Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
OOOF OFF LINE Tanol Türkoğlu (tanolturkoglu@gmail.com) Üç sloganınız vardı. İlk ikisinin üstesinden geldik gibi görünecek kadar medenileştik. (Güya artık savaş barış değildir, özgürlük kölelik değildir.) Ancak üçüncüsünü ne kadar çabaladıysak da hâlâ perde arkasına gizleyemedik. Cehalet hâlâ en büyük güç. Sayın Orwell, 1948 yılında kaleme almış olduğunuz 1984 adlı kitabınızda anlattığınız dünya (yüzeysel açıdan bakıldığında) gerçekleşmedi. Dünya üç devasa ülkeden oluşmuyor. Bu üç ülkeden ikisi müttefik olup, üçüncüyle savaşmıyor. Dolayısıyla müttefiklik ve düşmanlık ilişkisi de sürekli değişmiyor. Bu değişme gereği olmadığı için de, kitabınızda belirttiğinizin aksine tarih sürekli olarak değiştirilmiyor. Sizin devlet mekanizmasından beklediklerinizi bugün global çokuluslu şirketler yapıyor. Bunun için kitabınızı yazdığınız yıllarda doğan ve yirmi yıl sonra dünyayı yerinden oynatan babyboomer kuşağına teşekkür etmemiz gerekir. Onlar sayesinde kitabınızda yazdığınız pek çok şey devlet değil de özel sektör tarafından gerçekleştirilme imkânını buldu. Mesela kitabınızda devletin evlere yerleştirmiş olduğu kameralar vardı. Bu sayede bireylerin evlerindeki her bir hareketi izlenebiliyordu. O kuşağın süreçleri “özelleştirmesi” sayesinde izlenme ikiye bölündü. Kamusal alanlardaki izlemeyi devlet yapmaya devam ediyor (artık her yerde güvenlik kameraları var) ama bireyin mahreminin içine girip, her türlü detayı öğrenme işleri artık özel sektör marifetiyle gerçekleştirilebiliyor . Yaşasın seçme özgürlüğü! Bu özelleştirme süreci elektronik cihazların, internetin, sosyal ağların ortaya çıkmasıyla zirve yaptı. Bugün artık bireyler mahremiyetlerini gönüllü olarak dünya ile paylaşıyor. Geçtiğimiz günlerde bu sosyal ağ devriminin öncülüğünü yapan Facebook şirketinin tartışmalı kurucusu (birileri sosyal ağ fikrinin ona ait olmadığını düşünüyor) ve başkanı olan kişi yepyeni imkânları tüm dünyaya tanıttı. Artık yaşamımızın tüm detaylarını tüm dünya ile paylaşabilmek için elimizin altında müthiş çekici bir altyapı var. Mark Zuckerberg adlı bu gencin açıkladığına göre sosyal ağların ilk beş yılı bireylerin sosyal ağa girmesi ve bu ağ içinde kendi arkadaşlarını, tanıdıklarını bulması şeklinde özetlenebilir. Bugün sadece Facebook’un 800 milyon tane üyesi var. Türkiye Facebook kullanımında dünya dördüncüsü; sizin ülkeniz olan İngiltere’nin hemen ardında. Zuckerberg’e göre sosyal ağların ikinci beş yılında bireyler artık sadece arkadaşlarını bulmakla, birbirlerinin paylaştığı fotoğraf ya da video klipleri izleyip beğendiklerini dile getirmekle yetinmeyecek. Bireyler artık yaşamlarını da sosyal ağ üzerinde paylaşabilecek. Buna Timeline adını vermişler. Zaman çizelgesi yani. Doğduğu günden bugüne dek kişi yaşamındaki önemli önemsiz, dünya ile paylaşmak istediği tüm detayları Facebook’taki sayfasına girebilecek. Onlardan hangilerini herkesle hangileri sadece tanıdıklarıyla paylaşacaklarına kendileri karar verecek. Yaşasın seçme özgürlüğü dedim ya! Zuckerberg yukarıda andığım kuşaktan gelmiyor. O Y kuşağı üyesi. En az babyboomer kuşağı kadar dünyayı dönüştürebileceklerine inanılan yeni kuşak. Onlar şimdi yirmili otuzlu yaşlarında. Bir başka deyişle 1968’de yaşanan devrimin bir başka versiyonunu yaşıyoruz. Merak ediyorsanız söyleyeyim. Televizyonu kapattığımızda karşımıza resmi çıkan bir “Büyük Birader” yok. Hepimiz dilediğimizi yapmakta özgürüz. Üç sloganınız vardı. İlk ikisinin üstesinden geldik gibi görünecek kadar medenileştik (güya artık savaş barış değildir, özgürlük kölelik değildir.) Ancak üçüncüsünü ne kadar çabaladıysak da hâlâ perde arkasına gizleyemedik. Cehalet hala en büyük güç. (Not: Bu mektubu Türkçe olarak kaleme aldım ancak Google’ın “translate” sayfasına girerek İngilizceye çevirebilirsiniz.) Profesör Kemal Cenab’ın Rusya intibaları Fizyoloji Profesörü Kemal Cenab (Berksoy) Bey, 1935 yılında Sovyetler Birliği’nde katıldığı uluslararası fizyoloji kongresi izlenimlerini anlatırken Türk delegelerine özel bir samimiyet gösterildiğini söylemektedir. Osman Bahadır bahadirosman@hotmail.com Cumhuriyet gazetesinin 30 Ağustos landık. Oradan Leningrad’a geçtik. 1935 tarihli sayısında, Sovyetler BirliKongreye 1500 profesör gelmişti. Bu ği’nde toplanan uluslararası fizyoloji muazzam ilim ve fen kafilesinin bir arakongresiyle ilgili olarak Kemal Cenab da toplanışı ve konuşuşu fevkalade bir (Berksoy) Bey’in izlenimleri şu şekilde yer şey oluyordu. Kongreyi, dimağın fonkalmaktadır: siyonu ve psikolojisi hakkında yeni bir “Bu ay içinde Sovyet Rusya’da topokul açan ve arsıulusal şöhreti olan 85 lanan arsıulusal (uluslararası) fizyoloji yaşındaki profesör koca Pavlof açtı ve kongresine Türkiye namına iştirak etmek kongre şubeler halinde çalışmalarına üzere Tıp Fakültesi fizyoloji ordinaryüs başladı.. (...) Kongre bir müddet daha profesörü Kemal Cenab’ın başkanlığınLeningrad’da devam ettikten sonra da, profesör Ahmed Kemal Atay ve Moskova’ya taşındı ve dokuzuncu gün Sağlık Bakanlığı’ndan Remzi Gönenç’ten orada kapandı. Bu çok önemli konmürekkep heyetimiz Rusya’dan döndü. grede bütün insaniyete hizmet edecek Leningrad’da onikiparmak barsağının durumda olan tam 500 tebliğ yapıldı Kemal Cenab(Berksoy) Bey mideden menşeini (kaynağını) alan refki, bu çalışma insanlığın sağlığı bakı(18761949) leks hareketleri etrafında tecrübeye damından çok değerlidir. yanan ve grafiklerle süslenen etüdüyle bir Orada bize muhtelif şölenler vertebliğ yapan kafile başkanı profesör Kemal Cenab’ı bir diler. Yalnız Türk delegelerine mahsus olarak verilen bu arkadaşımız dün Kadıköyü’ndeki evinde ziyaret ederek şölenlerde Türkiye Cumhuriyeti ve Atatürk hakkında çok kongre hakkındaki görüşlerini sormuştur. Profesör şu iza canlı ve sıcak tezahürata şahit olduk. Şu kadar söyleyehatı vermiştir: yim ki, Sovyet toprağına ayak basar basmaz “Türküm” ‘Doğu ve Batı illerinin muhtelif uluslarına mensup demek her tarafta kolaylık ve iltifat görmeye kafidir. Bu tam 1500 profesörün iştirak ettiği bu kongreye biz de res tabii iki ulusun sıkı dostluğundan ve devrimlerimize karmi delege olarak gittik. Daha Odesa’da bizi bir profesör şı olan karşılıklı saygıdan ileri geliyor. ve bazı işyarlar karşıladılar. Sovyet toprağına ilk adımıSon olarak şunu da ilave edeyim ki, Türk gençleri mızı atar atmaz gösterilen iyi kabul çok hoşumuza gitti. için gerek ilim, fen ve gerekse teknik alanda dost milOrada birçok kurumları gezdikten sonra Moskova’ya git letin çok ilerlemiş mektep ve kurumlarından istifade ettik. Kiev’de de çok iyi bir kabul gördük. Nihayet Mos mek için hiçbir mani yoktur. Bilakis bu çok ucuza mal kova Garı’na girdiğimiz zaman başta Moskova fizyoloji olabilir. Hayran olduğum ve bende derin akisler bırakan profesörü Matmazel Lina Ştern olduğu halde birçok pro en büyük şey, Sovyet bilginlerinin hepsinde gördüğüm fesörler ve kalabalık bir halk kütlesi tarafından karşı büyük tevazu (alçakgönüllülük) olmuştur.’ George Orwell’e Açık Mektup TÜBA or not TÜB TAK B Metin Karadağ TÜB TAK” vakası sonrasında “Neydi o eski Bilim Eğlenceleri?” gelenek sorusu da kesin olarak yerini alır TV soh CBT 1280/ 12 30 Eylül 2011 iliyorsunuz biri “Türkiye Bilimler Akademisi” diğeri “Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu”. Başlıklarında benzer kelimeler kullanılmış olsa da “nicelik ve nitelik” olarak birbirinden “çok çok farklı” iki ayrı yapı söz konusu yine de. Birinin başına geçtiğimiz yıllarda bildiğiniz işler geldi. Hatırlayın, 2009 yılında TÜB TAK Bilim Teknik Dergisi’nin dosya konusu olan “Charles Darwin’in 200. Doğum yıl, Evrim Kuramı’nın ise 150. Yılı Kutlamaları” sırasında hazırlanan sayı alelacele değiştirildi ve yayını sonuçta engellendi... Kıyamet koptu ama kimin umurunda… Şimdi ise “aynı akılla” yola çıkarak TÜBA yani “Türkiye Bilimler Akademisi”ni kuşa çevirmeye çalışıyorlar... Ortaya çıkan son durumun özeti ise: “Mevvadı gaita pervanei devrana çarpınca” ya da öz Türkçesiyle; “B.k aspiratöre çarpınca” özlü sözünde olduğu gibi koku ve pislik her yere yayıldı... Olayı duyan ve öğrenen herkes bu “trajikomik şaşkınlığa” alenen gülmeye başladı... Hatırlayın ABD’de Evangelistlerin hazırladığı “Yaratılış Modeli” adlı kitap, Özal Hükümeti’nin Milli Eğitim Bakanı Vehbi Dinçerler tarafından bastırılıp ücretsiz olarak öğretmenlere dağıtılmış ve bunun üzerine de dünya bilim akademileri çevrelerinde alay konusu olmuştuk. Yoksa “Bilim Eğlenceleri” diye bir tür mü oluşmaya başlıyor ne dersiniz? Yakınlarda da bu son “TÜBA or not bet programlarında. Bu konuda tepki olarak yazılan bilimsel uyarı yazılarını bir araya getirip bir dosya halinde inceleyip de anlayabilecek bir akıl danışmanları yok mu? O halde yazık ki, ne yazık... Hadi, TÜB TAK “dönüşüm taklası” sırasında yaptıklarıyla o alandaki tüm “maddimanevi” menfaat çeşmelerini kendi yalaklarına su taşımak için kullandılar diyelim. Öte yandan TÜBA denilen “YAPI” kesinlikle TÜB TAK gibi bir yapı değil ki... Yani “TÜBA or not TÜB TAK” tam anlamıyla… Bence madem iş çığırından çıktı o halde biz de biraz sallayalım... “TÜBA”nın yapısını bütünüyle kendilerine uygun bir “New TÜBA” haline getirirken başkan olarak seçecekleri kişiyi seçmelerinde yardımcı olalım. Olmaz mı? Nasılsa başka çare kalmadı… Hani geçenlerde “Kapalı giyinmeyen kadınlara tecavüz etmek helaldir” diye “racon kesen” ve doktorasını da tahminen “gusul abtesi” üzerine yapmış bir âlim vardı ya?... Hah, işte hatırladınız; evet onu da “New TÜBA” başkanı olarak atamalarında yarar var. Nasıl olsa yine “inancın göstergesinin olmadığını” anlayamayacaklar. Nasıl olsa yine düşüncenin ve tabii ki bilimin “tümüyle göstergelerden oluştuğunu” hiçbir zaman kavrayamayacaklar… Kel başa şimşir tarak, TÜBA or not TÜB TAK…