Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
rinin kaynağı köylülüktür, tarımsal ekonomidir denilebilir. İnsanlık tarihinin en genel ve kaba çizgilerine baktığımızda, tarımsal üretim ekonomisine dinsel düşünüş denk düşer (Şenel, 1982, s. 352). Aile, geleneklere bağlıdır ve bunun uzantısı olarak dindardır. Babanın tutumu otoriterdir. Çocuğun ailesiyle ilişkileri katılımcı değil edilgendir. İHL öğrencisinin ailesinin eğitim düzeyi düşüktür. Babaların büyük çoğunluğu (%77.1) yalnızca ilkokul mezunudur. %5.3 okuma yazma bilmeyen vardır. Anne, eğitim düzeyi açısından daha olumsuz durumdadır. %21.4’ü okuma yazma bilmezken, ancak %4.6’sı ilkokul sonrası eğitim görmüştür. Bu aile yapısının öğrencinin İHL’yi seçmesinde büyük rolü vardır. Aileden sonra öğrenci üzerinde en etkili etmen okuldur. İHL’de benzeşik bir grup ve göreli olarak kapalı bir sistem oluşmuştur. O nedenle kendileri ve çevreleri hakkındaki görüşleri gerçekçi değildir. İHL öğrencisinin, İHL’den önceki toplumsallaşma ortamında oluşan toplumsal bakış çerçevesi, öğrenci ile bazı dersler arasına, etkileşimi azaltacak engeller koymaktadır. Öğrencinin bu tutumu okulda kaldığı süre arttıkça güçlenmekte. En yüksek oranda gereksiz bulunan dersler, resim, müzik, beden eğitimi gibi derslerdir. Öte yandan, %17.2 ile bu okul için azımsanmayacak bir grup müzik, resim, beden eğitimi dallarında kendilerini yetenekli bulmalarına karşın, %16.8’i yeteneğini geliştirmek için uğraşmak istememektedir. Azımsanamayacak bir grup da (%11) İHL’nin bu yeteneğinin körelmesine yol açtığının farkındadır. Diğer yandan, son sınıfların önemli bölümü yalnızca meslek derslerini (imamhatip dersleri) yararlı bulmaktadırlar. Öğrenci artık büyük ölçüde, meslek derslerinin gözlüğüyle dünyaya bakar olmuştur; diğer yetenekleri ve dersler gereksizdir. İHL öğrencilerinin yalnızca %35.1’i kendini imamlık konusunda yetenekli bulmaktadır. Bir başka deyişle, öğrencinin %64.5’i kendini eğitim gördüğü ve gelecekte meslek olarak seçme olasılığı bulunan (en azından o amaçla bu okula giren) bir dalda yeteneksiz görmektedir. Yani öğrenci yanlış bir okuldadır. Laiklik Açısından İHL Öğrencisinin Tutumu: İHL üzerinde yapılan tartışmaların odak noktalarından birini laiklik konusu oluşturur. Laik bir devletin okulu olarak, bu okullarda din, çeşitli açılardan öğrenciye tanıtılmalı; ancak bu konuda tutum geliştirmenin aracı olmamalı. İHL öğrencisi, farklı düşünen ve davrananlara hoşgörüyle bakabilmelidir. Bu demokrasi için zorunluluktur. Konuyla ilgili sorulara tam anlamıyla laik yanıt verenler %11.1 ile küçük bir gruptur. Laik olmayanlardan tepkisel tutumu benimseyenler, %42 ile en büyük grubu oluşturur. Laiklik açısından açıkça tehlikeli bir gruptur. Sınıf ilerledikçe, laikliğe aykırı açık tutum içine girme davranışı artmaktadır. Sonuç olarak, İHL’den, eğitimin amaçlarına, demokrasiye aykırı olarak laik tutum kazanmamış, hatta laikliğe karşı tutum geliştiren öğrenci çıkmaktadır. İHL Öğrencisinin Okul Dışında Gördüğü Din Eğitimi Öğrencilerin %55’i İHL’ye gelmeden, okul dışında din eğitimi görmüşlerdir. Din eğitimi görenlerin çoğunluğu Kur’an kursuna gitmiş ya da imamdan ders almıştır. Aslında ikisini de imam