02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

‘Aşk hormonu’nun etkisi koşullara göre değişiyor ? ‘Aşk hormonu’ ya da ‘kucaklaşma kimyasalı’ olarak ünlenen bu kimyasal, insanın doğasıyla ilgili hemen hemen tüm olumlu özelliklerle bağdaştırılır. Oksitosinin en ufak bir esintisi bile kişiyi çok daha güvenilir, çok daha anlayışlı, çok daha verici ve işbirlikçi kılmaya yeter. Şimdi bu toz pembe görüşü yeniden gözden geçirmenin zamanı. Yeni bir dizi araştırma oksitosinin hiç de sanıldığı gibi içimizdeki melekleri uyandırmadığını, ya da dünyanın dert ve sıkıntılarına deva olmadığını ortaya koyuyor. O ksitosinin yarattığı etkiler kişiye ve koşullara göre büyük farklılıklar gösteriyor; oksitosin sayesinde toplumsal etkileşimlerin daha iyiye gidebileceği gibi, daha kötüleşebileceği de görülüyor. Anlaşıldığı kadarıyla, “aşk hormonunun” karanlık bir yönü de var ve bu yönü yeni yeni gün yüzüne çıkmaya başlıyor. Oksitosinle ilgili araştırmalara öncülük eden Freiburg Üniversitesi uzmanlarından Markus Heinrichs, “Oksitosin herkesi mutlu ve sokulgan kılan mucize ilaç değil,” diyor. Oksitosin hormonunun toplumsal etkisi ilk kez hayvanlar üzerinde yapılan araştırmalar sonucunda fark edildi. Bu hormon tek eşli kır sıçanlarında sevgi bağlarının pekişmesine, dişi koyunlarda annelik duygularının körüklenmesine yardımcı oluyor. Doğurma sürecinde insanlar da oksitosin salgılıyorlar ve bu hormon anne ile bebeği arasındaki sevgi bağını güçlendiriyor. Oksitosinin insanlarda çok daha kapsamlı bir rol oynadığı, ancak 2005 yılında, Heinrichs ve arkadaşlarının gönüllülerden hiç tanımadıkları ve dürüstlükleri konusunda herhangi bir güvenceye sahip olmadıkları kişilerle yatırım yapmalarını istedikleri bir deneyin sonucunda ortaya çıktı. Araştırmacılar kendilerine önceden burun spreyi ile oksitosin koklatılan katılımcıların kendilerine plasebo verilen deneklere kıyasla çok daha fazla para yatırdıklarına tanık oldular. Tüm bu veriler, hep birlikte ele alındığında oksitosinin tüm dünyada toplumsal yapımızın olumlu yönlerini geliştirdiği görüşünü doğurdu. Derken, birkaç yıl önce, tam tersi bulgular ortaya çıkmaya başladı. Hayfa Üniversitesi’nden Simone ShamayTsoory oksitosinin güven ve cömertlik vermesinin yanı sıra, kıskançlık ve başkalarının acılarından zevk alma gibi duyguları da körükleyebileceğini ortaya koydu. Deneklere kumar oynatıldığında oksitosin hormonunu soluyanların öteki oyuncuları yendiklerinde çok daha fazla böbürlendikleri, durum tersine döndüğünde bu kişilerin çok daha şiddetli kıskançlık belirtileri sergiledikleri görüldü. Oksitosinin toplumsal davranışları güçlendirebildiği gibi, antisosyal davranışı körükleyebileceği de açıkça ortadaydı. Oksitosinin etkisi bu kadarla da kalmıyor. Bu hormon kişinin yapısına göre çok ters etkiler de yaratabiliyor. Mount Sinai Tıp Fakültesi uzmanlarından Jennifer Bartz önderliğindeki araştırmalar oksitosinin duyguları okuyabilme OKSİTOSİNİN ARTILARI yetisini güçlendirdiğini, ancak bu durumun öncelikle toplumsal becerileri pek gelişmemiş kişiler için geçerli olduğunu gözler önüne seriyor. Elde edilen bulgular oksitosinin özellikle kaygılı ve reddedilmekten korkan kişilerde güven ve yardımlaşma duygusunu gerçekte azalttığını da ortaya koyuyor. Söz konusu hormon belleklerimizde bile farklı değişimlere yol açabiliyor. Kişisel ilişkileri güvenli olanların anneleriyle ilgili çok daha sevecen duygular beslemelerine yardımcı olan oksitosin, toplumsal açıdan huzursuz olan kişilerin annelerini sevecenlikten uzak ve mesafeli kişiler olarak anımsamalarına neden oluyor. Oksitosinin yarattığı etkiler kişinin kültürüne göre de değişiyor. Bu hormonun davranışları etkilemesine neden olan biyokimyasal yolaklar henüz tam olarak bilinmemekle birlikte, sürecin hormonun sinir ve üreme sistemlerinde bulunan ve OXTR geni adı verilen bir proteine ilişmesiyle devreye girdiği biliniyor. Genin A’dan G’ye uzanan DNA harflerinden birindeki bir değişim insanları toplumsal açıdan daha duyarlı kılıyor. Gtaşıyıcıları genelde daha anlayışlı ve daha girişken oluyorlar. Bu kişiler dertli olduklarında dostlarına daha çok sığınıyorlar, ancak bu durum yalnızca bu tür dostlukların yaşandığı toplumlar için geçerli. Bir başka buluş da oksitosinin yarattığı etkilerin etkileşime girdiğimiz kişilere göre değiştiği. Amsterdam Üniversitesi’nden Carsten de Dreu da oksitosin koklayanların kendi vatandaşlarına karşı çok daha güvenli ve işbirlikçi davrandıklarını, oysa başka uluslardan gelen insanlardan benzer davranışları esirgediklerini ortaya koydu. Bu kişilerin kayırmacı bir tavır sergiledikleri de görüldü. De Dreu’ya göre, oksitosin gelişigüzel bir iyi niyeti körüklemek yerine önyargıları ya da yanlılığı güçlendiriyor. Bu tür inceliklerin belirtilerine başından beri rastlanmaktaydı. Kısa bir süre önce Bartz mevcut tüm araştırmaların hemen hemen yarısının oksitosinin yalnızca belli kişilere ya da belirli durumlara egemen olduğuna işaret ettiğini ortaya koydu. Bir zamanlar göz ardı edilen birtakım bulgular giderek çok daha farklı anlamlar kazanmaya başlıyor. Bartz’a göre oksitosin hormonunun etkilerini anlamanın püf noktasını onun bitmez tükenmez etkilerini saymak yerine, temel işlevini belirlemek oluşturuyor. Oksitosin kaygı ve korkunun azalmasına yardımcı olabilir ya da insanları toplumsal bağlantılar kurmaya itebilir ki, bu da sonuçta güveni ve yardımseverliği körükleyebilir, ama aynı zamanda da oksitosini içine çekenlerin neden kendilerine benzer kişilere yöneldiklerine ve toplumsal dışlanmadan ürken insanlara hormonun neden bir çözüm getirmediğine de açıklık kazandırabilir. Oksitosinle ilgili öykünün giderek daha karmaşık bir niteliğe bürünmesi hiç de şaşırtıcı olmasa gerek. Ahtapotlardan koyunlara tüm canlılarda var olan bu hormonun evrimsel kökleri yarım milyar yıl öncesine uzanıyor. Hayvanlar üzerindeki ilk araştırmalara önderlik eden Illinois Üniversitesi uzmanlarından Sue Carter,’Oksitosin, emzirmeden toplumsal davranışa, çok farklı işlevleri üstlenen son derece basit ve eski bir molekül. Bu hormon beynin amigdala gibi ilkel bölümlerini etkilediğinden, etkilerine hemen hemen her yerde tanık olunabiliyor,’ diyor. Türkçesi: Rita Urgan Kaynak: New Scientist, 11 Şubat 2012 Seçkin bir Türk kadın kimyacı olarak Ayşe Aroğuz Prof. Dr. Ayhan Ulubelen, [email protected] Dünya kimyacıları IUPAC sembolünün anlamını çok iyi bilir, Türkiye’nin de dahil olduğu pek çok ülke bu kuruluşun üyesidir. Dünyanın bir yerinde bütün kimya dallarını kapsayan kongre ve iki yılda bir de genel kongreye ilaveten genel idari toplantısını (General Assembly) yapar. Ayrıca ülkelerin kimyanın herhangi bir alanında yaptığı uluslararası kongrelere destek verir, kimya kitaplarının yazılmasını destekler, kimya terimlerini, yeni bulunan elementlerin isimlenmesini ve bunlara benzer onlarca işi görür... Kuruluşun faaliyetlerini gösteren ve iki ayda bir çıkan dergisi “Chemistry International” bu faaliyetleri yazar, kongreleri bildirir, kimya ile ilgili konuları kapsayan makaleleri basar ve son kongredeki gelişmeleri haberleştirir. Uzunca bir süre IUPAC’nin yan kuruluşu Chemrawn da hizmet verdiğim için dergi bana biraz geç olsa da düzgün bir şekilde gelmektedir. 2011 yılının son sayısı da gelmişti, ben de okumada biraz geciktim, İ.Ü. Mühendislik Fakültesi, Kimya bölümü öğretim üye ama dün si Prof. Dr. Ayşe Z. Aroğuz Puerto Rico’da yapılan IUokuyunca PAC 2011 Dünya Kimya Kongresinde Kimya bilime yap beni gururtığı katkılardan dolayı “2011 Distinguished Woman in landıran bir Chemistry/Chemical Engineering” ödülünü alarak ülmakaleye kemizi en iyi şekilde temsil etmiştir. rastladım. Kongrede “Kadınlar bilimde hâlâ azınlıkta mı” diye çevirebileceğimiz, “Are women still underrepresented in Science” isimli bir sempozyum yapılmış ve çeşitli ülkelerden gelen kadın konuşmacılar ülkelerinde kadınların kimya çalışmalarında ki yerlerini anlatmışlar. Konuşmacılardan birinin de İstanbul Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Kimya Mühendisliği Bölümü’nden Prof. Dr. Ayşe Aroğuz olduğunu gördüm, kadınların ülkemizdeki mücadelesini anlattığı “The profile of women in Science and Chemistry in Turkey” isimli bir konuşma yaptığını okudum ayrıca aynı yazıda 2 Ağustos günü 23 kimyacı kadını “Distinguished Women in Chemistry/Chemical Engineering” (Kimya /Kimya Mühendisliğinde seçkin Kadınlar) ismi ile resmi bir merasimle onurlandırıldıkları ve bu kadınlar hakkında bir broşürün hazırlanıp kayıt yaptıranların çantalarına da konduğu bildiriliyor. Prof. Dr. Ayşe Aroğuz’a ilaveten 4 Amerikalı, 2 İngiliz, 1 Japon , 2 Alman, 2 Macar, 1 Brezilyalı, 1 Rus, 1 Kanadalı, 1 Hollandalı, 1 Kuveytli ve bir Tayland prensesi olmasına rağmen bir kimyacı olan kadın da bu “seçkin kimyacı” onurunu almışlar. Ayşe’yi IUPAC toplantılarında tanıdım, aralarda rastlaşır selamlaşırdık, ama onun, ufacık bütçesi ve grubu ile bir IUPAC kongresini Türkiye’de yaptırabilmek için gösterdiği gayreti, yoğun çalışmayı, istek ve heyecanını unutamam, ben gene aralarda onlara sadece lafla moral verebildim, benim de yoğun çalışan bir grubum vardı. Ayşe bu gayretinin sonucunu almış, 4 yıllık bir uğraşı sonucu IUPAC’in Genel Kongresi ve Genel Asamblesinin 2013 yılında Türkiye’de toplanmasını sağlamıştır. Ülkemiz adına kendisini ve tüm kimya topluluğunu candan kutlarım. Ancak gençlerle çok iyi çalışmalar yapmakta olduğunu bildiğim “Türkiye Kimya Derneği”nin üyelerini haberdar etmekte başarılı olmadığı da açıktır. Ne internetten ne de postadan hiçbir bilgi gelmemektedir. Bir önceki yönetim kurulu başkan yardımcısı olan Ayşe’nin başarısını eminim dernek kutlamıştır, ama üyelere haber verilemedi. Ben de daha geniş bir zümreyi haberdar edebilmek için bu yazıyı sayın Orhan Bursalı’ya gönderiyorum. “Seçkin” Kimyacı bir Türk hanımını tanımanız için. OKSİTOSİNİN TEMEL İŞLEVİ ACILARDAN ZEVK ALMA CBT 1309/14 20 Nisan 2012
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle