Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Türkçenin İtibarı İtibar sözcüğü sözlükte “güvenilir olma durumu, saygınlık, değer görme” şeklinde karşılık bulmaktadır. Sorumuz şudur: Anadilimiz bugün hak ettiği itibarı görüyor mu? Bu soru uzunca bir süredir dil konusunda hassasiyet gösteren aydınların gündemindedir. Farklı bakış açılarıyla tartışılmaktadır. Aslında doğrusu da budur. Yaşadığı çağın hem tanığı hem de sanığı durumundaki aydınlar “Dil Yarası”nı görmezlikten gelemezler. Armağan Erman (Kültür Fen Lisesi) Y aşadığımız topraklar bizim maddi vatanımızsa Türkçe de manevi vatanımızdır. Bir ulusu bir arada tutan, onu millet yapan değerlerin tartışmasız en önemli unsuru dildir. Doğan Aksan “Anadilim bir denizdir; derinliğiyle, genişliğiyle, sınırsız gücü ve göz alıcı güzelliğiyle” derken bir sevgiliden söz eder gibidir. Aşkı Memnu romanının unutulmaz yazarı Halit Ziya Uşaklıgil 1932 yılında yapılan ilk Türk Dili Kurultayı’nda yaptığı konuşmada Türkçeden “sevgilim” diye bahseder. Bir insanın diline böyle bir sıfat yakıştırması, ona adeta aşkla bağlı olması ne güzeldir. Hele de 8500 yıllık bir geçmişi olduğu ispatlanmış, en eski ve zengin sözlü edebiyat ürünlerine sahip ve imparatorluklar kurmuş bir dilin özellikle bilim dili olarak yetersiz, kısır olduğu tartışmaları kulakları tırmalarken… Çokanlamlılık, türetme, kelime birleştirmeleriyle anlatım olanakları sınırsız denebilecek kadar zengin bir dil olan Türkçemiz böyle bir yakıştırmaya asla layık değildir. Kaşgarlı Mahmut Türkçenin bilinen ilk sözlüğü olan Divanü LügatitTürk’te Türkçenin zenginliğini ve yetkinliğini örneklerle ortaya koyar. 15.yy’da Ali Şir Nevayi Muhakemetül Lügateyn’de Türkçenin zenginliğini çarpıcı örneklerle açıklar. Akraba adları (amca, dayı, yeğen, hala, teyze, enişte, bacanak vb.) ve renk adlarının (kavuniçi, gülkurusu, taba, turuncu vb.) ayrıntılı oluşu bile buna kanıttır. Bugün bir Fransız Moliere’i, Victor Hugo’su ile, İngiliz Shakespeare’i, Byron’ı ile, İtalyan Dante’si, Bocaccio’su ile gurur duyar. Onları her dem taze tutmak için gündemden hiçbir zaman düşürmezler. Artık ölü bir dil olan Latince okullarda ders olarak verilmeye devam eder. Peki, biz ne yapıyoruz? Bir Baki, Fuzuli, Nedim… Hatta daha günümüze gelelim; Tevfik Fikret, Ahmet Haşim, Cenap Şahabettin. Bugünün gençleri için adeta yokturlar. Gençler, elli yıl öncesinin şiirine, kültürüne yabancıysa o toplumda oldukça şiddetli bir kültür depremi yaşanmış demektir. Ülkeler savaşlarda mağlup olabilir, büyük afetler yaşayabilir. Bunların telafisi mümkündür. Ama anadilini unutmuş bir millet artık millet değildir. olacaktır. Arı, saf dil ancak dünyaya kapılarını sıkı sıkıya kapamış, kabile toplumlarında olabilir. Sınırları giderek küçülen dünyamızda kültürün her alanında olduğu gibi dilde de etkileşim kaçınılmazdır. Fakat dil öyle canlı ve dinamik bir yapıdadır ki bünyesine uymayan unsurları zaman içinde tıpkı bir cerahat gibi atar, reddeder. Yabancı öğeler esas dilin varlığını yok edecek kadar baskın hale gelmişse tehlike vardır. Konfüçyüs Halkın benimsediği, derdini anlatabildiği, anlaşılmasında sıkıntı olmayan hatta türkülerimizde, ninnilerimizde hayat bulan sözcükler kökeni yabancı da olsa artık bizimdir. Hatta biz o sözcüklere Türkçe dilbilgisi kurallarına uygun ekler koyarak iyice sindiririz. Bugün “oturgaç, götürgeç” gibi Türkçe sözcüklerin kabul görmeyip, hürriyet, kudret, millet, mücadele gibi yabancı kökenli sözcüklerin tartışmasız anadilimiz gibi benimsenmiş olmasını böyle izah edebiliriz. İnsanımız Farsça pencüşenbeyi perşembe, ceharşanbayı Çarşamba, taxi’yi taksi, fax’ı faks yazıp söyleyince o kelimeler bizden olup çıkıyor. Bu konularda uzun uzun tartışmalara, tasfiye etme uğruna dayatmalara hiç gerek yok. Bugün dünya dili ilan edilen İngilizcede binlerce yabancı kökenli sözcük var. Ama