Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
• KÜLTÜR • DOĞAN KUBAN Geç Göçerin Yerleşik Uygarlığa Geçmesinin Bedeli İslamın büyük patlamasının hemen ardından Altay’da atına binenler, Pekin’den Kuzey Hindistan’a, Semerkant’tan Bağdat’a ve Avrupa’ya uzandı. Fakat bu askeri üstünlük yani fetihlerin, insan yaşamında önemli bir yeri olan yaratıcılık olgusunu olumsuz etkiledi. Göçer (Türkler) bu yeni ortamda yaşamak için eski yerleşmenin insanların kullanmak zorundaydı. omo Sapiens’in 200.000 100.000 yıl önce Afrika’dan diğer kıtalara küçük insan grupları halinde on binlerce yıl boyunca yayılması olgusu, antropolojik ve arkeolojik olarak küçük ve bazen bağımsız veriler halinde bilinse de ayrıntıları hiçbir zaman öğrenilemeyecek evrensel, dramatik bir destandır. Fakat o sırlı, akıl almaz boyutlarıyla göçer insan en büyük insan paradigmasıdır. İnsanlar hayvanlar gibi çiftleşmek ya da beslenmek içgüdüleri dışında, olasılıkla merak etme gibi bir özelliğe de sahipti. İnsanlık tarihinin daha sonraki aşamalarında insanı hayvandan ayıran bu özelliği, doğaBiz, dini İran kanalıyla nın bir zorlaması ya da kışkırtması sonuAraplardan, sanatı cu, insanoğlunun İranlılardan ve çevreye uyma beceriBizanslılardan, edebiyatı sinde de buluyoruz. Afrika’ya en yaİranlılardan ve Araplardan kın coğrafi bölgeler aldık. Bu yerleşik düzeni olan ilk yerleşik külsürdürme, AnadoluTürk tür alanları M ı s ı r , Anado lu ve Mezo kültürünün temel özelliği po tamya’dır. Sonra oldu. Bu kopya kültürü, bu göçler Hint Yarıtoplumu bütün olarak madası’na, Çin’e ve Avrupa’ya uzandı. Bu terbiye etmedi. Çoğunluk tarihler kuramsal olaköylü kaldı. Çünkü rak 13 bin yıl öncesitoplumun dini, sanatı, na kadar uzanıyor. Fakat bu makalenin edebiyatı, bilim dili konusu Türk göçerkendinden değildi... Bunun lerin erken ortaçağsonuçlarını bugün hâlâ larda başlayan tarihidir. görüyoruz. Ortaçağın ve yeniçağın tarihini şekillendiren Asya Bozkırı insanları, başka bir deyişle Çin’in, Hindistan’ın, Avrupa’nın sınırlarındaki barbarların büyük çoğunluğu Türklerdi. Avrupa’ya gelen Hunlar, Macarlar, Türkler, Kumanlar, Peçenekler, Avarlar, Orta ve Yakındoğu’yu fetheden Selçuklular (Yani Müslüman olan Oğuzlar, diğer adı ile Türkmenler) ve Moğollar. Bu geç göçerler, yerleşik dünyanın sınırlarına hücum etmeye başladıkları zaman, Batı’da Yunan ve Roma, Doğu’da Hindistan ve Çin toplumları bir çok kültür aşamasından geçmişlerdi. Ortaçağın Arap ve Türk göçerlerinin egemen oldukları alanlar çoktan biçimlenmiş kültür ortamları idi. Arapİslam ve göçerTürk egemenliği, dünya tarihinde çok genç bir olgudur. Fakat tarihin bu aşamasının kanıtladığı önemli bir olgu var: Atlı göçerin yerleşik düzene karşı üstünlüğü. Bu yenilgiler binlerce yıl doğayla savaşan, tarım yapan, kentler kuran yerleşik toplumların çok zor bir yaşam sürdüğünü ve kendilerini göçerlere karşı hâlâ korumakta zorluk çektiğini, yerleşik yaşamın yani uygarlığın ge H lişmesinin göçer yaşamdan daha zor olduğunu gösteriyor. İslamın büyük patlamasının hemen ardından Altay’da atına binenler, Pekin’den Kuzey Hindistan’a, Semerkant’tan Bağdat’a ve Avrupa’ya uzandı. Fakat bu askeri üstünlüğün, başka deyimiyle fetihlerin, insan yaşamında önemli bir yeri olan yaratıcılık olgusunu olumsuz etkilediği anlaşıldı. Göçer bu yeni ortamda yaşamak için taklit etmek, yerleşik yaşam tekniklerini öğrenmek ya da eski yerleşmenin insanlarını kullandı. Süreci hızlandırmak için öyle yapmak zorundaydı. Yerleşik yaşama geçiş mekaniğini oluşturan bu yöntem, günümüze kadar kullanıla gelmiştir. Selçukluların devlet bürokrasisini İranlılardan kurmaları, Anadolu’da idare dilinin Farsça olması bunun açık kanıtıdır. Biz dini, İran kanalıyla Araplardan, sanatı İranlılardan ve Bizanslılardan, edebiyatı İranlılardan ve Araplardan aldık. Bu yerleşik düzeni sürdürme, AnadoluTürk kültürünün temel özelliği oldu. Bu kopya kültürü, toplumu bütün olarak terbiye etmedi. Çoğunluk köylü kaldı. Çünkü toplumun dini, sanatı, edebiyatı, bilim dili kendinden değildi. Ne var ki yerleşmiş uygarlığa geç giren toplumların bulduğu tek pratik yol budur. Bunun sonuçlarını bugün hâlâ görüyoruz. Bilim dilinin Arapça olması ve Arap kültürünün 13. yüzyıldan sonra felsefeyi dışlaması, Türk kültürünün geleceğini de duvara dayamıştır. Selçuklu döneminde, göçerin politik egemenliği ile yaşam kültürünün tümüyle ithal etme zorunluluğu örtüşüyordu. Bu olgu, Selçukludan sonra Osmanlı kültürünün kaderini de saptadı. Gerçi uzun Osmanlı döneminde yer yer özgün yaratı alanları vardır. Fakat bunlar Osmanlı’yı dünya kültür tarihinde bir yere oturtmamıştır. Yerleşik uygarlığa geçiş neye mal oldu? Sokrat, Eflatun ve Aristo ile Tuğrul Bey’in Nişapura girişi arasında 1500 yüzyıl var. Bu arada Yakındoğu ülkeleri eski dünya için saptayıcı kültür aşamalarından geçti. Miletos, Efesos, Persepolis, Atina, Bergama, Roma, İskenderiye, Konstantinopolis daha sonra Bağdat gibi büyük kültür merkezleri yükseldi ve battı. Şimdiye kadar kimse Bursa ya da İstanbul’un neden Bağdat ya da İsfahan’ın yerine geçmediğini incelemedi. Kimse bu yerleşik, yani yazılı tarihe geç girmenin fiziksel ve kültürel bağlamda Türk KOPYA KÜLTÜRÜN BEDELİ toplumuna neye mal olduğunu hesaplamadı. Bunun sayısal boyutları bile olabilir. Bu olgu toplumun bir bölümünün göçer kalmasından öte, kültür bağlamında ithal ‘méntalité’sinin sürüp gitmesidir. Almak yaratmaktan daha kolaydır. 15. yüzyıldan bu yana irdelersek en aptal adamın bile göreceği bir tablo var: Başta egemen Türkler olmak üzere İslam dünyası, Haçlı seferlerinden sonra Hıristiyan Avrupa’ya kapılarını kapamıştır. Bu durumun iki belirgin sonucu var: Birincisi bilim ve teknolojide geri kalmışlık; ikincisi matbaanın kuruluşunun neredeyse üç yüz yıl gecikmesi nedeniyle, bilgi ve okumayı yayma olanağının kısıtlanması. Osmanlı toplumu kendi ürettiğini bile topluma yaymak olanağına sahip değildi. Cehalet yüzdesi %90 olan bir imparatorluk yaşayamazdı. Bu durumun sonucu sadece Osmanlı’nın değil, İslam toplumlarının da bilimsiz ve teknolojisiz, okuma yazması olmadan 20. yüzyıla dayanmasıdır. Kuşkusuz sömürgeleşme bunun bir başka nedenidir. Osmanlı mirası budur. Biz Kurtuluş Savaşı’nı kazandık ve bir Cumhuriyet kurduk. Geri kalan bütün İslam ülkeleri Avrupa’nın sömürgesi oldu. Ne yapmış bu Mustafa Kemal ile arkadaşları? Sömürge olmayan tek İslam devletini kurmuş. Bugünün Türkiyesi kendi varlığını inkâr eden garip insanlar yetiştirdi. Diyelim Mustafa Kemal bir şey yapmadı. İstanbul işgal edilmedi mi? Yunanlılar, İtalyanlar, Fransızlar Anadolu’ya çıkmadılar mı? Yüz binlerce kişi ölmedi mi? Kendi yakın geçmişinin gerçeklerini inkâr eden bir toplum, daha eski tarihini nasıl doğru öğrenir? Son günlerde Fransa, kendi uygarlık ilkelerine sırtını dönerek Ermeni soykırımı protestosunu adli suçla birleştirdi. Bizimkiler tarihe sarıldı. Ama tarih, aç kalınca bir lokma yenilen bir kavurma değildir. Tarihin sizi aydınlatmasını isterseniz yanıtlarını beklediğiniz sorularınız olmalıdır. O zaman tarih, toplumun yapısını anlatacak güvenli bir arşiv olur. Türkler için uygarlık yolunda geç kalmanın bedeli, önden gidenleri taklit etmek oldu. Gerçekten bilim ve sanayide, yanlış ve yüzeysel gösterilerle onu bile yapamazsak, ‘blucini şalvar yerine giyince çağdaş olamayız. Çağdaş olmamak ise hiçbir şey olmamak demektir. Başta bilim alanı olmak üzere ya yaratıcı bir toplum olacağız ya da köle. Türkiye gibi büyük tarihli bir ülke bunu aşacak yeteneklere sahiptir. Bu, Mustafa Kemal’in Gençliğe Hitabesi’nde o çağın romantik ifadesiyle dile getirilmiş bir büyük çağrıdır. Kanımca dünyanın politik ‘conjoncture’ü, enerji ve iklim sorunlarıyla da örtüştüğü için toplumun yaratıcı duyarlığının yollarını açacaktır. Bizim gibi toplumların tek umudu da burada. 1500 YILLIK FARK Tayfun Akgül ATLI GÖÇERİN ÜSTÜNLÜĞÜ CBT 1294/2 6 Ocak 2012