nitelikli kişiler ver diğine göre, %73’ü imamdan ders almış sayılır. Bu durum da çıktısıyla beslenen İHL’lerin kapalı bir sistem oluşturduğunu göstermektedir. Öğrencinin, İHL’ye girme kararı, daha öğrenci okula girmeden, henüz olgunlaşmadan böyle toplumsallaşma ortamlarının etkisiyle verilmektedir. Kur’an kurslarına ve İHL’lere ayrıca bu açıdan da bakmakta yarar vardır. İHL, yetenekleri geliştirecek ortam yaratmadığı gibi doğrudan ya da dolaylı olarak yeteneklerin, potansiyellerin gelişmesini engellemektedir. Oysa eğitimin nihai amacı insanın yeteneklerini/potansiyelini sonuna kadar geliştirmektir. İHL’nin en büyük engeli bu konuda oluşturduğu söylenebilir. Üniversitelerin sanat eğitimi alanlarında hemen hemen hiç İHL mezunu bulunmamaktadır. Oysa yetenek havuzu bütün topluma yayılmıştır ve bu öğrenciler bu anlamda kaybedilmişlerdir. İHL’deki öğrencilerin yeteneksiz olduğu söylenebilir mi? Aynı öğrenci kaynağından beslenen Köy Enstitüleri ile İlköğretmen Okulları, pek çok yeteneği büyük başarılarla topluma kazandırmışlardır. İHL, küçük yaşta yanlış seçim yapmış öğrencilerinin önemli bölümünü kendi alanlarında bile geliştiremeyecektir. Burada “özgürleştirme” sorunu ortaya çıkmaktadır. İnsanın gelişmesini dışsal ve içsel engeller engelleyebilmektedir. (Aslında içsel olanlar da dışsaldır.) Müzik yeteneği olan bir çocuğun kendi isteğiyle dahi olsa bunu geliştirmekten vazgeçmesi özgürlük müdür? Bu onun özgür kararı mıdır? Eğitim insanı özgürleştirmelidir. 4+4+4 çocuğu daha küçük yaşta yönlendirerek, eski İHL’lerin gerisine düşecektir. Öte yandan ağırlıklı olarak dogmatik bilgi öğretimine dayanan bu okulun, öğrencilerinin bilim ve felsefe yeteneklerini de geliştirmesi beklenemez. Zaten çoğunluğunun tercihi kamu ağırlıklı meslek kazandıran okullardır. Ayrıca İHL’lerin laik olmayan tutumları desteklemeleri, geliştirmeleri de toplumumuz için, demokrasi için en büyük tehlikelerden biridir. Araştırma, çok önceden (1985) 28 Şubat Kararları’nı* ve uygulamalarını büyük ölçüde öngörmüştür: “Öğrencinin kişiliğinin ve yeteneklerinin henüz belirginleşmediği, çağdaş eğitimin bulgularına göre, meslek eğitimi yapmanın doğru olmadığı orta kısım kaldırılmalıdır.” Ancak araştırma o günün siyasi yapısı içinde bunun mümkün olmadığını kabul ederek, önlemler önermiştir: “ … Büyük bir öğrenci kesimini bu okula yönelten nedenleri etkisiz kılacak önlemler alınmalıdır. Orta ve yükseköğretimde yatılılık ya da iyi koşullarda burs yaygınlaştırılmalı ve iyileştirilmelidir. Bu öğrencilerin ilgi duyabileceği, meslek ve yükselme güvencesi olan okullar açılmalı ve yaygınlaştırılmalıdır.” Demokrasinin, özgürlüğün zaferi gibi gösterilen 4+4+4 aslında demokrasiye ve özgürlüğe en büyük darbedir. Kısa olmayan bir gelecekte etkileri görülecektir. Son söz: Eğitimin siyasallaşmadığı, özgürleştirici olduğu bir ortamda ne türbanın önemi kalır, ne de bunlarla ilgili önlemlerin. Sağlıkta dönüşüm, bir sağlık projesi değildir! SONUÇ S İHL VE ÖĞRENCİ Notlar: Şenel, Alaaddin. Siyasal Düşünceler Tarihi, Ankara S.B.F. Yay., 1982. Yörükoğlu, Atalay. Çocuk ve Ruh Sağl ığı. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 3. Baskı, 1980. * 28 Şubat Hareketi, 8 yıllık kesintisiz eğitimle, sivil yönetimlerin başaramayacağı bir karar alarak, Türkiye’yi zorunlu eğitimi 5 yıl olan 3 ülkeden biri olmaktan kurtarmıştır. Doç.Dr. Melih Baş, ismeba56@yahoo.com.tr ağlıkta dönüşüm emperyalist bir projedir. Şöyle ki; Sağlık özelleştirilmektedir: Sağlıkla ilgili her türlü hizmet, ilaç, malzeme, teknoloji ticaretinin özel şirketler vasıtası ile yapılması hedeflenmektedir. Sağlık küreselleştirilmektedir: Sağlık piyasasının küreselleşmeci emperyalizmin koyduğu kurallara göre (patent yasaları, gümrük birliği, tıbbi protokol, ödeme listesi, tıbbi işlem sıraları, uluslararası tekellerce belirlenen hastalık ve tıbbi durumlar vb.) belirlenmesi; mevzuat ve düzenlemelerin buna göre hazırlanması ve sağlık alanında devletin yok edilmesi hedeflenmektedir. İktisadi amaç sağlık harcamalarını arttırmaktır. Sağlık harcamaları artacağına göre artacak parayı yurttaşın cebinden ayrıca toplamak için bir sistem gerekir. Bu sistemin motoru Sosyal Güvenlik Kurumu’dur. Zorunlu tek tip sağlık sigortacılığı ile kurum işsiz, dar gelirli, öğrenci vb. akla kim gelirse nasıl para toplayacağına bakmakta ve para toplamada son derecede acımasız ve hoşgörüsüz davranmaktadır. Tek bir sistem olduğundan vatandaşlar zorunlu olarak kurumla sözleşmeli hastanelere gitmek zorundadır. Burada da a) Mevzuata uygun olarak katkı payı, ilave ücret, otelcilik hizmeti, otopark ücreti, vb. isimler altında para toplanması, b) SGK ödemiyor, kullanılan malzeme eczane ve tıbbi şirketlerde yok veya SGK kalitelisini ödemiyor söylemleri ile kimi giderlerin hastaya aldırtılması. Hastadan belirlenen oranlardan (şimdi % 90’a çıktı) daha fazla fark ücreti almanın veya başka isimler altında para almanın bir yaptırımı yok! Para yurttaşa geri verilmiyor. Çok fazla üzerine gidilirse hastaneye ceza kesilebilir. Böylece sağlık harcamalarının nerede ise % 7580’i vatandaşın kesesinden çıkar hale gelmiştir. Üstelik vatandaş ortada SGK sistemi olduğu için hastanelerle pazarlık da yapamıyor. a) Hastanelerin faturalaması: Beyana göre yapılan faturalamada hastaneler yaptığı işi, kullandığı ilaç ve malzemeyi, girişimi istediği gibi göstererek faturalayabildiği gibi, yapmadığı girişim, tedavi, ilaç ve malzemeleri de kullanılmış gibi göstererek faturalayabilmektedir. b) Yapılan işlemlerin gerçekçi olarak denetlenmesi olanaksızdır. Görünüşte denetleyenler hastanenin verdiği bilgilere göre (hastane bunu istediği gibi belirleyebilir) onaylayıp, incelemiş gibi ödemesi yapılmaktadır. Girişimlerde tıp tekellerinin dayattığı uluslararası standartları olmayan malzemelerin kullanılması yasak olduğundan ve bunların özel kodları bulunduğundan bunlar kullanılmadığında ihale bedellerinde kesinti olabilmektedir. Bu tür denetim eğer yapılırsa sadece tıp tekellerinin ürünlerinin kullanılması için yapılmaktadır. c) Göstermelik inceleme tüm faturaların (hastane ve eczane) çok azında yapılmaktadır. Belirlenen tutara göre dönem içindeki tüm harcamalar ödenmektedir. d) Bir çok girişim için Sağlık Uygulama Tebliği’nde ( SUT ) belirtilen fiyatlar çok yüksektir. Hastane hiçbir abartılı faturalama yapmasa da alacağı para az değildir. Herkesin sigortalı yapılması bu dizgenin toplumcu bir dizge olduğu, iyi olduğu gibi bir görüntü yaratmaktadır. Bu şekilde toplanan paralar tamamen kâr amacı ile çalıştırılan ve tek amacı gelirlerini olabildiğinde arttırmak isteyen özel hastane ve aynı mantıkla çalıştırılan devlet ve üniversite hastanelerine akıtılmaktadır. Hem özel hem de devlet ve üniversite hastanelerinde hekimlere hastane gelirini arttırdığı oranda kâr payı verilmektedir. Bu da hekimlerin daha fazla hasta (müşteri) bulma ve yaratma yeteneğini kamçılamaktadır. Sağlık dizgesi içinde kamusal anlayışla hizmet veren bir birim kalmamıştır. Özel hekimlik bile sisteme alternatif olmaması için tasfiye edilmektedir. Sağlık Uygulama Tebliği’nde (SUT) hastanelerin faturaları şişirmesi, istismar için olanaklar mevcuttur. Uygulanan teşvik politikaları ile normal doğum bitmiştir. Çoğu doğum sezaryenle yapılmakta ve doğan bebekler yoğun bakıma yatırılmaktadır. Daha önce tüm doğum döneminde birkaç kere hekime giden gebeler bu yeni dönemde bir çok kere muayene ve tetkik olmakta, pahalı faturalar düzenlenebilmektedir. Diğer hastaların da tedavilerinin tamamı veya bir kısmı yoğun bakım üzerinden fatura edilmektedir. Nedeni yoğun bakım fiyatlarının yüksek olmasıdır. Sanıldığı ve varsayıldığı gibi, soyut, tamamen bilimsel araştırma ve sonuçlara göre çalışan bir tıp bilimi ve sağlık dizgesi yoktur. Tıp bilimi ve bilimsel esaslara göre çalışan bir hekimlik mesleği de hekimlik işi haline getirilmiştir. Kapitalizmde tıp bilimi de pazarlanacak cihaz, malzeme, ilaç, ürün geliştirmekte, buna uygun hastalık ve tıbbi durumlar belirlenebilmekte, bunların nasıl ve kimlere kullanılacağı tıp kitap ve dergileri, algoritmalar, rehberlere eklenmekte, patent ve fikri mülkiyet yasaları ile bu ürünlerin özellikle geri bıraktırılmış ülke pazarında rakipsiz olması sağlanmakta, performans ve promosyonlarla bunların daha fazla sayıda ve en pahalı olanlarının satışı sağlanmaktadır. Bu sistemde hekim, eczacı vb. mesleklerden serbest veya bağımlı çalışan işgörenlere pazarlama rolü verilmektedir. Bu sistemde koruyucu hekimlik bazı olasılıkları önleme yalanı ile devamlı kontrol, ilaç kullanma ve tetkik yaptırma hekimliğine, aile hekimliği de daha fazla ilaç satışına olanak veren satış büfelerine dönüşmüştür. Sağlıkta dönüşüm tasarlandığı gibi hasta sayısını arttırmıştır. Buna bağlı olarak ilaç, tıbbi malzeme ve donanım satışları artmıştır. Sağlık harcama kalemlerinin önemli bir kısmı bu tür giderlerdir. Sistem bu olduğu halde sağlıkta dönüşüm ; Hekim emeğinin değersizleştirilmesi, Üniversitelerde hoca muayenehanelerinin kapatılması, Muayenehanelerin kapatılarak özel hekimliğin yasaklanması, Hekimlerin performans ücretlerinin erimesi ve azalması, emekliliğe yansımaması, izin ve tatilde ödenmemesi, Üniversitelerde hocaların kaçırılması, tıp eğitiminin bozulması gibi farklı gerekçeler gösterilerek eleştirilmektedir. Kimileri sağlıkta özelleştirme, hortum ve kirlenmeyi görmek istememe eğilimine girebilmektedir. Kimi hekim ve eczacılar sistemin dışına itilmemek ve sistemden beslenebilmek kaygısıyla antiemperyalist ve özelleştirme karşıtı bir duruş gösteremeyebilmektedir. Dieter Duhm Kapitalizm ve Korku kitabında bu duyguyu çok iyi işler. İSTİSMARA AÇIK CBT 1308/ 19 13 Nisan 2012