onların dilcileri bu durumu zenginlik olarak görüp kısır çekişmelere girmiyorlar. Su, çay Çince. Kibrit, tuğla Yunanca. Lokanta, kiremit İtalyanca. Vazgeçebilir misiniz? Yerine koyduğunuz sözcükler toplumda kabul görür mü? Canlı bir varlık olan dilin bünyesinde ölü bir unsur olarak dışarı atılır ve unutulur gider. Yabancı öğeler sayısal çoğunluk olduğu zaman, gramer unsurlarını da aldığımız zaman, gramer tercümeleri çoğaldığında, temel söz varlığımıza ait kelimeler azaldığında tehlike çanları çalıyor demektir. Dili dilciler değil, onu konuşan insanlar yaratır. Bu yüzden dilimizi yüceltecek olanlar da masa başında yaygın kullanımda Halid Ziya Uşaklığil olan sözcüklere uyduruk karşılıklar icat edenler değil, onunla meramını anlatan, üretenlerdir. Bugün dildeki en büyük sorun, en verimli yıllarını testlerin gölgesinde geçirmek zorunda kalan ve çoktan seçmeli sorulara yoğunlaşırken gerçek hayattan kopan, okumayan, yazmayan, derdini anlatamayan ve dil dendiğinde sadece bildiği yabancı dilleri algılayan, sokağa çıktığında en ücra semtlerde bile yabancı dilde adlandırılmış mekânlar arasında kültürüne giderek yabancılaşan, dublaj Türkçesi garipliği ile “naaberr adamım” “manita yapmışız”; felaket güzel”, gecelere akıyoruz” “nerdeyim oldum” gibi pek çok örneği olan garip bir konuşma modeliyle karşı karşıya olan gençlerimizle Türkçeyi nasıl barıştıracağımızdır. Akademik ders yılı programlarında Türk Dili dersinin amacı şu şekilde ortaya konmuştur: 1 Öğrencinin anadilini yeterli ve doğru kullanmasını sağlamak. 2 Öğrencinin düşündüğünü düzgün cümlelerle, en etkin biçimde yazılı ve sözlü olarak ifade etme becerisi vermek. 3 Öğrenciye güzel yazma, konuşma isteği, kaynaklardan yararlanma, verileri değerlendirme, doğru konuşma sorumluluğu kazandırabilmek. 4 Öğrencinin topluluk karşısında konuşma, düzenli düşünme, dinleme, eleştirme, düşüncelere saygı duyma alışkanlığı verebilmek. 5 Öğrencinin akıcı, yalın, orijinal ve etkili konuşma ve yazmasını sağlamak. 6 Öğrenciye iyi bir konuşmacı ve dinleyici olmanın yollarını öğretmek. Bu hedeflerin bir kısmını bile olsa gerçekleştirebilen eğitmenlere ne mutlu. Çünkü yarınlara umutlu bakabilmek donanımlı bir gençliğe sahip olmakla mümkündür. Bu gençlik tüm akademik ve insani kazanımlarını akıcı ve doğru, düzgün kullandığı anadiliyle topluma verebilecektir. Büyük düşünür Konfüçyüs’e sormuşlar: Bir memleketi idare etmeniz istenseydi ilk iş ne yapardınız? Hiç şüphesiz dili gözden geçirmekle işe başlardım. Dinleyenlerin şaşkınlığına aldırmadan sözlerine devam eder: Dil kusurlu olursa düşünceyi iyi anlatamaz. Düşünce doğru ifade edilmezse işler doğru yapılamaz. Bu durumda töreler ve kültür bozulur. O zaman adalet yanlış yola sapar. Adalet yoldan çıkarsa işin nereye varacağını kimse kestiremez. Kurumların ve değerlerin ayakta kalmasının temelinde “dil” olduğunu anlatan güzel bir kıssadır bu. Atatürk de dile ayrı bir önem vermiş, dil meselelerinin üzerinde hassasiyetle durmuştur. Gün, anadilimize sahip çıkma, onu aziz bir sevilen gibi baş tacı yapma, itina etme ve itibarını geri verme günüdür. Bu noktada Dağlarca’yı da saygıyla anmalıyız. KONFÜÇYÜS’ÜN TUTUMU Göçebe düzenden yerleşik hayata geçen Türk toplumu dinamik bir millettir. İslamiyetin kabulüyle beraber çok geniş topraklarda bir cihan imparatorluğu kurmuş olmak ve bu dönemlerde Arap ve Fars kültürlerinden etkilenmek beraberinde bu dillerin istilasını da getirmiştir. Tanzimat’la beraber yüzümüzü Doğu’dan Batı’ya çevirmemiz dilimize bu kez de Batı’dan yabancı kökenli sözcüklerin girmesini kaçınılmaz kılmıştır. Medeni toplumların dilinde mutlaka yabancı unsurlar YABANCI UNSURLAR MUTLAKA VAR SU, ÇAĞ, TUĞLA, KİBRİT... CBT 1310/ 13 27 Nisan 2012 Unutmuşum ana demesini bile, Öykünmüşüm türküsünü ellerin Ağzıma bir kara düşmüş bağışla beni Türkçem, benim ses bayrağım.