17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

GÜNCEL TIP Tümevarım ve bilim yöntemi CBT’nin 1293’üncü sayısında, sevgili dostum ve hocam Bozkurt Güvenç Bey, üniversitede kendisine anlatılan tümevarım süreci ile lisede felsefe derslerinde öğrendiği tümevarım yönteminin geçersizliğini karşılaştırarak, aslında ikisinin ayrı şeyler olduğunu söylüyor... Celal Şengör Mustafa Çetiner [email protected] www.mustafacetiner.com Gereksiz ve uzun süreli vitamin alanlardan ölüm riski artıyor. Antidepressant ilaçlarla doğal hayattan uzaklaşıp plastik hayatlar yaşıyoruz.. Aslan İle İnsan... Aslan yeryüzünün en yırtıcı hayvanlarından biridir. Belgesellerde görürüz, Afrika’nın uçsuz bucaksız topraklarında kahverengisarı, kimi zaman koyu kahvesiyaha dönen postuyla sahibi olduğu topraklarda kendinden emin dolaşır. Geniş alnı, güçlü çenesi, püsküllü kuyruğu ile ait olduğu o yerde, uçsuz bucaksız vahşi topraklarda mutludur. Diğer kedilerin aksine sosyaldir, diğer aslanlar ile birlikte huzur içinde yaşar. Mutludur; çünkü ait olduğu yer orasıdır, bildiği ve yeteneği olan iş orada yaptığı iştir. Aslanı ait olduğu o topraklardan alıp hiç alışmadığı bir kafese koyarsanız, elinden özgürlüğünü alıp hiçbir anı kendi seçimi olmayan bir yaşama mahkum ederseniz mutsuz olur. Sonra yapmanız gereken yeni durumuna alışsın diye ona ilaçlar vermek, sakinleştirmek ve yeni ortamında mutluluğunu sağlamaya çalışmaktır. Bu durumda aslana verilen ilaçları bir çeşit tedavi saymak mümkün mü? Aslanın bu hali bana antidepresant ilaç kullanan insanların durumunu hatırlatıyor. Gelecek kaygısı, eğitimde fırsat eşitsizliği, eğilim ve yeteneklerin farkına varılmadan yapılan meslek seçimleri, ekonomik kaygılar ile geçen bir yaşam ve tedavi için kullanılan antidepresant ilaçlar. Benzemiyor mu? Archieves of Internal Medicine tıp dünyasının en saygın dergilerinden biridir. Geçtiğimiz aylarda bu dergide yayımlanan Iowa Kadın Sağlığı çalışmasının sonuçları oldukça ilgi çekiciydi. Yazıya bakacak olursanız kimi vitamin desteklerinin kontrol dışı kullanımı ile ölüm riski arasında yakın bir ilişki vardı. Çalışmaya 1986 yılından beri düzenli olarak izlenen ve yaşları 5569 arasında değişen toplam 38.772 kadın alınmıştı. Bu büyük grup üzerinde yapılan değerlendirmede birden çok vitamin takviyesi alan kadınlarda mutlak ölüm riski, almayanlara göre %2,4 daha yüksekti. Çalışma sonucuna bakarsanız, vitamin B6, folik asit, magnezyum, çinko gibi vitaminleri aşırı kullanan kişilerde, kullanmayanlara göre ölüm riski % 36 arasında artıyordu. Kalsiyum kullanımı ile ilişkili olarak ise böyle bir risk artışından söz edilmiyordu. Araştırmacılar özellikle beta karoten, vitamin E ve vitamin A kullanımının da sakıncalar yaratabileceğinin altını çiziyordu. Kuşkusuz ki, sadece bir çalışmaya bakarak bu tür takviyelerin sakıncaları olduğunu söylemek zor. Aşırı ve uzun süreli vitamin takviyelerinin bedenimizde nelere mal olduğu ve organizmada neler yarattığı konusu tıbbın bilinmezlerinden biridir. Bu bilimsel çalışma sürece sadece bir katkı olarak kabul edilmelidir. Ama bir yandan da unutmamak lazım, Iowa Kadın Sağlığı çalışması; Amerikan Ulusal Kanser Enstitüsü, Finlandiya Kültür Vakfı ve Fullbright Araştırma fonunca desteklenmiş, önemli bilim insanları tarafından gerçekleştirilmiş ve saygın bir bilimsel dergide yayınlanmıştır. Çalışmayı gerçekleştiren Dr. Goran Bjelakovic ve Dr Christian Gluud sözlerine kulak vermek zorundayız. “Koruyucu amaçlı olarak en azından sağlık durumu iyi ve beslenme sorunu olmayan gruplarda vitamin takviyeleri gereksizdir. Bu tür takviyeler sebze ve meyve yemenin, doğal yollardan vitamin almanın kesinlikle yerini tutamaz ve istenmeyen sağlık sorunları yaratabilir.” Yeni yüzyılın ikinci on yılında ilerlerken, dünyada en çok kãr getiren ilaçlar listesinde antidepresantlar en yukarılarda duruyor. Dünya ilaç piyasasının büyüklüğü 1 trilyon dolara ulaşıyor. Alternatif tıp pazarının büyüklüğü milyarlarca doları buluyor. Antidepresant ilaçlara ve vitamin kapsüllerine hapsettiğimiz güvenli ve mutlu yaşamlarımız çok fazla plastik, gerçek yaşamdan ve doğadan kopuk değil mi? Gündelik yaşam içinde debelenirken beynimizi uyuşturan gerçekleşmesi imkânsız umutlarımız, hayallerimiz, beklentilerimiz hayvanat bahçelerine hapsedip ilaçlarla mutlu ettiğimiz aslanlarınkine benzemiyor mu? Esas olan istediğimiz, tercih ettiğimiz, sevdiğimiz özgür seçimlerimizin yön verdiği bir hayat değil mi? Çok fazla oynanmış ve plastik hayatlar sürdüğümüzün farkında mıyız? B ozkurt Hocam bilimsel yöntem olarak kendisine öğretilen tümevarımın gözlem, adlandırma, sınıflama, sınıflararası olası ilişkiler üzerine kurulan varsayımlar, varsayımların sınanıp doğrulanmasıyla üretilen paradigmalar ve nihayet kuram silsilesinin; felsefede öğretilen, bilimsel bilgi ne kadar çok olursa olsun n+1’inci bulgu farklı olabileceği için tümevarımla kesin sonuçlara ulaşılamaz teziyle aslında uyum içinde olduğunu söylüyor. Bana yönelttiği soru şu: «Felsefe tarihinin tümevarım kavramıyla, bilimin tümevarım yöntemi arasında bir fark mı var; yoksa ben mi yanılıyorum?» Ben Bozkurt Hocanın yanıldığı kanısındayım, ama kendisini hocaları yanıltmışlardır. Sanırım bilhassa ABD’deki ampirist gelenekten gelen hocalar. Öncelikle, Bozkurt Bey’in «bilimsel yöntem» diye betimlediği gözlem, adlandırma, sınıflama, sınıflararası olası ilişkiler üzerine kurulan varsayımlar, varsayımların sınanıp doğrulanmasıyla üretilen paradigmalar ve nihayet kuram silsilesi, bilimin gerçek işleyişinde hiçbir zaman var olmamış, idealize ve hayali bir silsiledir ve Bacon’un Novum Organum’undaki programa dayanır. Sanılanın tersine hiçbir bilim işe gözlemle başlamaz. Bunun böyle olduğunu görmek isteyen okuyucum kendi kendisine veya etrafındaki dost veya akrabasından birine «gözle!» komutunu versin. Kuşkusuz, komutu verdiği kişi kendisine şaşkın gözlerle bakarak «Neyi gözlememi istiyorsun?» diye soracaktır. Bu soru bize derhal her gözlemin arkasında aslında bir seçimin olduğunu gösterir. Gözlemek istediğimiz nesne veya süreci biz seçeriz. Bu seçim de daha önceki bilgilerimize dayanarak yapılır. Burada gene geçen haftaki yazımda tartıştığımız