalışarak geliştirdikleri Çevre Yönetimi İlkeleri’ni” de özetliyor... “Kısa, birbirinden bağımsız ama birbirini bütünleyici yazılar”dan oluşan kitabın son konu başlığı: “Bilim Dili Türkçe”. Dilin sürdürülebilirliği, yaşam çevremizin sürdürülebilirliğinden hiç farklı bir konu değil. Bunları düşünüp yazdığı için Kuleli’ye teşekkürlerimizle... Orta yaş üretkenliğin doruk noktası! Ellili altmışlı yaşlarında insanlar, bırakın elden ayaktan düşmeyi, evrimin doruk noktasında oluyor.. Bir dizi yetkinliklerinin yanı sıra, bu insanlar ana kaynak sağlayıcı ve bilgi aktarıcı rolleriyle toplumda önemli rol oynuyor... B ritanya’da dünyaya gelmiş 42 yaşında bir adam 38 yıl daha yaşamayı umabilir. Bir başka deyişle, gençlik yıllarını artık geride bırakmış ve orta yaşlarına merdiven dayamıştır. Bu durum kimileri için son derece iç karartıcıdır. İnsanların büyük bir bölümü ellili altmışlı yıllarını yaşamlarının olumsuz bir parçası dahası bunalıma sürükleyici bir evresi olarak değerlendirir. Gelgelelim, bilim insanları bu genel kanıyı artık değiştirmenin zamanı geldiğine dikkat çekiyorlar. Elde edilen son bilimsel bulgular orta yaş evresinin insanlar için ne denli önemli olduğuna ve insan türünün başarıya ulaşmasında can alıcı bir rol oynadığına işaret ediyor. Orta yaş dönemi yalnızca kırışıklık ve kaygılardan ibaret değil. Bu dönem salt yaşlanmayla ilgili olmaktan çok, insan yaşamında doğal seçilim yoluyla önceden programlanmış bir dönüm noktasıayrıksı bir türün sahip olduğu ayrıksı bir özellik. Öteki hayvanlarla kıyaslandığında, insanların yaşamları sıra dışı bir düzen sergiliyor. İnsanın büyü 20 YAŞ DAHA Söz konusu değişikliklerin her birine evrimsel bir açıklama getirilebilir. Genelde, bedene zindelik kazandıran sistemlerin onarım ve bakımına yatırım yapılması bir başka deyişle, genlerin çoğalmasına yardımcı olunması son derece akla yatkın. İnsanlar yaşlandıkça keskin bir görme duyusuna ya da karşı cinsi kendilerine çekecek pürüzsüz bir tene artık gereksinim duymuyor. Ancak beyinlerine gereksinim duyduklarından orta yaş döneminde bu organa yatırım yapmayı sürdürüyorlar. Yağ konusuna gelince zorlu koşullarda atalarımızın birçoğunun yaşamını kurtaran bu son derece verimli güç kaynağının rolü, özellikle kadınlarda, çocuk doğurmak için artık vitesi yükseltmek zorunda olmadığımız zaman değişiyor. Yıllar geçtikçe doğurganlığı körüklemeye hazır meme, kalça ve baldırlar ya da kişiye genç ve pürüzsüz bir görünüm kazandıran deri altındaki depolarda saklanan yağ miktarı da azalıyor. Doğurganlık dönemi sona erer ermez bedende çok daha büyük miktarlarda ve daha merkezli bir yağ birikimi oluyor. Böylelikle, zor zamanlarda kişi yaşamını sürdürmek için bu yağdan yararlanıyor. Tüm bu değişimler orta yaş döneminin denetlenmiş ve önceden programlanmış bir süreç olduğunubir çöküş sürecinden çok, gelişme süreci olduğunu ortaya koyuyor. İnsanın gelişimi düşünüldüğünde genellikle dölütün gelişimi ya da çocuğun erişkinliğe geçişi düşünülür. Oysa gelişme ve gelişmeyi yönlendiren genetik süreç yirmili yaşlara gelindiğinde durmaz ve erişkinlik döneminde de sürer. Son derece incelikli biçimde düzenlenmiş olan orta yaş dönemine geçiş insanın gelişim sürecinin daha sonra yaşanan ancak önceki denli önemli bir aşamasıdır. Bu aşamada birey değişerek yeni bir biçime dönüşür. Bu bireyin dönüştüğü en dikkate değer biçimdir. Bu biçim yalnızca insanoğluna özgü bir evrimsel yenilik insan türünün başarıya ulaşmasının temelinde yatan yaşamın dirençli, sağlıklı, enerji tasarruflu ve üretken bir evresidir. Nitekim, insan toplumlarında orta yaşlıların üstlendikleri çeşitli roller öylesine karmaşık ve birbirleriyle öylesine iç içe geçmişlerdir ki, bu yaştaki insanların doğal seçilimin bugüne dek ürettiği en etkileyici canlılar oldukları söylenebilir. Orta yaş döneminin evrildiği görüşüne karşı tek bir karşı görüş getirilebilir. Herhangi bir özelliğin evrilmesi için doğal seçilimin bu özelliği kuşaktan kuşağa taşıması gerekir. Oysa, tarihöncesi yaşam dendiğinde aklımıza genellikle zorlu, acımasız ve kısa bir yaşam süreci gelir. Atalarımızdan çok azının 40 yaşını devirebildiği kesin. Bu yüzden günümüzün orta yaş özelliklerine olanak tanımış olamayacakları düşünülebilir. Ne var ki, bu düşünce yanlış. Ortalama yaşam süresi kimi zaman çok kısa olsa bile, bu durum Homo EVRİMSEL AÇIKLAMALAR KARMAŞIK SÜREÇLER CBT 1312/8 11 Mayıs 2012 me süreci çok uzun bir zaman alıyor, uzun süre yaşıyor ve çoğu insanın üretkenliği yaşamının ortalarında sona eriyor. Birkaç başka canlı türünde de bu yaşam düzeninin kimi unsurlarına tanık olunmakla birlikte, yalnızca insanların bu süreci son derece çarpıcı biçimde saptırdıkları görülüyor. Bu saptırma büyük ölçüde doğurganlığın yok olmasının ardından insana sağlıklı bir yirmi yıl daha kazandıran orta yaşların evriminden kaynaklanıyor. Orta yaş döneminin insanın sürekli düşüşe geçtiği bir dönemin başlangıcı olmadığını gösteren önemli bir ipucu dönemin genelde edilgen bir inişe geçişin belirtilerini taşımaması. Orta yaş döneminde beden sistemlerinin çoğunda çok az bir gerileme meydana geliyor. Gerileme olan sistemlerdeki çöküş ise başka canlı türlerinde çok ender görülen, kendine özgü bir biçimde ve sıklıkla apansız meydana geliyor. Örneğin, insanların yakındaki cisimlere odaklanma yeteneği öngörülebilir bir biçimde azalıyor uzağı görebilme yeteneğine 35 yaşında ender rastlanırken, 50 yaşında genel bir özellik olarak karşımıza çıkıyor. Derinin esnekliği de orta yaş döneminin başlarında hemen hemen her zaman ve beklenmedik bir biçimde azalıyor. Yağ birikim düzenleri kestirilebilir ve belli kalıplara uygun biçimlerde değişiyor. Başta biliş olmak üzere, öteki sistemlerde pek bir değişiklik olmuyor. YANLIŞ DÜŞÜNCE
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle