17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Doktorsuz, ilaçsız kendi kendine tedavinin 6 yolu Beş kuruş ödemeden, her an, her yerde yararlanabileceğimiz bir ilaç var… Hiçbir yan etkisi olmayan bu ilaç çok sayıda hastalığa iyi geliyor. Adı beyin. New Scientist’ten Jo Marchant, beynimizi kullanarak kendi kendimizi iyileştirebileceğimizi söylüyor. Bunun için de şu altı yolu öneriyor: • İYİLEŞECEĞİNİZE İNANIN • OLUMLU DÜŞÜNÜN • MEDİTASYON YAPIN • İNSANLARA GÜVENİN • KENDİ KENDİNİZİ İPNOTİZE EDİN • AMACINIZI BELİRLEYİN nasıl yarar sağladığını anlattık. Bir anlamda hastaları ikna ettik.” Bu çalışma şu olasılıkların da bir gün gündeme gelmesine yol açabilir: Plasebo etkisi sayesinde insanlar bir bardak su içerek baş ağrısının geçeceğine, egzemanın iyileşeceğine ikna edilebilir. CBT 1277/ 11 9 Eylül 2011 İçinde yalnızca şeker olan bir hap veya tuzlu sudan oluşan bir enjeksiyon sizi tedavi edebilir. Bunun için tedavinin sizi iyi edeceğine inanmanız yeterli. Depresyondan Parkinson’a, eklem romatizmasından MS’e çok sayıda hastalığın tedavisinde plasebo etkisinin hayal olmadığı artık anlaşılmış bulunuyor. Plasebo etkisi konusunda yapılan deneylerde doğal ağrı kesicilerin salgılandığı, tansiyonun normale döndüğü, kalp atımlarının yavaşladığı ve bağışıklık sisteminin güçlendiği görülüyor. Bu ölçülebilir değişikliklerin düzeyi hastanın inanç düzeyine bağlı. Üstelik bazı ilaçların plasebo etkisini güçlendirdiği de söyleniyor. Ne var ki hasta bu ilaçları kullandığının farkında olmadığı zaman, ilaçlar yarar sağlamıyor. Bir başka önemli nokta da, bir ilacın zararlı yan etkileri olduğuna inandığınız an, o zararlı etkilerin kendini gösteriyor olması. “Nosebo etkisi” adı verilen bu durumun bazı vakalarda ölümcül olduğu saptanmış. Bugüne dek plasebo etkisinin kendini göstermesi için, insanların ilacın gerçekliğine inanmış olması yönünde bir varsayım geçerliydi. Şimdi bunun doğru olmadığı düşünülüyor. Plasebo etkisine inanmak –belirli bir ilacın yerine vücudumuzu iyileşmeye teşvik etmek için yeterli olabilir. Harvard Tıp Okulu’ndan Ted Kaptchuk ve ekibi, deneylerinden birinde irritabl bağırsak sendromu (İBS) teşhisi konmuş deneklere etkisi olmayan bir ilaç verdi. Deney sırasında gönüllülere, ilacın içinde şeker gibi hiçbir etkisi olmayan bir madde olduğu söylendi. Bu ilacın ayrıca klinik deneylerde “beyinvücut hattı” üzerinden hastalıkları iyileştirme özelliğine sahip olduğu da anlatıldı. Bu noktaya kadar hastalara anlatılan her şey doğruydu. Hapların etkisiz olduğunu bilmelerine rağmen, gönüllülerin çoğu İBS şikâyetlerinde belirgin bir düzelme olduğunu ifade ettiler. İngiltere’deki Hull Üniversitesi’nden psikolog Irvin Kirsh deneyin kilit noktasını şöyle açıklıyor: “İşin sırrı hastalara inanacakları bir şey sunmak. Deneklere ‘İşte siz şekerden yapılmış bir hap veriyoruz’ demedik. Bu hapın plasebo etkisi üzerinden İYİLEŞECEĞİNİZE İNANIN Olumsuz düşüncelerin ve endişenin insanları hasta edebileceği artık biliniyor. Stres –tehlikede olduğumuza inanmak “savaşvekaç” tepkisi gibi psikolojik yolları tetikleyebilir. Bu tepki insanları tehlikelerden korumak amacıyla evrilmiştir. Ancak bu tepki uzun süreli olursa kalırsa diyabet ve bunama gibi hastalıklara yol açabiliyor. Bilim insanları bugün pozitif düşüncenin etkin olabilmek için yalnızca stresi baskılamadığını, başka mekanizma OLUMLU DÜŞÜNÜN bir eğitimden sonra bile meditasyonun beyinde yapısal değişiklik yarattığını gösteriyor. San Francisco’daki Kaliforniya Üniversitesi’nden psikiyatrist Elissa Epel, günlük yaşam içine sıkıştırılan minimeditasyonların, masa başında yapılan birkaç dakikalık soluk alma egzersizlerinin yararlı olacağını ileri sürüyor. nızlık ne kadar tehlikeliyse, dost olmayan yabancıların arasında bulunmak da o kadar tehlikelidir. Dolayısıyla yalnızlıktan kurtulmanın yolu, diğer insanlarla daha fazla zaman geçirmek değildir. Cacioppo bunun diğer insanlara karşı takındığımız tavır ile ilgili olduğunu söylüyor: “Yalnız insanlar sosyal tehditlere karşı gereğinden fazla duyarlıdır ve karşılarındakini potansiyel bir tehlike olarak algılar. Dolayısıyla yalnızlık hissinin azalması için bu tavrı değiştirmek gerekir; diğer insanlar hakkında pozitif düşüncelere sahip olmak, sosyalleşmek için eğitim almaktan daha etkilidir” (Annals of Behavioral Medicine, vol 40, p 218). Eğer sosyal yaşantınızdan memnunsanız – arkadaş sayınız birkaç kişiyi geçmese bile endişe etmeniz gerekmez . Cacioppo endişelenmeye ne zaman başlamanız gerektiğini şöyle açıklıyor: “Diğer insanların sizin için bir tehdit oluşturduğunu düşünüyorsanız, dünya üzerinde tek başına kalmış gibi hissediyorsanız, önlem alma vakti gelmiş demektir.” rolü, endişe, depresyon, uyku bozuklukları, obezite, astım ve sedef ve siğil gibi bazı deri hastalıklarında fayda sağlayabileceğini öne sürüyor (Papeles des Psicologo vol 30, p 98). Ancak mesleki açıdan denetlenmediği için iyi bir hipnoterapist bulmak zor. Whorwell bu koşullarda insanların kendi kendilerini ipnotize edebilmeyi öğrenmelerini öneriyor. Meditasyonun yararları konusunda bugüne dek yapılan araştırmalar, sayıca az olmasına karşın çok önemli bazı bulguları gün ışığına çıkartıyor. Örneğin meditasyonun aşı olanların ve kanser hastalarının bağışıklık sistemini güçlendirdiği, depresyonun tekrarlamasını önlediği, deri hastalıklarını gerilettiği, hatta HIV’in ilerlemesini durduğu yönünde kanıtlar mevcut. Meditasyon yaşlanmayı da yavaşlatıyor. Kromozomların ucundaki telomer denilen başlıklar, hücrenin her bölünüşünde biraz daha kısalır. Bunlar yaşlanma sürecinde önemli bir rol MEDİTASYON YAPIN CBT 1277/ 10 9 Eylül 2011 ları da harekete geçirdiğini biliyor. Pozitif düşüncenin aynı zamanda etkisi de pozitiftir. Kendini güvende hissetmek, işlerin yolunda gideceğine inanmak, vücudun kendisini korumasına ve onarmasına yardımcı olabilir. Bugüne dek bu konuda yapılan çalışmaları bütün olarak inceleyen bilim insanları son olarak şöyle bir tablo çıkarttı: Pozitif düşüncenin sağlık üzerindeki olumlu etkileri, negatif düşüncenin yol açtığı zararlardan bağımsız olarak ortaya çıkabilir ve bunlar büyüklük açısından birbirine yakındır (Psychosomatic Medicine, vol 70, p 741). İyimserliğin, strese bağlı enflamasyonu azalttığı ve kortizol gibi stres hormonlarının düzeyini düşürdüğü sanılıyor. Ayrıca sempatik sinir sisteminin faaliyetlerini azaltarak ve parasempatik sinir sistemini uyararak hastalıklara yakalanma olasılığını da azaltıyor. Parasempatik sinir sistemi, “savaşvekaç” tepkisinin tam tersi olan “rahatla ve sindir” tepkisini kontrol eder. Gelecek hakkında pembe düşüncelere sahip olmanın yanı sıra, kendiniz hakkında da olumlu düşünmek yararlıdır. Kendilerini pozitif bir ışık altında değerlendiren insanların kalpdamar hastalıklarına yakalanma riski daha düşük olduğu gibi, hastalık durumunda daha hızlı bir iyileşme süreci yaşıyorlar (Journal of Personality and Social Psychology, vol 85, p 605). Bazı insanlar doğuştan iyimserdir. Ancak doğal zihinsel yapınız nasıl olursa olsun, daha pozitif düşünmek için kendinizi eğitebilirsiniz.. Ve ilk başta ne kadar karamsar ve kötümserseniz, kendiniz