Tanrı’nın varlığı muhakemesindeki sorun karşımıza çıkmaktadır: Gözlemimize ışık tutan bir önceki bilgi neye dayanıyordu? O da bir evvelki gözlemlerin yorumuna dayanır. Peki o gözlemler nasıl yapılmıştı? Onlar da bir önceki bilgi hazinesinin bize sunduğu seçeneklerden seçilerek yapılmıştı.... Sonu yokmuş gibi görünen bu silsilenin sonu, canlının doğarken beraberinde getirdiği ve evrimin canlının genlerine kodladığı, büyük Alman filozofu Kant’ın à priori (yani önceden) elde edilmiş bilgi dediği, bizimle birlikte doğan bilgilerdir. Mesela, yumurtadan çıkan deniz kaplumbağası yavruları hiç şaşırmadan doğru denize koşarlar. Bu onlarla birlikte doğan ve evrimce programlanmış bir bilginin eseridir. Bilimde de her bilim insanı işine kafasında belli bir bilgi dağarcığı ile başlar. Bunlar onun mesleki eğitiminde edindiği bilgilerdir ve her biri varsayımsaldır. Bilimcinin görevi bu varsayımları kontrol ederek yanlış olanları varsa onları elemektir. Özellikle genel sorunları çözmeye çalışan varsayımlar asla doğrulanamaz. Diyelim ki, on bin beyaz kuğu gördünüz ve «tüm kuğular beyazdır» varsayımını geliştirdiniz. Sonra on bin+1., on bin +2., on bin+3. vs kuğular da hep beyaz çıktı. Bu ek gözlemler varsayımınızı doğrular mı? Hayır. Çıkan on bin+n. kuğunun da beyaz olacağı ne malumdur? Ama bir siyah kuğu görür görmez, «tüm kuğular beyazdır» varsayımınızın kesin olarak yanlış olduğunu bilirsiniz. Dolayısıyla genel varsayımlar sadece yanlışlanabilirler; doğrulanamazlar. Bu da Bozkurt Bey’e öğretilen silsilenin içindeki bir başka mantık hatasıdır ki buna ilk defa büyük İskoç felsefecisi David Hume dikkat çekmiştir. Bu nedenle bilimsel yöntem aslında şöyle gelişir: Önce bir varsayım; sonra bu varsayımdan belli çıkarımlar yaparak bunları gözlemle kontrol etmek (neyin ne detayda gözlenmesi gerektiğini çıkarımlar belirler), yanlışlanan varsayımları elemek ve derhal yeni gözlemleri de açıklayabilen yeni bir varsayım üretmek ve kontrol sürecini yeniden başlatmak. Eğer kâinat sonsuz ise, bu yöntem bilimin de sonunun olmayacağını gösterir ki bence bilimin en hoş ve çekici yanı budur. Bilim tüm otorite ve nihailik iddialarını çürütür. Bilimde tüme asla «varılmaz» (çünkü bu mümkün değildir) ama tüm «varsayılır» ve bu varsayım gözlemle kontrol edilir. Bozkurt Bey felsefeyi ve mantığı lisede büyük düşünürümüz HasanÂli Yücel’in kitaplarından okumuştur. Ben HasanÂli hakkında yazdığım kitabımda onun Popper’den bağımsız olarak tümevarımın tutarsızlığını gördüğünü ve varsayımın önemini fark ettiğini anlatmıştım. Sanırım HasanÂli’nin bu sezgisinin kaynağı, hocası Fuad Köprülü’nün büyük eseri «İlk Mutasavvıflar»ın giriş kısmında bilimsel yöntem hakkında söyledikleridir. Bozkurt Bey’in otuzlu ve kırklı yıllarda lisede aldığı (ve İTÜ’de devam ettirdiği) tahsil, kendisinin ve sevgili arkadaşı Prof. Doğan Kuban’ın da arada bir bizlere anlattığı gibi, ABD’de MIT’de verilen tahsilden daha kaliteliydi. BİLİM GÖZLEMLE BAŞLAMAZ! BİLİMSEL YÖNTEM NASIL GELİŞİR? CBT 1295/ 19 13 Ocak 2012
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle