17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

OOOF OFF LINE Tanol Türkoğlu ([email protected]) Uzmanları toplumunun bilgi düzeyini arttırmada fedakârca çalışmazsa, yönetilen yüzde seksenin başa geldiğinde ilk yapacağı şey, yöneten yüzde yirmiyi yok etmektir! Bu da aslında toplumun topyekun batması demektir! Ulusların Oluşumunda Laikliğin Rolü Bir toplumun uluslaşma düzeyi, laikliğin gelişmesi ölçüsünde yükselir. Bir ulus, ancak laikliği ölçüsünde ulustur. Osman Bahadır [email protected] CBT 1277/ 12 9 Eylül 2011 Demokrasinin kökenine baktığımızda, bugün varsaydığımızın tersine toplumdaki tüm bireylerin eşit haklara sahip olmasının bir gereklilik olmadığını tespit ederiz. Antik Çağ’da Atina gibi Yunan şehirdevletlerinde ortaya çıkan demokratik yönetimde o şehirde doğmuş, köle olmayan hür, erkek bireyler için vardı demokrasi. Bir başka deyişle demokrasi her zaman halkın kendini yönetmesiydi ama halk denilen kümenin içine istisnasız herkes girmiyordu. Zaman içinde bu ayrım farklı kılıklara girse de gelişip evrilerek devam etti. Örneğin kadınların, “halk” denilen grubun içine girmesi ancak 19. yüzyıldan itibaren başladı. Kadınlara ilk seçme ve seçilme hakkı tanıyan ülke Yeni Zelanda’dır ve tarih 1893’tür. Örneğin İsviçre bu hakkı 1971’de, Portekiz ise 1976’da tanımıştır (ABD 1920, Türkiye 1934). Elinde silah, cebinde para ya da aklında bir inanç yoksa birey kendini nasıl güçlü hissedecek? Haklarını nasıl koruyacak? Her devirde bu üç silah kadar güçlü olan ancak perde arkasında kalan dördüncü güç bilgidir (bilginin izi cennetten kovulma hikâyesi kadar sürülebilir). Ancak bilginin resmen böyle bir güç haline gelmesi için 20. yüzyılın son çeyreğine dek beklemek gerekmiştir. Bilgi o kadar öne çıktı ki artık bilgi çağı, bilgi toplumu diyoruz. Ancak bilginin her bireye eşit şekilde ulaşamaması eşitsizliği denklem içindeki yerini korumaktadır. Demokrasi temelde bireyin bilgiyle uğraşma sürecinde eşitlik sağlar; bu sürecin sonuçlarına ulaşmak konusunda ise her birey kendi kapasitesi ve imkânları ile sınırlıdır. Özellikle belli bir uzmanlık alanı söz konusu olduğunda (ör. mühendislik, doktorluk, vb) sokaktaki vatandaş ile işin uzmanı bireyin aynı bilgi düzeyinde olması beklenmez. Bu eşitsizlik iki sorunu da bünyesinde barındırmaktadır: 1) Daha çok bilgiye sahip uzmanların giderek kendisi kadar bilgi sahibi olmayanları küçük görmesi (elitizm?). 2) Buna karşılık sıradan vatandaşın geliştirmiş olduğu karşı atak: Uzmanlığı aşağılama, küçük görme! Örneğin, hastayı insan yerine koymayan doktor ya da doktorun teşhistedavi sürecini beğenmeyerek ona şiddet uygulayan hasta (yakınları). Örneğin interneti bütünüyle politik çıkar açısından değerlendiren hükümetler ve onun bürokratları ya da bu bürokrat ya da politikacıları acımasızca eleştiren uzmanlar! Kutuplaşma bu tür sosyal olguları analiz etmede, çözmede ne yazık ki sağlıklı bir süreç üretmeyecektir. Uzmanın tek görevi kendisi kadar bilmeyenleri, eksik bilgiyle verdikleri kararlar için eleştirmek midir? Eğer bilgi çağında, bilgi toplumunda yaşıyorsak, uzmanların sahip oldukları bilgileri herkesle paylaşması, bununla da kalmayarak herkesin bilgi düzeyini yükseltmeye çalışması onun doğal sosyal bir görevidir. Bilgi toplumu elitizmin getirdiği eşitsizliği aşma konusunda toplumlara büyük bir fırsat sunmaktadır. Bunun için yük uzmanların sırtındadır. Yetkililerin ya da onlara yetki veren sıradan vatandaşların bilgi düzeylerinin yetersizliğinden dolaylı da olsa uzman kadrolar sorumludur. Eleştirmek işin kolayı, aynı zamanda da elitist mentalitenin münasip bir dille varlığını hissettirme modelidir. STK’ler bu modelin icra edilmesinde piyon olarak kullanılabilmektedir. Bilgi toplumu ifadesinin hakkını veren toplum, böyle bir dönüşümü benimseyecek uzmanlara sahip olan toplumdur. Uzmanlarının bu fedakârlığı yapmayacağı toplumlarda, yönetilen yüzde seksenin başa geldiğinde ilk yapacağı şey yöneten yüzde yirmiyi yok etmektir! Bu da aslında toplumun topyekun batması demektir! Demokrasi, Elitizm ve Bilgi D in, ulusun bileşenlerinden biridir. Çünkü ulus, tarihsel bir olgudur ve bu nedenle de bir toplumun tarihin ilk çağlarından beri benimsemiş ve özümsemiş olduğu ve halen varlığını sürdüren tüm birleştirici sosyal öğeleri kapsar. Bu anlamda, dil kadar kapsayıcı ve kuvvetli olmasa da din de önemli bir birleştirici öğe olarak ulusal toplulukların bileşiminde yer alır. Bugün bu gerçeği dünyanın çeşitli ulusal toplumlarında açık olarak görüyoruz. Ancak dinlerin ulusların TÜBİTAK tarafından yayımlanan Bilim Teknik Dergisi, 2009 yılında Darwin’in doğubileşiminde yer alıyor olması ger munun 200. yılı nedeniyle hazırlanan Darwin dosyasını son anda yayından kaldırçeği, onların ulus yaratıcısı ol mış ve başka bir konuyu kapak konusu yapmıştı. dukları anlamına gelmez. Tam tersine, tarihsel ve toplumsal bir Laiklik ilkesi, kamusal yaşamda bilimsel refekategori olarak ulus, varlığını, dinin toplumsal ransların temel alınmasını sağlayarak bilimde, sahayattaki temel birleştirici rolünü gerileterek ornatta, teknolojide, eğitimde ilerlemenin ve böyletaya koymuştur. ce giderek daha refah içinde bir yaşamın temelleDil ve tarih birliği bulunan modern toplumlara ulus diyoruz. Bu tanımdaki modern kavramının işaret ettiği şey, dünyevi yaşam gereklerinin ve değerlerinin dinsel yaşam gereklerinin ve değerlerinin önüne geçmesi ve dünyevi yaşamdaki dinsel referansların yerini de akılcı ve bilimsel referansların almasıdır. Bunun yanı sıra bir toplumun modern ve ulusal varlık olmasını sağlayan birleştirici kuvvet, özgür iradelere sahip bireylerin bütünselliğini sağlayacak güçlü bir ortak bağın varlığıdır. Ulusal kimliğin doğmasını sağlayan bu en önemli ve ortak bağ, yurttaşlık kavramı, bilinci ve statüsüdür. Bu anlamda, tarihsel olarak dini topluluklardan ulusal toplumlara geçiş, din kardeşliğinden yurttaşlığa (ümmetten modern topluma) geçişe karşılık gelir. Yurttaşlığı tanımlayan en önemli nitelik ise ulusu oluşturan tüm insanlar arasındaki hak eşitliği statüsüdür. Avrupa’da ulusların doğuşu ile dini dogmaların bilimsel gerçeklerle uyuşmadığının anlaşılmaya başlaması süreci birlikte gitmiştir. Farklı dinler, mezhepler ve inanışların egemen dinlere, mezheplere ve inanışlara karşı varlıklarını koruma mücadelesi de dahil olmak üzere tüm toplumsal hak eşitliği arama mücadelesi de yukarıda belirttiğimiz sürece eşlik etmiştir. (Kadınların hayatın her alanında erkeklerle eşit haklara ve imkânlara sahip olma mücadelesi de bu sürecin önemli ve ayrılmaz bir parçası olmuştur.) İşte din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması olarak tanımlayabileceğimiz laiklik, kamusal yaşamda bilimsel referansların geçerli kılınması ile insanların inançları, düşünceleri ne olursa olsun hak eşitliğine sahip olması gerekliliğinin, bu iki zorunluluğun birlikte hayata geçirilmesinin bir yolu olarak ortaya çıkmıştır. ULUS NEDİR? rini yaratmıştır. Bu ilke dini referansları devlet işlerinden ayrı tutarak aynı zamanda farklı inanç sahiplerinin zarar görmesini de önlemiştir. Bu nedenle laiklik, bir toplumu oluşturan insanların tümünü eşit haklar ve özgürlükler temelinde birleştirmenin yegâne yoludur. Bu ilkeden (laiklik ilkesinden) her iki yönde de, toplumsal yaşamın yönlendirilmesinde bir dinin gereklerini referans alma ya da bir inanç grubu mensuplarının veya kadınların haklarını kısıtlama gibi her sapma, toplumu ayrıştırır ve birleşik bir ulusal kimlik oluşturmanın önüne engeller çıkartır. Laiklik sayesindedir ki farklı dinlere, inanışlara mensup insanlar, inançlarının gereklerini özgürce yerine getirmekten ve inanç kimliklerini korkusuzca ifade etmekten geri kalmadan kendilerini bir ulusun eşit ve özgür üyesi olarak tanımlayabilmektedirler. Bu nedenle laikliğin gelişmesi, ulus olarak toplumsal varlığın ve ulusal kimliğin gelişmesidir. Laiklikten uzaklaşma ise ulus ve modern toplum olma niteliğinden uzaklaşmadır. Çünkü laiklikten uzaklaşılarak, eşit haklara sahip ve aklını özgürce kullanmasını bilen yurttaşlardan oluşan bir toplum oluşturulamaz. Bir ulus, ancak laikliği ölçüsünde ulustur. Geçen sayıda yayımlanan “Ulusların Oluşumunda Teknolojinin Rolü” başlıklı yazının birinci sütununda geçen “Telgraf teknolojisi bizde II. Abdülhamit döneminde başladı” cümlesindeki başladı sözcünün yerinde yaygınlaştı sözcüğünün olması gerekiyordu. Bu yanlışlıktan dolayı okurlarımızdan özür dileriz. LAİKLİK BİRLEŞTİRİR Düzeltme:
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle