Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ZÜMRÜTTEN AKİSLER A. M. Celal Şengör şı kadından kadına değişebiliyor. Bazıları henüz on yaşındayken, diğerleri ise on altı yaşında ilk kez regl görebiliyor. Araştırmaya katılan diyabetli kadınların çoğu erken yaşta regl görmüşler. Bu ilişki mesela aşırı kilo gibi risk faktörleri de dahil edilmesi halinde değişmemiş. Bununla birlikte ilk regl yaşı ve diyabet hastalığı ilişkisinde hangi mekanizmaların etkili olduğu henüz bilinmemekte. miyum selenit gibi bileşik yarıiletkenlerle kaplamışlar. Alkol ve sudan oluşan bir sıvı içinde dağıldıklarında, kıvamlı ve kolay işlenebilen güneş boyasının temelini oluşturuyor. Deneyler sırasında yeni boya saydam ve elektrik ileten bir alana sürülmüş. Bu alanın üzerine düşen ışık, yeni boya sayesinde yüzde bir oranında elektrik enerjisine dönüşmüş. Gerçi halihazırdaki güneş modüllerindeki yüzde on beşlik verime göre bu değer çok düşük; ama çok büyük alanlar çok daha ucuza güneş santrallerine dönüştürülebilmekte. Araştırma ekibi bundan sonra hem boyanın etkisini hem de dayanıklılığını iyileştirmek istiyor. Böylece güneş boyası kötü hava koşullarından etkilenmeden yıllarca dayanabilir. Bilim insanlarının diğer bir hedefi de güneş boyasındaki ağır metallerin yerine diğer yarıiletken maddeleri kullanmak. Uluslararası bir araştırma ekibi, Ekvador ve Kosta Rika’daki yağmur ormanlarında buldukları yeni kelebek türlerini Annals of the Entomogical Society of America dergisinde tanıttı. Herkes filin ne olduğunu bilir, “Eois” kelebeğini ise filden çok daha fazla olmasına rağmen kimse bilmez. Küçük ve göze batmayan hayvanların bilimsel olarak tanımlanma şansları, büyük ve dikkat çekici hayvanlara kıyasla daha azdır. Mesela yoğun olarak toplanan gündüz kelebeklerine kıyasla küçük kelebekler arasında daha fazla bilinmeyen tür var. Avusturyalı ve Alman araştırmacılar, Ekvador’un güneyindeki yağmur ormanlarında içlerinde sadece on dokuz tanesi bilinen 154 yeni “Eois” kelebeği buldu. Bu kelebek türlerinden birçoğu dünyanın hiçbir müzesinde bulunmuyor ve ormanlar yok edildikçe bu çeşitlilik henüz tanınmadan yok olacak. Kosta Rika’daki durum biraz daha iç açıcı. Burada toplanan kelebeklerin yaklaşık olarak yüzde otuzu sınıflandırılmış. Kosta Rika ve Batı Panama bölgesinde yoğun bir şekilde kelebek toplanmasına rağmen, ulaşılması zor olan kuzey Peru veya Amazon havzasındaki türler neredeyse hiç belgelenmemiş. Bugüne kadar bilinen 254 Eois türünden yüzde sekseni 1890 ve 1920 yılları arasında belgelenmiş. Son örneğin envanteri ise 1952 yılında yapılmış. Yağmur ormanları kelebek cenneti CBT’nin 1292. sayısının (23 Aralık 2011) 9. sayfasında, muhterem hocam ve sevgili dostum Prof. Dr. Bozkurt Güvenç, bir otobüs yolculuğu esnasında seyrettiği yabancı bir filmi tanıtmıştı. Kültürel antropolog (insanbilimci) olan Bozkurt Bey yazısında, «İnananların delil aramaya ihtiyacı var mıdır?» sorusuyla başlayan filmin ana temasının, her var olan nesnenin bir yapanı olduğu muhakemesinden hareketle, seyircilere, nihayet, nedensonuç ilişkisini öne sürerek, görülen âlemin ve içindeki herşeyin de bir yaratıcısı olmasının anlatılması ve bunun da Allah olduğunun vurgulanması olduğunu anlatıyor. CBT 1294/ 5 6 Ocak 2012 Güneş enerji santralı gelecekte binanın cephesine sürülebilecek. Amerikalılar, yarıiletken kristalli güneş boyası geliştirdiler. Elektrik ileten her yüzey bu elektrik üreten boya için uygun diyor bilim insanları “ACS Nano” dergisinde. Yeni boya büyük miktarlarda ve ucuza üretilebiliyor, şimdi bilim insanları boyanın etkisini arttırmak istiyor. Güneş enerjisi toplayan yeni boyanın en önemli içeriği milimetrenin milyonda biri büyüklüğündeki titan dioksit partikülleri. Bilim insanları bunları kadmiyum sülfat veya kad “Güneş Boyası” ile binanın cephesi enerji santralı! Dev gaz gezegenin çekirdeği yavaş yavaş çözülerek, ağır elementlerin, güneş sistemimizin bu en büyük gezegenin atmosferinde birikmesine neden olmakta. Teorilerini arXiv bilimsel veri bankasında sunan Berkeley Üniversitesi’nden Hugh Wilson ve Burkhard Militzer: Dev gaz gezegenleri, bilgilerimize göre, hidrojen ve helyumun, kaya ve buzdan oluşan bir çekirdeğin etrafında birikmeleri sonucunda oluşmakta. Çekirdek, dünya kütlesinin on katına ulaştığında, çekim kuvvetiyle çevredeki gazı kendisine doğru çekmeye başlıyor. Jüpiter ve Satürn hidrojen ve helyumdan oluşan genleşmiş atmosferine işte bu şekilde kavuşmuş. Uzay sondalarıyla yapılan ölçümlere göre Jüpiter’in çekirdeği dünya kütlesinin on katından daha hafifken, Satürn’ün daha küçük olan çekirdeği dünya kütlesinin 1530 katına sahip. Ayrıca Jüpiter’in atmosferi, bileşimi genç güneş sistemindeki gazı yansıtan Güneşten çok daha fazla ağır elementler içermekte. Wilson ve Militzer’in hesapları şimdi bu tuhaf durumları açıklayacak çözümler üretti. Gezegenin çekirdeğindeki madde için kayaların en önemli içeriği olan magnezyum oksit temsili örnek olarak seçilmiş. Jüpiter’in içlerinde olağanüstü fiziksel koşullar hakimdir. 20.000 santigrat derecedeki sıcaklıktaki basınç, dünyadaki hava basıncından yaklaşık 40 milyon kat daha yüksek. Hidrojenin sıvı gibi davrandığı bu koşulları laboratuvarda yaratmak mümkün değil. Wilson ve Militzer bu durumdaki magnezyum oksit davranışını analiz edebilmek için kuantum mekanik hesaplar yapmak zorunda kaldı. Hesaplar, magnezyum oksidinin, 10.000 santigrat dereceyi aşkın sıcaklıklardaki basınçlarda sıvı hidrojende çözüldüğünü gösteriyor. Bu durum Jüpiter ve daha büyük uzak gezegenlerdeki kayamsı malzemesinin önemli ölçüde yeniden dağılmasına neden olmakta, diyorlar. Satürn, Jüpiter’den daha küçük olduğu için koşullar çekirdeği çözecek kadar aşırı değil. İki araştırmacı, spektroskopik incelemelerle diğer gaz gezegenlerinde çekirdek çözülümüyle ilgili senaryolarını kontrol edebilmeyi umuyor. Nilgün Özbaşaran Dede Jüpiter’in çekirdeği dağılıyor mu? Gerçi film İslâmiyetten bahsetmiyor, hattâ İslâmiyeti anmıyormuş. «Ancak» diye devam ediyor Bozkurt Bey, «izlenen simgeler, ve ekrana gelen İAllahı yazısı, inşa, hudus ve intizam delilleri, belgeselin bir İslâm ülkesi veya kurumu tarafından veya onlar adına sipariş edilmiş olabileceğini düşündürüyordu.» Bozkurt Bey, evrim ile dinlerin hudus, yani sonradan yaratılma konusunda anlaşamadıklarını, evrimcilerin ilk yaradılış konusunda bilmiyoruz dediklerini, dinlerin ise bunu bir yaradana bağladığını söyleyerek kâinatta bir yaratıcının olmadığını kimse söyleyemez diyor. Onu üzen, böyle enteresan belgsellerin evrimi savunan bilim insanları tarafından niçin yapılmadığı. Bozkurt Bey’in sorusuna verilecek iki cevap var: Biri, aslında böyle belgesellerin yapıldığı, ancak Avrupa’da din ve dünya işleri pek keskin sınırlarla birbirlerinden ayrıldıkları için, genellikle birbirine atıf yapan belgeseller çok yok. Ama bunlar Amerika’da bol bol var. Ancak Bozkurt Bey’in sorusuna verilebilecek ikinci cevap bence çok daha ilginç: İnananların inançlarının boş olduğunu isbat için, bilimin gerçeklerinin hiçbirisine aslında ihtiyaç yok, çünkü ateizm, mantıksal olarak, tanrı varsayımından daha tutarlıdır. Yani, tanrının varlığı veya yokluğu, tamamen mantıksal bir temelde ve bizzat inanların muhakeme tarzlarına dayanılarak tartışılabilir ve mantık tanrının olmamasını gerektiren senaryoyu destekler. İnanların en temel dayanağı, Bozkurt Bey’in yazısında anlattığı belgesele (ve benim bugüne kadar tartışma imkânını bulabildiğim tanrı inançlılarına) göre, her varlığın bir yaratanı olması gereğidir. Bu «gerekliliği» nedensellik kavramında bir ilk neden bulunması gerekliliği varsayımı ortaya çıkarmaktadır ki İslâm felsefe tarihinde bu tezin en güçlü savunucusu Gazâli olmuştur. Ancak, Gazâli’nin de açıkça farkettiği gibi, ilk nedenin bulunması imkânsızdır. Bu zor olduğu veya bizim düşünce gücümüzü aşan bir sorun olduğu için değil, sorunun kendi içinde tutarsız olmasından, yani mantıksal bir zırvalıktan türemesindendir (Gazâli işte bunu farkedememiştir). Şöyle ki, nedensellikler zincirinin bir başlangıcı olması, bizzat nedensellik kavramı ile çelişir. Diyelim ki, biz bir kalemi yaptık. Bizi anamız babamız yaptı, anamızı babamızı onların anası babası yaptı, .... ve en sonunda işte görülen her şeyi Allah yaptı. Nedensellik ilkesine göre, yani her inananın inandığı, «her var olanı bir yaratan vardır» ilkesine göre, Allah’a vardıktan sonra sorulacak soru, «peki onu kim yaptı?» sorusudur. Bilindiği gibi Kur’an bu soruyu men eder. Yani, Kur’an’ın bizzat kendi içinde inananların temel varsayımı olan «her var olanı bir yaratan vardır» ilkesinin tutarlı bir şekilde ele alınamadığı, buna izin verilmediği görülmektedir. Kur’an, bu çelişkiden, ancak soruyu yasaklayarak kurtulmaktadır ki bütün tek tanrılı dinlerin temelinde düşünceye, yani akla getirilen bu yasak vardır. Peki ateistlerin bu durum karşısında takındıkları tavır nedir? Buna cevabı bizim Milet’li Anaksimandros MÖ 6. yüzyılda vermiştir: Kâinatın ve zamanın ne başı ne de sonu vardır. O «apeiron»dur, yani sınırsızdır. Bu sonsuzluğu kavramak mümkün müdür? Tabiî: Bir kürenin yüzeyini düşünün. Bu yüzeyin «sonu» veya «başı» var mıdır? İşte bizim kâinatımız da küre yüzeyinin iki boyutlu olarak bize sunduğu modeldeki gibi (belki) sınırlı, yani mevcut olabilir ve büyüklüğü hesaplanabilir, ama sonsuz, çünkü sonu ve başı olmayan üç boyutlu bir zamanmekân sürekliliğidir. Bu düşünce tarzı kendi içinde tutarlıdır, zira kendi içinde bir çelişkiye yol açmaz. Halbuki tanrı varsayımı kendi içinde çelişkilidir veya her tanrının bir tanrısını var sayacak sonsuz bir ric’ate neden olacağı için gene de nihâî bir yaradana ulaşamaz. İşte bu nedenden ötürü, Bozkurt Bey’in kendini bağlamayan tutumunun gereksiz olduğu kanısındayım. Tanrı fikri kendi içinde tutarsız, ateizm ise tutarlıdır. Ateizmi yıkan gerçekler yoktur. Mâlum, Hegelciler tutarlılığı gereksiz görürler: Bu nedenle hep vurguladığım gibi bu noktada dindarlarla Marksistlerin düşünceleri birbirine tamen paraleldir. Bilimsel düşünce her ikisine de uzaktır, çünkü bilim tutarlılık arar. Tutarlılığın olmadığı yolun ucunda ise Marksizmin ve dinlerin vaat ettiği cennet değil, tımarhane vardır. ‘Ateizmi Yıkan Gerçekler’ Gerçekten Var mı?