o kadar daha hızlı ve iyi eğitebilirsiniz. Diğer insanlara karşı tepkileriniz sağlığınız büyük ölçüde etkiler. Yalnızlık, kalp krizi riskinden bunamaya, depresyondan ölüm riskine dek her türlü sağlık sorununu beraberinde getirir. Oysa sosyal yaşamlarından hoşnut olanlar daha iyi uyur, daha yavaş yaşlanır ve aşılara da daha olumlu yanıt verir. Sosyal yalnızlığın etkilerini inceleyen Şikago Üniversitesi’nden John Cacioppo’ya göre bu etki o kadar güçlüdür ki yalnızlığınıza son verdiğiniz anda sağlığınızdaki düzelme, sigarayı bırakmakla eşdeğerdir. Beyinvücut etkileşimini inceleyen Atlanta’daki Emory Üniversitesi’nden Charles Raison, “Zengin bir sosyal yaşama sahip olanlar, sıcak ve açık ilişki kurabilenler daha nadir hastalanırlar ve daha uzun yaşarlar. Bunun nedeni, kısmen yalnız yaşayan insanların kendilerine gerektiği gibi bakamamalarıdır” diyor. Bu yılın başlarında Cacioppo, yalnız yaşayan insanlarda, bakterilerle savaşan bağışıklık hücrelerinin daha faal olduğunu keşfetti. Cacioppo’ya göre bu şu anlama geliyor: İnsanlar o şekilde evrilmişlerdir ki, sosyal yalnızlık durumunda yaraların ve bakteriyel enfeksiyonların iyileşmesinden sorumlu bağışıklık sistemi daha faaldir. Çünkü yalnız yaşayan bir insan fiziksel darbelere daha açıktır. Oysa sosyal çevresi geniş olan insan, yakın ilişki içindeki diğer insanların yaydığı virüslere daha açıktır. Dolayısıyla virüslerle savaşan bağışıklık tepkisi evrimsel olarak daha fazla gelişmiştir. Yalnızlık hissinin yoğunluğu, gerçek sosyal ilişki sayısından çok, insanın kendisini ne kadar yalnız hissettiğine de bağlıdır. Bu evrimsel açıdan da anlamlıdır. Cacioppo’yo göre yal KENDİ KENDİNİZİ İNSANLA İPNOTİZE EDİN RA GÜVENİN İleri akciğer kanseri tanısı konan 50 hasta üzerinde yapılan bir çalışmada, manevi inançları kuvvetli olan hastaların kemoterapiye daha iyi yanıt verdiği ve daha uzun yaşadığı görüldü. Bunların yaklaşık %40’ı üç yıldan daha uzun yaşarken, manevi inançları daha zayıf olan hastaların yalnızca %10’u bu süreye ulaşabildi (In Vivo, vol 22, p 577). Ne var ki bu sonuçlar pek çok kişi tarafından tepkiyle karşılandı; çalışmanın yöntemi sorgulandı. Bu örnekte görüldüğü gibi bilim dünyasında en fazla tepki çeken çalışmalar, dinin insan beyni üzerindeki etkileriyle ilgili olanlardır. Binlerce çalışma dinin bazı uygulamaları ile sağlıklı yaşam arasında olumlu bir bağlantı olduğunu gösteriyor. Bugüne dek dini inançları olan kişilerin kalpdamar hastalıklarına daha az yakalandıkları, tansiyonlarının düşük, bağışıklık sistemlerinin daha güçlü olduğu düşülüyordu. Hatta bu kişilerde kanser riski bile daha düşüktü. New York’taki Columbia Üniversitesi Tıp Merkezi’nden Richard Sloan gibi bu çalışmalara kuşkuyla yaklaşanlar, diğer faktörlerin sonuçları etkilediğini düşünüyor. Örneğin dindar insanlar yaşamlarında maceraya fazla yer vermezler; toplu ibadete uzun zaman ayırdıkları için zengin bir sosyal desteğe sahiptirler. Son yıllarda bu faktörleri kontrol altında tutan geniş kapsamlı bir metaanaliz, dindarlığın ve sağlam bir maneviyatın yalnızca sağlıkla insanlarda koruyucu bir etkisi olduğunu ortaya koydu (Psychotherapy and Psychosomatics, vol 78, p AMACINIZI BELİRLEYİN oynar. Davis’teki Kaliforniya Üniversitesi’nde bulunan Akıl ve Beyin Merkezi’nden Clifford Saron ve ekibi üç aylık meditasyon uygulamasına katılanlarda, telomer birikimi sağlayan enzim düzeyinin kontrol grubuna göre daha yüksek olduğunu keşfetti (Psychoneuroendocrinology, vol 36, p 664). Sosyal etkileşimde olduğu gibi meditasyonun da yararlı oluşunun büyük bir olasılıkla nedeni stres tepkisi yollarını etkilemesidir. Beklenildiği üzere meditasyon yapanlarda kortizol düzeylerinin daha düşük olduğu ortaya çıktı (Social Cognitive and Affwctive Neurıscience, vol 5, p 11). Eğer üç aylık bir meditasyon uygulamasına katılma olanağınız yok ise dert etmeyin. Görüntüleme çalışmaları 11 saatlik Hipnoterapi, 18.yüzyılda Franz Mesmer tarafından bir tedavi yöntemi olarak ortaya atılmasından bu yana bilim tarafından kabul görmeyi bekliyor. İngiltere’deki Manchester Üniversitesi’nden Peter Whorwell, mesleki yaşamı boyunca ipnoz yolu ile irritabl bağırsak sendromu (İBS) adı verilen sindirim sistemi hastalığını tedavi etmeye çalışıyor. İBS “fonksiyonel” bir hastalık olarak tanımlanır. Başka bir deyişle doktorların herhangi bir araz bulamadığı, fakat hastanın semptomlardan şikâyetçi olduğu durumlarda kullanılan, küçümseyici bir ifadedir. Bazı hastaların, intihara kalkışacak kadar rahatsız olduğu halde, tıp doktorlarından ilgi görmediğini belirten Whorwell, “İpnozu tedavi yöntemi olarak benimsedim, çünkü konvansiyonel tedaviler hiçbir şekilde iyileşme sağlamıyordu” diyor. Whorwell’in ipnoz ile İBS tedavisi o kadar başarılı bulundu ki İngiliz Ulusal Sağlık Enstitüsü tarafından İBS hastalarına önerilmeye başlandı. Buna karşın Whorwell, doktorları bu yöntemi kullanmaya ikna etmekte zorluk yaşıyor. Sorunun bir kısmı ipnozun nasıl etkili olduğu konusundaki bilgi eksikliğinden kaynaklanıyor. Kesin olan tek şey, hasta ipnotize edildiği zaman vücudunu bir şekilde etkileyebiliyor. Whorwell, ipnoz altındaki bazı İBS hastalarının bağırsaklarındaki kasılmayı bir ölçüye kadar azaltabildiğini kanıtlamış bulunuyor. Oysa bilinçli durumdayken hasta bu beceriyi gösteremiyor (Journal of Psycosomatic Research, vol 64, p 621). Ayrıca ipnotize edilen hastalarda bağırsaklarının içini kaplayan duvar, ağrıya karşı daha az duyarlı hale getirilebiliyor. Hull Üniversitesi’nden Irving Kirsh’e göre ipnoz büyük bir olasılıkla plasebo etkisinde faal olan fizyolojik yollar üzerinden etkili oluyor. Hem plasebo etkisi, hem de ipnoz ikna ve umut uyandırarak fayda sağlıyor. İpnozun olumsuz yönleri de var. Biri, her insanın aynı şekilde ipnoza yanıt vermemesi. İpnoz ile ilgili klinik deneyler, maddi destek azlığından dolayı sayıca oldukça az. Ancak doktorlar ipnozun, ağrı kont 81). Sağlıklı bir yaşam ile din arasındaki bağlantı doğru olsa bile bunu açıklamak için kutsal kavramlara başvurmaya gerek olmadığı düşünülüyor. Bazı araştırmacılar bunu plasebo etkisine bağlıyorlar. Kutsal bir varlığın sizi iyileştirdiğine inanmak ile bir ilaca veya bir doktora inanmak arasında bir fark yoktur (Philosophical Transactions of the Royal Society B, vol 366, p 1838). Diğer bir bakış açısına göre önemli olan herkesin yaşamında bir amacının olmasıdır. Niçin burada olduğumuza ve neyin önemli olduğuna ilişkin düşüncelerimiz olaylar üzerinde kontrol sağlamamızı kolaylaştırır. Böylece başımıza gelenlerden daha az etkilenir ve daha az strese maruz kalabiliriz. Saron’un üç aylık meditasyon terapisinde, telomerleri onaran enzimin daha fazla salgılanması, aynı zamanda kontrol duygusunun güçlenmesine ve yaşamda bir amaca sahip olma duygusunun kök salmasına da yol açıyordu. İnsanların sevdiği bir uğraşa zaman ayırmasının önemine de değinen Saron, “Yaşamınızda anlamlı olduğuna inandığınız bir yol tutturabildiyseniz, bunun sağlığınız üzerindeki etkisi her zaman olumlu olacaktır” diyor. Reyhan Oksay Kaynak: New Scientist, 27 Ağustos 2011
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle