23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Demokrasi kimler içindir? Türkçe sözcükler /m/ ile başlamaz mı?! Tınaz Titiz, tinaztitiz@gmail.com Ömer Demircan (Prof. Dr.) Türkolojide: kimi sesbirimlerin sözcük başında bulunmadığı ileri sürülür. O savlardan biri /m/ üzerinedir. Prof. Dr. Talât Tekin: “Bir TDK yayını üzerine” (1979) başlıklı yazısının sonunda benim için: “Türkçe söz başında /m/ foneminin bulunmadığını bilmeyen, ...” demişti.1 Seslerle ilgili alan Sesbilim, yazımla ilgili alan da Yazımsal Sesbilimdir. ABC yapımı sözcük yazımlarına dayanır. Tekin, “söz başında” demekle işlemi yanlış olarak metin alanına kaydırarak okuru da aldatmış; çünkü “söz” metinsel bir birimdir. Sayın Yıldız Cıbıroğlu da (CBT, 27.04.12, s.19), sanki öyle bir yargıya inanarak, “kullandığımız Türkçede M sesiyle başlayan sözcüklerin neden bulunmadığını merak ederek” diyor . Oysa, “/m/ ile sözcük başlamaz” diye bir kural Türkçede yoktur. Üstelik o sav ne sesdizimsel, ne de biçimlenme bakımından geçerli değildir. 1. Bir kez, Türkçede /m/ sesiyle başlayan yeter , mırsayıda yansıma sözcük vardır: (mam, mut), mır, mızık, mızla, miyavla, meele, mıncıkla, mızmız, mıymıy, mıymıntı, mırıltı, mışılmışıl (uyu), mosmor, masmavi, melin melin (bak), mırınkırın (et), maçmuç (öp), ‘miş gibi’(yap). Ne gariptir, türevlerle birlikte onbini bulan yansıma biçimleri Türkologlar sözcük saymıyorlardı. Oysa, başlangıçta Türkçe sözcüklerin birincil kaynağı yansımalardı; “kır, çırp, dürt, …” gibi eylemler bile yansımadır. Yabancılardan aktarılan o yargıda ne bir ölçü var, ne de dilsel bir tutarlılık! 2. /m/ sesi ikileme işlemine özgülenmiştir: ikinci biçimde baş sesi dışlar: yalan malan, ev mev, salla malla, ... hık mık (et), ... . Türkçede “/m/’li ikileme”, ilk ögeye bağlı olarak birime: “… ve benzeri // gibi davran” anlamını ekler: uzun muzun bir tatil matille oyala moyala. Öyle ikinci biçimler Türkçe Sözlük’te bulunan bütün sözcüklerin sayısı kadardır, yani yüzbinin üzerinde. 3. İkileme, Türkçede en eski sözlüksel işlemlerden biridir, ne tür ayırır ne de biçim. Örneğin o işlemde /m/ ile başlayan olası tekheceli biçimlerin hepsi kullanılır: “yap map, kep mep, kırp mırp, ip mip, top mop, öp möp, turp murp, küp müp // mat/sat mat, set met, kıt mıt, mit/çit mit, ot mot, ört mört, mut/tut mut, süt müt // maç/kaç maç, meç/geç meç, sıç mıç, miç, koç moç, öç möç, suç muç, güç müç // yak mak, ek mek, hık mık, tik mik, yok mok, dök mök, guk muk, yük mük // af maf, mef/tef mef, çıfıt mıfıt, lif mif, of mof, öf möf, uf muf, püf müf // av mav, ev mev, cıv mıv, yiv miv, ov mov, öv möv, duvar muvar, güven müven // as M edyadaki tartışmalara bakıldığında eğer saymak mümkün olsa idi, kişilerin birbirlerini suçlamak ve/ya kendilerini övmek için en çok kullandıkları terimin demokrasi olduğu görülecekti. Her kalıba bu kadar kolayca sokulabilen bir kavramın bu kargaşadan kurtarılıp, yüzlerce kaynakta çeşitli akademik derinlikteki tanımlarının ötesinde, herkesin yaşamlarında bir işlevsel araç olarak kullanabilmesine yarayabilecek bir tanımının yapılması gerekmez mi? Kültürümüzde tanımlar genellikle “özellik sayarak” yapılır. Buna göre örneğin şöyle tanımlara sıkça rastlanır: Demokrasi: • herkesin eşit muamele gördüğü, • seçilenlerin geçici bir süre için seçenleri temsil ettiği, • seçimler yoluyla seçilenlerin değişebildiği, • çoğunluğun oylarıyla seçim yapılan ama azınlıkların da haklarının gözetildiği, • ifade özgürlüğüne dayanan, • basının özgür olduğu, • ve benzer “özellikler”... Çoğu kaynakta “demokrasi bir yönetim biçimidir” biçimde bir tanım var. İyi de demokrasi “niçin”dir? Yukarıdaki ifadeler amaç açısından bir anlam ifade etmiyor; çünkü, bir yönetim sisteminin demokratik olup olmadığında bir anlaşmazlık ortaya çıktığında başvurulabilecek hakem niteliğindeki bir “ayırıcı özellik” belirtmiyor. Buna göre cevaplanması gereken soru şudur: “Demokrasi, hangi başat ayırıcı özelliği yoluyla, diğer yönetim biçimlerinden farklıdır?” Demokrasi, sorun çözmeye yarar.. Demokrasi, geçmişte yaşamış, halen yaşayan ve henüz doğmamış olan bireylerin, onlardan oluşan kurumların ve de bu ikisinden oluşan toplumların, sorunlarını örgütlenme, dayanışma, ortak akıl üretme gibi güçlü sorun çözme araçları kullanarak ve gerekirse yenilerini icat ederek çözebilme yoluyla kendi kendilerini yönetebilmenin bir yoludur. Başka yollar da var mı? Birey, kurum ve toplumlar yaşamları boyunca karşılaşacakları sorunlarını çözmek için kuşkusuz başka yollar da seçebilirler. Bilge ve yetkin olduğundan emin oldukları otoriter bir başa biat ederek yaşamış ve halen yaşayan nice toplumlar olduğu gibi, bir aile ya da bir sınıf tarafından yönetilenler de olagelmiştir. O halde, örgütlenme, dayanışma, ortak akıl üretme gibi yollarla kendi bireysel, kurumsal ve toplumsal sorunlarını çözerek yaşam sürdürme, net bir ayırıcı özelliktir. Peki “çözüm üretmek” yeter mi? Örgütlenme, dayanışma, ortak akıl üretme yollarıyla çözüm üretmenin tek başına yeterli olamayacağı bellidir. Çözümlerin gerektirebileceği kuralların (yasa, tüzük vd) konulması, bunlara uyulup uyulmadığının denetlenmesi, uygulanmaları için yaptırımlar uygulanması ve anlaşmazlıklar halinde adil çözümler bulunması da “kendi kendini yönetme“ sürecinin vazgeçilmez parçalarıdır. Yerel ve merkezi yürütme organları, kural koyma organları (belediye meclisleri, TBMM) ve yargı mercileri bu vazgeçilmez parçalar olarak bireylerin sorun çözme çabalarının tamamlayıcısı olurlar. Net olarak görüleceği gibi demokrasinin itici gücü, halkın [1] sorun çözme eylemleridir. Neyin nasıl yapılacağına, yapılmadığında hangi yaptırımlar uygulanacağına, anlaşmazlıkların nasıl çözüleceğine bütünüyle halk karar verecektir. Her düzeydeki idare ve onların memurları, halkın tercihlerini değiştirmeden onları uygulamak durumundadırlar. Ancak bir olmazsa olmaz var.. Dikkat edilirse sistemin işleyişi bütünüyle halkın Sorun Çözme Kabiliyeti‘ne bağlıdır. Bu kabiliyette: • herhangi bir nedenle düşüklük var ise veya • halk, sorun çözme yerine sorun ihale etme gibi bir alışkanlık edinmişse veya • kendisinin halktan daha doğruiyigüzel[2] düşündüğüne inanan kişiler, halkın Sorun Çözme Kabiliyeti’in (ortalamasının) düşüklüğünden yararlanarak: • bu devredilmemesi gereken yetkiyi devralmışlar veya • el koymuşlar (askeri darbeler) veya • çoğulculuk yerine çoğunluk ilkesini uygulamışlar ise bu durumda demokrasi, böylece tanımlanan sistem içine oturtulamadığı için sürekli olarak sorun üreten bir “yanlış üreteci” haline dönüşür. Sorun Çözme Kabiliyeti düşük insanlardan oluşan bir toplum demokrasi içinde yaşayamaz. Demokrasi onlar için bir sorun kaynağıdır. Yapılması gereken demokrasiden vazgeçmek değil, demokrasi ortamı denilebilecek Sorun Çözme Kabiliyeti düşüklüğünü kabul edip geliştirmeye çalışmaktan ibarettir. Başlangıç noktası ise sorgulanamazlık kültürü yerine sorgulanabilirliği yerleştirmekten ibarettir; okuldan başlayarak. [1] Halk deyimiyle, yukarıdaki bölümlerde de değinilen, geçmişte yaşamış, halen yaşayan ve henüz doğmamış bireyler kastedilmektedir. Halk, aynı zamanda kurumları ve toplumu da oluşturur. [2] DoğruYanlışlar’ın akıl boyutunu oluşturdukları ve gerçekleştirme aracının bilim olduğu; İyiKötüler’in ahlak boyutunu oluşturduğu ve çeşitli inanç sistemlerince (ateizm de dahil) yaşama geçirildiği; GüzelÇirkinler’in ise estetik boyutunu oluşturduğu ve sanat yoluyla artiküle edildiği varsayılmıştır. mas, es mes, kıs mıs, mis/pis mis, tos mos, kös mös, us mus, küs müs // az maz, ez mez, kız mız, iz miz, yoz moz, göz möz, muz/tuz muz, süz müz // taş maş, eş meş, kış mış, diş miş, boş moş, döş möş, muş/kuş muş, düş müş // ah mah, eh meh, mıh/ıh mıh, sih mih, oh moh, köhne möhne, yuh muh, tüh müh // mam/dam mam, nem mem, çımacı mımacı, mim/çim mim, bom mom, göm möm, mum/um mum, güm müm // an man, men/yen men, tın mın, in min, son mon, sön mön, yun mun, ün mün // mal/kal mal, sel mel, yıl mıl, mil/dil mil, mol/yol mol, göl möl, bul mul, gül mül //sar mer, ser mer, sır mır, mir/kir mir, mor/sor mor, gör mör, sur mur, sür mür // say may, mey/hey mey, kıy mıy, çiy miy, soy moy, köy möy, uy muy, tüy müy”. 4. Yabancı dillerin etkisiyle Türkçede oluşan tekheceli: mat, mit, maç, meç, mis, muz, mıh, mim, mum, mal, mil, mir, mor sözcükleri, tıpkı “aeroplane >tayyare> uçak, plane >düzlem, angle> açı, …” gibi yalnızca “anlam alımı” içerir. O Türkçe ses dizileri gerek anlam gerekse biçim bakımından yabancı sözcüklerce uyarılıp Türkçe birer sözcüğe dönüşmüş sayılır. Yabancı sözcüğü andırsalar da, hiçbiri uyarıcı yabancı sözcük sesletimiyle özdeş değildir. /m/ ile başlayan öyle sözcüklerde: biçim aktarımından söz edilemez. Ancak “môl, sôl” gibi alıntı bir ses (şaplak /l/) içeren örnekler bu yorumun dışında kalır. /m/ sesi, bir anlamlama işlemine koşulmuştur. Eklerde de çok sık kullanıldığı için, /m/ dağılımını dengeleme duyarlılığıyla, tek heceli başka tür kök biçimlemede baş ses olarak /m/ seçilememiştir. O denge ezgisel açıdan çok önemlidir. Nitekim, pekiştirmehecesi (sap.sarı) o yüzden, dört ayrı ünsüz: /p,m,s,r/’den dağılımı en iyi dengeleyen ile kapatılır. Yansıma biçimler “Ir” eki ile iki heceye çıkarılırken bir çok ayrı geçiş sesi seçilir: tıkır, (tıkØır), lambur, şaldır, tıngır, fışkır, öksür, hapşır, … . Amaç, söz içindeki sesel altayrımların dağılımını ezgisel kılmaktır. 5. Kesin olarak: “söz başında /m/ fonemi (sesbirimi) bulunmaz” yargısı uydurmadır, yalandır. Ne yazık ki, yerli Türkolojide: yanlışların sorgulanamadığı, yanlış olduğu anlaşılanların düzeltilemediği uzun bir dönem yaşanmıştı. Örneğin, yerli dilbilimde bile bir yanlışın yeniden sorgulanması için aradan en az yirmi yıl geçmesi gerekiyordu. Başka kaç örnek isterdiniz? 1 Prof. Dr. Talât Tekin, “Türk Dil Kurumu”nu eleştirmek için benim “Türkiye Türkçesinde KökEk Bileşmeleri” (TDK, 1977) adlı ilk kitabımı bir araç olarak seçmişti: bk. “Bir TDK yayını üzerine”, Türkiye yazıları dergisi (Haziran 1979). Aradan 35 yıl geçtiği halde 2012 yılında o karalama yüzüme karşı yeniden okundu. Türkiye Cumhuriyeti ismini mi değiştirdi? S CBT 1312/ 18 11 Mayıs 2012 Prof. Dr. Ayhan Ulubelen, Emekli öğretim üyesi avcılık Fazıl Say için soruşturma açmış, nedeni ateist olduğunu yazması ve bazı dinsel hususları eleştirip “halkı düşmanlığa teşvik etmesi” imiş. İnanamadım, hâlâ da şüphe içindeyim. Savcılarımız hâlâ Cumhuriyet savcısı adını taşıyor değil mi? Türkiye Cumhuriyeti hâlâ laik bir ülke değil mi? Yoksa ben bunca gazete okumama, bunca haber dinlememe karşın atladım mı? Yani biz cumhuriyetimizin ismini İslam Cumhuriyeti olarak mı değiştirdik? Savcılar artık dine karşı çıkanları, ateistleri ya da farklı bir inançta olanları da tutuklayabilecek mi? İran İslam Cumhuriyeti hoş geldin mi diyeceğiz. Ülkelerin saygınlığında ve tanınıp sevilmelerinde sanatçılarının ne müthiş bir rolü olduğunu hiç mi bilmiyoruz, bizde ise ne kadar az sayıda dün ya çapında sanatçı var, hele klasik müzik gibi tüm insanlığın en yüce duygularına seslenen alanda sayıları üç beşi geçmez bizde yetişen sanatçıların ve bunlardan biri ve en önemlisi ve bir deha olan bir genç adamı, Fazıl Say’ı harcamaya hazırız. Bizim hakkında soruşturma açtırdığımız bu dehayı dünyanın istisnasız her ülkesi bize gelsin diye önünde eğilir. Neler oluyor ülkemde, Meclis’in bu devamlı tutuklamalar, soruşturmalar, cezalar konusunda bazı görüşmeler yapması ve insanları her an geren bu duruma bir düzen getirmesi gerekmez mi? Eğer insanlarımızın rahat olduğunu, sadece devletlilere dua ederek yaşadığını sanıyorsak derin bir yanılgı içindeyiz demektir. Bu ülkenin biraz okumuş yazmış insanları huzursuz ve her gün yeni bir ne olacak beklentisi ve kaygısı içinde.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle