17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

GÜNCEL TIP Mustafa Çetiner Otizm ve Asperger sendromu tedavisi için yeni bir uygulama Otizm spektrumu hastalarının tedavisinde kullanılan yeni bir teknik umut veriyor. Kısaca TMS olarak bilinen kafatası içine manyetik uyarı göndermek (Transcranial Magnetic Stimulation – TMS) şu anda klinik deney aşamasında. İlk sonuçlar olumlu.. TMS’nin otizm spektrumu hastalıklarının (OSH) sosyal becerilerini arttırıp arttırmayacağı konusunda yapılan klinik deneylerden alınan ilk sonuçlar umut verici. Bu teknik ayrıca otistik bir insanın beyninin nasıl çalıştığı konusunda da bilgi edinilmesini kolaylaştırıyor. Bu yöntem sayesinde OSD’nin bazı belirtileri tedavi edilebilecek. İlk sonuçlara göre beynin ön kısmındaki bir bölge uyarıldığı zaman hastanın empati ve sosyal fonksiyonlarında düzelme görülürken, beynin başka bir kısmına TMS uygulandığında iletişim becerisi ve dikkat yeteneğinde belirgin bir gelişme izleniyor. Avustralya, Melbourne’daki Monash Alfred Psikiyatrik Araştırma merkezi’nden Paul Fitzgerald sonuçları şöyle değerlendiriyor: “Bu uygulamanın bir çare olduğunu söylemiyoruz. Ancak bu uygulamadan sonra ortaya çıkan düzelmeler, kısa süreli bile olsa biyolojik düzeyde müdahale etme şansımızın olduğunu gösteriyor.” TMS, hastada rahatsızlık uyandırmayan bir uygulama. Manyetik bir bobin yardımı ile beynin içine elektrik akımı uygulanıyor. Akım burada ya baskılayıcı ya da uyarıcı bir görev üstleniyor. Fitzgerald’ın ekibi TMS’nin yeni bir versiyonundan yararlanıyor. Bu yeni cihaz beyin dokusunun 5 cm kadar içine girerek mediyal frontal korteks denilen bölgeyi faal hale getiriyor. Bu bölge OSH hastalarında sosyal iletişim sırasında daha az çalışıyor. [email protected] www.mustafacetiner.com Onu yaklaşık 5 yıl önce tanıdım. Poliklinikte sessizce muayene sırasının gelmesini bekliyordu. Çok uygar biriydi, adam gibi adamdı… Nejat Biyediç ve Düşündürdükleri M Genç yaşta “Miyelodisplastik Sendrom” tanısı almıştı. Hastalığını ve olabilecekleri ona anlattığımda son derece soğukkanlı bir biçimde dinlemiş, hiçbir aşırı tepki göstermemiş ve umudunu hiç yitirmemişti. Yürekli adamdı. Kemik iliği nakli olduktan kısa bir süre sonra Eskişehirspor’u çalıştırmış ve takımın Süper Lige çıkmasını sağlamıştı. Playoff maçları öncesi kamptayken antrenmanlar arasında kontrole gelir, kan sayımlarını yaptırır, yine büyük bir soğukkanlılık ve disiplinle kampa geri dönerdi. Hasta insan, her zaman yakınlarında ona destek olacak birilerini arar. Bursaspor ve onun vefakâr taraftarını bir yana bırakırsak Türk futbolu ve bu ülke ondan desteğini esirgedi. Eskişehirspor’u şampiyon yaptıktan sonra hak ettiği ücretini alabildi mi, onu bile bilmiyorum. Ölümü zaten pek temiz olmadığını yıllardır hissettiğimiz ancak son birkaç aydır kirlenmişliği iyice gözler önüne serilen futbolumuzun en krizli günlerine denk geldi. Hakkında yazılan birkaç kısa haber ile duyuruldu ölümü. Hepsi o kadar ile kaldı. Unutuldu gitti hemen. Onun yaşadıkları ülkemizdeki yüzlerce kanser hastasının yaşadıkları ile aynıydı. Ülkemizin sağlık alanındaki en büyük eksikliklerinden biri, kanser hastalarına yeterince sosyal ve psikolojik destek verecek oluşumların olmamasıdır. Halen tıbbi anlamda birçok temel eksiğini bile tam olarak halledememiş bir ülke için bu tür desteklerden söz etmek gereksiz bir lüks değildir. Tam tersine bu en önemli eksikliklerimizden biridir. Tıp pratiğinde sık kullanılmaya başlanan “farkındalık”, “hekim merkezli tıp yerine hasta merkezli tıp”, “kişinin başına gelebilecekleri bilme hakkı”, tedavi uygulamaları ve tıbbi girişimler için artık zorunlu olan “hasta onamı” gibi kavramlar, günümüzde bireyin özgürleşme sürecinin uzantılarıdır. Hasta hakları hareketi aslında kişilik hakları ile yani demokrasi talebi ile tıbbın gündemine giren ve hastanın kendi sağlığı konusunda kişisel tercihlerine önem verilmesini, özerkliğine saygı gösterilmesini zorunlu kılan bir süreçtir. Bu sürecin sağlıklı işlemesi ancak sağlam bir sosyal yardımlaşma ve dayanışma ile var olabilir. Bunun için gerekli olan başta kanser olmak üzere ciddi ve kronik hastalığı olan kişilere sosyal destek verecek oluşumlardır. Bu oluşumların ana görevi hastaları hastalıkları hakkında bilgilendirmek, yalnız olmadıklarını hissettirmek, yasal tüm haklarını savunmaktır. Nejat Biyediç’in yaşadıkları bu tür destek grup ve kuruluşlarına sahip olmayan bir ülkede hastaların birçoğunun yaşadığı “yalnızlık ve savunmasızlık” haliydi. Oysa bu ülkede Biyediç gibi yüzlerce hasta var. Bu ülkede bırakın bu sosyal oluşumları, kendisini kanser merkezi olarak tanımlayan, hastayı ilk karşılamadan taburcu edene kadar her türlü tıbbi, sosyal ve psikoloji desteği vermeyi amaç edinmiş, hastanın süreçlere katılımını sağlayacak, hastalıklar ile ilgili temel eğitimin sunulduğu bir “kanser merkezi” bile yoktur. Hastalar, birlikte çalışmaya çok da alışkın olmayan hekimler ve merkezler arasında gidip gelmekte ve en temel sosyal ve psikolojik gereksinimlerini bile karşılayamamaktadır. Hastaların haklarını sağlık kuruluş ve çalışanlarına, çalıştıkları kurumlardaki işverenlerine, Sağlık Bakanlığı gibi resmi kurumlara karşı savunacak oluşumlar çok azdır. Biz hekimler bilmeliyiz ki, ne kadar iyi tıbbi hizmet verirsek verelim, hastalara sosyal ve psikolojik destek sağlamadan yaptığımız iş eksiktir. Hastaların talepleri nettir. “Ben bir hasta olarak kendime ne yapıldığını bilmek, bana uyguladığınız tedaviler hakkında bilgilenmek, hakkımda aldığınız kararlarda söz sahibi olmak istiyorum, ben aynı hastalık tanısını aldığım diğer hastalar ile aynı kişi değilim, ben kendimim, benzersizim, bunu fark etmenizi ve öncelikli gereksinimlerimi göz önüne almanızı istiyorum”. Bu çok anlaşılır talebi karşılama zamanı çoktan gelmiştir. D Ü NY A G Ö S T E R G E L E R İ Kalkınmakta olan ülkelerde orta sınıf genişliyor Son dört yıldır ekonomik krizin etkisi altındaki zengin ülkeler ile büyük bir hızla gelişen kalabalık nüfuslu Asya ülkeleri arasındaki farkın belirginleştiği görülüyor. Asya ve Afrika Kalkınma Bankaları’nın yaptığı ekonomik tahminler, bu tabloyu onaylıyor. Afrikalıların üçte biri ve Latin Amerikalıların dörtte üçü orta ve Çin’in yaklaşık %90’ı bu sınıfa dahil edilmiş oluyor. Orta sınıfın gelişmekte olan ülkelerde giderek büyümesinin beraberinde bazı siyasi talepleri de getirmesi bekleniyor. Bugüne dek siyasi arenada seslerini fazla duyuramayan orta sınıf (yoksul kesimin sesi, daha kalabalık olduklarından daha fazla çıkıyordu), sayılarının artmasıyla pek çok alanda daha etkin bir konuma geliyorlar. Ancak siyasi uzmanlar bu sınıfın sesinin daha çok protesto amaçlı çıktığını, geniş anlamda siyasi bir güç olamadıklarına dikkat çekiyor. Arap ülkelerinde yönetimlerinin devrilmesinde önemli bir rol oynayan orta sınıf, Çin ve Hindistan’da yolsuzluğun giderilmesi için eylemler yapıyor. Genel kanıya göre orta sınıfın siyasi olarak etkin olmadığı yönündeki söylemler artık geçerliliğini yitiriyor. Marx, “Tarihsel olarak burjuvazi Avrupa’da devrimci bir rol oynadı” diyordu; şimdi ise gelişmekte olan piyasalarda benzer bir devrimci role soyunması bekleniyor. http://www.economist.com/blogs/dailychart/2011/middleclass/ CBT 1277 / 15 9 Eylül 2011 Dünya Bankası’ndan Martin Ravallion’a göre orta sınıf (günde 213 dolar arası kazanan kesim) 1990 ile 2005 arasında Asya’da 1.5 milyara ulaştı; Latin Amerika’da bu kesim aynı dönemde 277 milyondan 362 milyona çıktı; Sahraaltı Afrika’da ise 117 milyondan 197 milyona yükseldi. Asya ve Afrika Kalkınma Bankaları’na göre ise orta sınıf günde 220 dolar kazananlardan oluşuyor. Bu son tanıma göre yoksulluk çizgisinin hemen üzerinde yer alan kitleler de orta sınıf sayılıyor. Örneğin 2008 yılında
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle