Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
TEKNOLOJİPOLİTİK Bor madenleri özelleştirilemez! Hükümetin bor madenlerinin ve bor ürünleri üretiminin özel sektöre devredilmesine yol açacak düzenlemelerine karşı Eti Maden’de örgütlü sendikalar ve mühendis odaları ortak tavır geliştirme kararı aldı. Bu nedenle 20 Nisan tariBor hinde Ankara’da yapılan toplantıda yapılan ortak basın açıklamasında “B tuzları, uranyum ve toryum madenlerinin aranması ve işletilmesi devlet eliyle yapılır” yasa hükmünün değiştirilmeyerek korunması ve bu yasa değişikliği tasarısının derhal geri çekilmesi çağrısı yapıldı. Reyhan Oksay Baha Kuban baha.kuban@gmail.com Danimarka 40 yıl içinde %100 yenilenebilir enerji, Türkiye de ikinci nükleer santral ve kömür santralları hedeflerine doğru yürüyedursun, biz ‘İşçi sınıfının da iklimi değişir mi?” sorusuna bıraktığımız yerden devam etmeye çalışalım. İstihdam mı Çevre mi? Ya da Hem İstihdam Hem Çevre mi? Ama bir noktaya da işaret etmeden geçmeyelim. Hükümet yabancı bir yatırımcıya ‘yerli otomobil’ ürettirmek için dünyanın dört bir yanında uğraşır, her türlü tatlandırıcı teşviki dillendirirken, güneş ve rüzgârda elektrik üretimi yatırımlarının ve bunun sonucu olarak bu teknolojilerde imalat sanayii genişlemesinin önünü açacak düzenlemeleri ve teşlütfen’ destekliyor. Devletin tüm uzun vadeli strateji dovik sistemlerini ‘l kümanlarında eksikliği ile dikkat çeken yenilenebilir (HES hariç) enerji hedefleri bu ‘lütfen’ ve son derece yetersiz desteğin kanıtı değil de nedir? Geçen yazıda örgütlü işçi sınıfının global ölçekteki temsilcilerinin, yakın zamana kadar, neredeyse 30 yıldır süren iklim değişikliği konusundaki uluslarararası toplantılarda güçlü ve kayda değer bir tavır geliştirmediğini, geliştiremediğini belirtmiştik. Gerçekten de 20092010 yıllarına gelene kadar bu alanda faaliyetler gözle görülür bir ivme kazanmaz. 19. yüzyıl sınıf mücadelelerinin birbirini tümüyle dışlamayan ve mücadele tarihçelerinin önemli biçimde etkilediği üç farklı tür sendika ideolojisine yol açtığı söylenebilir. Antikapitalizm ve sınıf savaşı temelli birinci tür sendikacılık, esas olarak sınıf çıkarlarını militan bir toplumsal –politik hareketlenme yoluyla iktidara taşıma hedefi güder. İkinci kategorideki sendikacılık, devrimci değil evrimci bir yol izler ve kapitalizmin toplum ve insan karşıtı yanlarını reformcu politikalarla törpülemeyi hedefler. Son olarak, özellikle İngiltere ve ABD’de daha yaygın gözlenen ve ‘ücret sendikacılığı’ olarak da niteleyebileceğimiz bir kategori, genişleyen global ekonomiden artan paylar almayı amaçlayan ‘gelişmiş ülke’ işçi sınıflarının, 20. yüzyılın son 50 yılındaki yaygın stratejisini ve yaklaşımını özetler. Daha önce de belirtildiği gibi, bu üç kategori zaman zaman çakışır ama büyük ölçüde son 200 yılın işçi sınıfı mücadelelerinin ve ona paralel şekillenen sosyal demokrat ve sosyalist politik parti ve programlarının da temelini oluşturur. Farklı ülkelerdeki toplumsalpolitik kültür ‘ücret sendikacılığının’ ülkeden ülkeye farklı özellikler taşımasına da yol açmakla birlikte işlevi esas olarak ‘fabrika kapısında’ sona erer. Üretim yerlerinde yüksek ücret ler ve özlük hakları esaslı mücadele sonucunda çalışan sınıfın çevre, iklim ya da başka daha geniş kapsamlı toplumsal meseleler üzerinde tavır geliştirmesi zorlaşır. Bu durum bize başka tarihsel bir tartışmayı hatırlatır. Emeğin tüm refahın kaynağı olduğuna vurgu yapan Alman Sosyalistlerine, 1875’de ‘Gotha Programının Eleştirisi’ nde yanıt veren Marx, işçinin “duyumsal dış dünya” (sensuous external world) ya da doğa olmadan hiçbirşey üretemeyeceğine vurgu yapar. Buna karşılık emek tarihi araştırmaları, belki de üretimde girdi olarak kullanılan doğal kaynakların çoğunlukla devlet ya da özel mülkiyet altında olmaları dolayısıyla, sendikaların pek seyrek olarak emek ve doğa ilişkisini göndeme aldıklarını gösterir. Aldıklarında ise büyük çoğunluğu ile ‘teknolojik çözüm’ olarak da ifade edebileceğimiz ve temelde teknolojik modernizasyon, büyüme ve istihdam üçgeninde sıkışıp kalındığı görülür. Bu tavır esasen kapitalizmin bugün giderek yüksek sesle dile gelen ‘yeşil modernizasyon’ yoluyla ıslah edilmesi sloganından çok farklı görünmüyor. İşçi sınıfı haklı olarak son 50 yılda Avrupa’da emek üretkenliği %300 artarken, girdi malzeme üretkenliğinin (birim üretim için kullanılan malzeme) %100, enerji üretkenliğinin ise(birim üretim için kullanılan enerji) yalnızca %20 arttığını da görmektedir. “Artık teknoloji malzeme ve enerji tasarruf etmek üzere geliştirilsin, emek tasarrufu etmek üzere değil!“ denmektedir. Sendikalar yeniden toplumsal hareketlerin başlıca unsuru haline gelmeden, ‘yeşil istihdam / modernizasyon’ yaratılabilir mi? E nerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığınca hazırlanan ve Bakanlar Kurulu tarafından imzalanarak 5 Mart 2012 tarihinde Başbakanlığa iletilen “Bor Tuzları, Trona ve Asfaltit Madenleri ile Nükleer Enerji Hammaddelerinin İşletilmesini, Linyit ve Demir Sahalarının Bazılarının İadesini Düzenleyen Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” Başbakan’ın imzasıyla, 20 Mart 2012 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na gönderildi. Mevcut kanunun 2. maddesine eklenen fıkrada “Bu madenlerin üretilmesi ve zenginleştirilmesi, teknik, ticari ve ekonomik sebeplerle ürünün mülkiyeti ruhsat sahibinde kalmak üzere 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu hükümleri çerçevesinde ihale edilmek suretiyle üçüncü şahıslara gördürülebilirler. Ancak üçüncü şahıslara gördürülecek işlerin ihale süresinin üç yıldan fazla olması durumunda konuya ilişkin talepler Yüksek Planlama Kurulu tarafından karara bağlanır” deniliyor. 20 Mart tarihinde TMMOB Genel Merkezi’nde yapılan toplantı Basın açıklamasında özetle şöyle deniyor: “İstenen yasa değişikliğiyle bor üretiminin özel sektörce yapılmasının önünde hiç CBT 1310/15 27 Nisan 2012 Petrolİş Sendikası Merkez Yönetim Kurulu bu değişikliğin, gerekçesi ne olursa olsun, bir özelleştirme olduğunu ve 2840 sayılı yasanın delinmesi anlamını taşıdığını ileri sürüyor. Ortak bir eylem planı oluşturmak amacıyla 20 Nisan tarihinde Ankara’da toplanan Madenİş Sendikası, Petrolİş Sendikası, KESKESM, Türk EnerjiSen ve mühendis odaları temsilcileri ortak basın açıklamasında, temel olarak stratejik bir maden olan borun, aranmasından işletmesine ve nihai ürüne dönüştürülmüş ürünün pazarlanmasına kadar her aşamasının devlet eliyle yürütülmesi ve Eti Maden’in teknolojik olarak önünün açılması gerektiği bildiriliyor. bir engel kalmayacaktır. Özel sektörün üreteceği bor ürünlerinin devletçe alımı garantilenmektedir. Bu tasarı kabul edildiğinde, yıllardır yapılamayan “borların özelleştirilmesi” başarılacaktır !!! “Büyük çoğunluğunda alternatifsiz olmak üzere, 250’yi aşkın kullanım alanı mevcuttur. Bor mineralleri, ilave edildikleri malzemelerin katma değerlerini olağanüstü yükseltmekte, bu nedenle sanayinin tuzu olarak adlandırılmaktadır. Halen yürürlükte olan haliyle bor madenlerinin arama ve işletme çalışmaları Eti Maden İşletmeleri Genel Müdürlüğü tarafından yürütülmektedir.... Türkiye’nin dünya toplam bor rezervlerinin % 72’sine sahip olduğu belirlenmiştir. “Bor rezervlerini 1978 yılından bu yana kamu adına işletmekte olan Eti Maden, bugüne kadar gerçekleştirmiş olduğu yatırımlar ile Türkiye’nin bor teknolojisi konusundaki en deneyimli kadrosunu bünyesinde bulundurmaktadır.... Bugün itibarıyla % 40 pazar payıyla dünya bor pazarı lideridir. Eti Maden’in bu konuma gelmesi sadece 30 yıl gibi bir sürede gerçekleşmiştir. Bu süre içinde herhangi bir kurum ya da kuruluşun işletme, mühendislik, pazarlama, finans desteğine ihtiyaç duyulmamış ve tüm gelişme kurumun kendi olanakları ile sağlanmıştır. Rezervlerin işletilmesinden maksimum fayda sağlanmaktadır ve dünya pazarının en büyük payı Eti Maden’e aittir. “En büyük doğal zenginliğimiz olan borun gözlerden uzak tutularak bir yasa değişikliği ile sessizce yeniden gündeme getirilmesi, ülkemizde küreselleşme ve liberalleşme rüzgarları altında özelleştirilmemiş tek alan olan Bor madenlerimizin ulusötesi tekellere devredilmesi sonucunu doğuracaktır. “Bor üretimi ve zenginleştirme hizmetlerinden başlanılarak, yarın bir bütün olarak Bor madenlerimizin ve endüstrimizin ulusötesi tekellere devredilmesine dün olduğu gibi bugün de izin vermeyeceğimizi belirtiyoruz. Yapılması gereken, Eti Maden’in teknolojik olarak önünün açılması, gerekli personel alımı, yatırımların yapılması ve uç ürün üretiminin artırılması için çalışmaların hızlandırılması olmalıdır. Türkiye’nin hedefi nihai ürün pazarları olmalıdır.”